Skip to content
Views 1303
Şanlı Devrimin Işığında Mücadeleye Devam!
Rusya’da I. Dünya Savaşı sırasında Çar’ın devrildiği Şubat Devrimi’nden dokuz ay sonra bu kez de Bolşeviklerin önderliğinde işçi sınıfı burjuva Geçici Hükümetini devirerek kendi iktidarını ilan ettiği Ekim Devrimi’ni gerçekleştirdi. Ekim Devrimi sınırsız ve sınıfsız bir dünya için verilen mücadelede her bakımdan bitmez dersler bırakan tarihin en büyük olayıdır.
1917’de Rusya’da geçerli olan takvime göre 18 Şubat, bugünkü takvime göre ise 8 Mart‘ta, savaş ve ekonomik çöküntüyle birlikte açlık ve baskı altında kırılan halkın düzenlediği büyük bir gösteri hızla Çarlığın devrilmesine yol açan bir devrime dönüştü. Çarlık rejiminin yıkılmasının ardından ortada bir tarafta kapitalist burjuva “demokrasilerine” özgü yasama organı olan Parlamento ( Rusça “Duma”) diğer tarafta yerden mantar gibi biterek çoğalan “sosyalist demokrasinin” işçi-köylü-asker konseyleri/şuraları, yani Sovyetler olmak üzere bir “ikili iktidar” durumu ortaya çıktı.
Parlamentoda Bolşeviklerin dışında Rusya’nın önemli politik aktörleri olan Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisinin Menşevik kanadı (Menşevikler), Sosyal/Sosyalist Devrimciler Partisi (SR) ve bir burjuva partisi olan Anayasal Demokrat Parti (Kadetler)’den oluşan bir Geçici Hükümet koalisyonu kuruldu ve Başbakan ise Kadetler’den Lvov oldu.
İşçi-Köylü-Asker Sovyetlerinde ise Menşevikler ve SR’ler çoğunluktayken Bolşevikler sadece küçük bir azınlığı oluşturuyordu. Bolşeviklerin başında Lenin, Kamanev, Zinovyev ve Lenin’nin “aramızdaki son Bolşevik olmasına karşın kabul etmeliyiz ki en yetenekli Bolşevik odur” dediği Troçki/Trotski gibi önderler vardır. Troçki hiç kuşkusuz Lenin’nin yanında en önemli politik figürdür. Daha sonra tarihin ilk işçi devletinin yozlaşmasının baş aktörü olacak olan Stalin ise Merkez Komitesi üyesi fakat diğerleriyle karşılaştırıldığında belirleyici rolü olmayan bir kişidir. Nicelik bakımdan da oldukça küçük olan Bolşeviklerin sayısının bu dönemde 8 bin civarında olduğu belirtilir. Bolşevikler, buna karşın Demokratik Merkeziyetçi, Leninist örgütlenme anlayışıyla oluşturulmuş disiplinli ve sıkı bir yapıya sahiptir.
Nisan Tezleri
Şubat Devrimi’nin ardından sürgünde bulunan Lenin’in ülkeye dönmeden önce devrimin karakteri ve Geçici Hükümet’e karşı tutum konusunda Bolşevik kadroların da kafası karışıktı. Lenin ve Troçki’nin aksine genel eğilim Geçi Hükümete fazla yüklenmemek yönündeydi. Buna göre kapitalist dinamiklerin henüz yeterince gelişmemiş olduğu, büyük oranda feodal bir yapıya sahip Rusya’da öncelikle burjuva demokratik devrimi gerekliydi. Yani sosyalist bir devrim için gerekli sosyal ve ekonomik nesnel koşullar oluşuncaya kadar burjuva kapitalist bir egemenliğin gerekliliği hâkim olan görüştü.
Nisan ayında Lenin sürgünden Rusya’ya ulaştığında ise herkesin beklentisinin aksine Geçici Hükümete en ufak bir destek bile verilemeyeceğini ve sosyalist bir devrimin gerekliliğine işaret ederek nasıl bir politik hat izleneceğini çok açık ve seçik bir biçimde ortaya koyan meşhur Nisan Tezlerini ortaya attı.
Nisan Tezlerini, “tüm iktidar Sovyetlere; savaşa son; büyük toprak sahiplerinin mülksüzleştirilmesi ve köylüye toprak dağıtımı; sanayi üzerinde işçi denetimi; bankaların devletleştirilmesi/kamulaştırılması; bir Sovyet Cumhuriyetinin kurulması; Geçici Hükümeti devirme; devrimci bir enternasyonalin kuruluşu; kitlelerin ajitasyonu ve aydınlatılması ve Sovyet/konseylerde Bolşeviklerin çoğunluğu yakalaması” oluşturuyordu.
Ana slogan ise kitlelerin en başat taleplerini net bir biçimde iyi özetleyen “barış, toprak ve ekmek!”ti.
Temmuz Günleri
Bolşeviklerin öngördükleri gibi Geçici Hükümet kitlelerin ne savaşa son verme ne ekmek ne de toprak gibi taleplerini yerine getirebilecek durumdaydı. Her bakımdan Geçici Hükümete karşı oluşmaya başlayan hayal kırıklığı ilk başta Bolşeviklere karışı mesafeli duran kitlelerin Bolşeviklerin kendi taleplerini savunan esas güç olduklarını görmesine yola açtı. Bu durum Temmuz ayında Petrograd’da işçilerin bir isyana dönüşen protestolarında kendini açıkça dışa vurdu. Kitlelerin attığı sloganlar Bolşeviklerin sloganlılarıydı artık (“Tüm İktidar Sovyetlere”). Yarım milyon işçinin katıldığı söylenen bu yürüyüşe Geçici Hükümet’in sert müdahale etmesi sonucu çeşitli kaynaklara göre 700 kişi hayatını kaybetti.
Bolşevikler erken bir ayaklanma niyetinde değillerdi. Fakat kontrollerinin dışında gelişen erken bir ayaklanmadan dolayı oluşabilecek hasarı en aza indirmek için ve en önemlisi, ilerisi için hazırlıklarını yaptıkları mücadeleler için gerekli olan gücü muhafaza etmek amacıyla Temmuz hareketinin en başına geçtiler.
Temmuz isyanının ardından Başbakan Lvov’un yerine Geçici Hükümetin başına Menşevik Kerenski geçti ve Lenin ile diğer önde gelen Bolşeviklerin tutuklanmasını emretti. Lenin gizlenmek zorunda kaldı, Troçki ise tutuklandı.
Bolşeviklere karşı başkent etrafında güvendiği birliklerle konuşlanmasını istediği General Kornilov’un Ağustos ayında Geçici Hükümet’e karşı bir darbe girişiminde bulunacağını anlayınca Geçici Hükümetin yeni Başbakanı Menşevik Kerenski bu sefer işçi sınıfı ve askerler arasında en etkili politik güç haline gelmiş olan Bolşeviklerden yardım istemek zorunda kaldı. Hapisten şartlı çıkartılan Troçki bu sırada Petrograd Sovyet’inin Başkanı seçildi. Bolşeviklerin sayesinde geri püskürtülen Kornilov karşı devrimci darbesi Ekim Devrimi için bir kırbaç görevi gördü ve Ekim Devrimi’ne giden süreç hızlandı.
John Reed, Ekim Devrimi’ni bizzat yerinde gözlemleriyle sarsıcı bir biçimde anlattığı “Dünyayı Sarsan On Gün” kitabında bu süreci şöyle ifade eder: “… Bolşevikler Tüm Rusya Sovyetlerinin iktidarı ele almasını talep ettiler… Hemen ardından Petrograd Sovyet’inde Bolşevikler çoğunluğu elde ettiler, bunu hızlıca Moskova, Kiev, Odesa ve diğer başka şehirler takip etti.”
Ekim Devrimi
Eski takvime göre Ekim ayına gelindiğinde Lenin’in Ekim Tezlerinde çizdiği hattın koşulları oluşmaya başlamıştı. Lenin’in ayaklanma konusunda adeta milimetrik bir hassasiyetle yaklaşıyordu, bu ne çok erken ne de çok geç olmalıydı. Böylece Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisinin Bolşevik kanadının Merkez Komitesi 10 Ekim’de 2 karşı, 10 lehte oyla ayaklanmaya karar verdi. 24 Ekim’de (6 Kasım) harekete geçildi; 25 Ekimde hükümetin bulunduğu Kışlık Saray’ı karşı direnişle karşılaşmadan Kızıl Muhafızlar tüm önemli stratejik yerleri ele geçirdiler. Artık devrilen Geçici Hükümet’in üyeleri hapse atıldı.
Ardında toplanan II. Tüm Rusya Sovyet Kongresi Bolşeviklerle Sol SR’li vekillerle toplanarak iktidarın Lenin’in önderliğinde Bolşeviklere geçtiği ilan etti.
Devrimin ardından ilk icraat bir barış kararnamesiyle I. Dünya Savaşından çekinildiğini ilan etmek ve barış çağrısı yapmak oldu. İkincisi ise büyük toprak sahiplerinin elindeki toprakların yoksul köylülere dağıtılmasını öngören toprak kararnamesi oldu.
Gücün ele geçirilmesinin ardından birçok yeni düzenleme hayata geçirildi: Tüm bankalar kamulaştırıldı; tüm fabrikaların denetimi Sovyetlere geçti; tüm banka hesapları hazineye aktarıldı; kiliselerin mal varlıkları hazineye aktarıldı; asgari ücrete zam yapıldı ve günlük çalışma süresi 8 saate indirildi; çarlık hükümetinin bütün dış borçları reddedildi; ülkenin tüm doğal kaynakları millileştirildi; idam cezası kaldırıldı; kilisenin devlet üzerindeki otoritesi kaldırılarak laik bir sistem getirildi; din ve inanç özgürlüğü getirildi ve dini propaganda yasaklandı; kadınlara seçme-seçilme hakkı verildi; medeni kanun kabul edilerek, medeni nikâh ve boşanma hakkı yasallaştı; soyluluk unvanları kaldırıldı ve herkes yasalar önünde eşit kabul edildi; çalışanlara, çocuklara ve çalışamayacak durumda olan yaşlı ve hastalara sosyal güvence sağlandı; eğitim ücretsiz ve mecburi hale getirildi; laik bir eğitim sistemi getirilerek kilise-eğitim ilişkisi yasaklandı; çocuk işçi çalıştırılması yasaklandı.
İç savaş, savaş komünizmi ve NEP
Devrimin görece çok rahat ve kansız gerçekleşmesine rağmen, hemen ardından kanlı bir iç savaş biçimini alan ve 1921 yılına kadar süren bir karşı devrim süreci başladı. Çarlık yanlısı generallerin komutasında “kızıllara” karşı “beyaz ordu” ABD, Birleşik Krallık ve Fransa gibi emperyalist devletlerin her türlü maddi desteğiyle ülkede “beyaz terör” başlattı.
Buna karşı Troçki’nin önderliğinde kurulan, işçi ve köylülerden oluşan Kızıl Ordu ile güçlü bir savunma hattı oluşturuldu. Diğer taraftan eldeki tüm olanaksızlıklarla devrimin korunması, dolayısıyla da cephede savaşan Kızıl Ordu ve şehirlerin gıdasız bırakılmaması için oldukça sert önlemler içeren bir program hayata geçirildi.
“Savaş komünizmi” olarak bilinen bu dönemde, tüm sanayi kuruluşları devletleştirildi ve merkezi bir yönetim yürürlüğe geçirilerek dış ticarette devlet tekeli kuruldu. İş disiplini artırılarak, grevler yasaklandı ve işçi olmayanlara gösterilen işlerde çalışma zorunluluğu getirildi. Açlık nedeniyle köylünün elindeki tarımsal fazla ürüne el konulması yani zoralım uygulandı. İhtiyaçlar için karne uygulanmasına başlanarak dağıtım merkezileştirildi. Özel işletmeler yasaklandı.
Troçki’nin kendisine tahsis edilen bir trende bir cepheden diğerine dolaşarak yönettiği bu çetin ve kanlı iç savaş işçilerin ve yoksul köylülerin olağan üstü mücadelesiyle zaferle sonuçlandı.
Zaferle çıkılan iç savaş, işçi devletinin daha sonra yozlaşmasına en önemli nesnel zemin oluşturan ülkenin her alanında da büyük bir yıkım bıraktı arkasında. Altyapısı harap olmuş, kıtlık, açlık ve salgın eşliğinde kanlı bir karşı devrim sürecinden çıkan bu yeni işçi devletine nefes aldırabilecek, özellikle de Avrupa’da gelişecek bir devrime kadar dayanabilmek için bu sefer de sosyalist programdan geri adım anlamına gelen bir dizi önleme başvurulmak zorunda kalındı.
Kısaca NEP denilen ve geçici bir süre için düşünülen Yeni Ekonomik Program ile öncelikli olarak tarımsal ürün zoralımına son verilerek köylülerin ürün satış fiyatından devlete ödeyecekleri %10 vergiyle ürünlerini belirli bir kâr oranında pazarda satmalarına izin verildi. Böylece piyasa ekonomisine dönülmüştü. İsteyenin küçük işletme açmasına imkân tanındı. Para tekrar değer kazandı ve işçi maaşları aynı olarak değil para ile ödenmeye başlandı. İç Savaş koşullarında sıkı işçi disiplini yüzünde askıya alınan bazı işçi hakları ve işçilerin sendikal hakları geri verildi ve çalışma saatleri azaltıldı.
Fakat kapitalizmde yaygın olarak görülen piyasa ekonomisini çağrıştıran uygulamalara rağmen işçi devleti ağır sanayi kuruluşları, ulaşım, bankacılık ve dış ticaret alanlarındaki tekeli elde bulundurmaya devam etti.
Bürokratikleşme
Biyolojik bir varlık olarak kanın insan için yeri ile sosyalizm için demokrasinin yeri aynıdır. Nasıl ki kan olmadan insan yaşamı biyolojik olarak mümkün değildir, demokrasi olmadan da sosyalizm mümkün olamaz. İşçi demokrasi, neyin, nasıl, neyle, niçin, nerede ve kim tarafından üretilip nasıl bölüşüleceğine üretenlerin yani işçilerin kendilerinin karar vermesi olarak özetlenebilir. Ekim Devrimi’nin ilk zamanlarında Rusya tarihin en demokratik ülkesiydi ve sovyetler, Paris Komünü deneyiminden ortaya çıkan, yöneticilerin hiçbir ayrıcalığa sahip olmaması, nitelikli bir işçi ücretinin üzerinden ücret alamamaları, her zaman hesap vermeye hazır olmaları ve azledilebilmeleri gibi prensiplerle işleyen demokratik aygıtlardı.
Fakat daha sonra okuryazarlığın bile çok düşük olduğu bir ülkede işçi sınıfının en bilinçli ve yeteneklilerin neredeyse tamamının iç savaşta yaşamlarını yitirmesi durumu değiştirdi. Bu koşularda işlerin yürütülebilmesi için devlet kurumlarında eski devlet aygıtının memurları ve teknik kadroları işlerin başına getirilmek zorunda kalındı.
Lenin’in 1922’deki Komünist Enternasyonal Kongresinde söyledikleri durumu çok iyi özetler: “…1917’de, iktidarı ele geçirdikten sonra, hükümet memurları işlerimizi sabote ettiler. Bu bizleri çok ürküttü ve onlara ‘Lütfen geri gelin’ diye yakardık. Hepsi geri geldiler ve bu da bizim talihsizliğimiz oldu. Bugün muazzam büyüklükte bir devlet çalışanları ordusuna sahibiz; ancak bunlar üzerinde gerçek bir kontrol uygulayacak yeterince eğitilmiş güçlerden yoksunuz.
Pratikte, biz en tepede siyasi iktidarı kullanırken bu aygıt çoğu zaman bir şekilde işliyor; ama aşağıda hükümet çalışanları keyfi bir kontrole sahipler ve sık sık ellerinde tuttukları bu kontrolü bizim aldığımız önlemlere karşıt bir biçimde kullanıyorlar. Yukarıda, ne kadar olduklarını bilmemekle birlikte bizim insanlarımızın sayısının her halükarda birkaç bini geçmediğini sanıyorum, dışarıdaki insanlarımızın sayısı ise birkaç on bin dolayında olmalı. Oysa aşağıda, Çarlık rejiminden ve burjuva toplumundan aldığımız, kimi zaman bilerek kimi zaman bilmeyerek bize karşı çalışan yüz binlerce eski memur var.”
Aynı şekilde Sovyet işleyişi de giderek artık yeni adı Komünist Parti olan partiyle bütünleşmeye doğru gitmeye başladı. Ellerinde bulundurdukları bilgi sahibi olma tekeliyle bu yeni kadrolar giderek kendini işçi sınıfının üzerinde tutan ayrıcalıklı bir zümre haline geldi. Bu yeni zümrenin etrafında toplandığı politik figür ise Stalin’di.
Stalinizm
1923’ten itibaren Sol Muhalefeti kuran Troçki ile Lenin’in savaş açtığı bu oluşum halindeki bürokratik kast Lenin’in ölümüyle güçlenerek Stalinizmin doğmasına yol açtı. Marksist-Leninist devlet anlayışına göre giderek gereksiz hale gelip sönümlenmesi gereken devlet, Stalinizmle giderek katılaşarak tam tersi bir yönde gelişti. İşçi demokrasisinin geçerli olduğu proletarya diktatörlüğü ise Stalin’de vücut bulan bir kişi diktatörlüğüme dönüştü.
Üretim araçlarının üzerinde özel mülkiyetin kaldırıldığı fakat işçi sınıfının elinden her türlü denetim ve karar alma gücünün koparıldığı; özünden uzaklaşmış bu işçi devletine hâkim kastın bundan sonraki tüm politikaları bu kendine has sistemi ne pahasına olursa elinde tutmaya odaklıydı. Özellikle de “tek ülkede sosyalizm” gibi anti Marksist teorinin ortaya atılmasıyla dünya devrimi Stalinizme kurban edildi. “Sosyalist anavatanı savunma” Komünist Enternasyonal çatısının altındaki Komünist Partilere empoze ettirilerek tüm başka ülkelerdeki işçi sınıfı mücadeleleri Stalinizmin varlığını devam ettirmesi uğruna raydan çıkartıldı. Böylelikle Çin, Almanya, İspanya gibi birçok ülkede devrimler bilerek başarısızlığa yönlendirildi. Çünkü dünyanın herhangi bir yerinde oluşacak bir işçi demokrasisi aynı zamanda Stalinizmin de sonu anlamına gelecekti.
Stalinizm daha embriyo halindeyken ona savaş açan ve 1940’ta Stalin’in bir ajanı tarafından öldürülen Ekim Devriminin tartışmasız lideri Troçki, Ekim Devrimi’nin tüm kazanımlarını hep savundu. Ona göre Rusya’da Ekim Devrimiyle kapitalizmi devirmiş olan işçi sınıfının yapması gereken Stalinizme karşı politik bir devrimle elinden alınmış ve yozlaşmış halde bulunan iktidarı yeniden ele geçirip işçi demokrasisini tekrar yerleştirmekti.
Dünya Savaşı’nın bitiminde ortaya yeni çıkan koşullar, dolayısıyla da Stalinizmin savaştan güçlenerek çıkmasından dolayı özünden uzaklaşmış işçi devletinin ömrü ancak 1989-92 yılına kadar sürdü. Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla başlayan halk hareketleri özünde sadece totaliter Stalinist rejimlerine karşı demokrasi talepleriyle ortaya çıkmışken, kitlelerin bu enerjisini politik bir devrime kanalize edebilecek Bolşevik Parti gibi politik bir gücün yoksunluğu onu çok kısa bir sürede milyonlarca insan için ağır sonuçlar doğuran kapitalist bir restorasyona dönüştürdü.
Sonuç
Ekim Devrimi, her şeyden önce işçi sınıfının iktidarı ele alıp sömürünün, savaşların olmadığı ve üretimin bir avuç sermayedarın karı için değil bilakis insan ihtiyaçları için yapıldığı bir toplumu organize edebilecek yetenekte olduğunu kanıtlıyor. Bunun içinse işçi sınıfını, yoksulları ve gençleri kapitalizme karşı bir araya getirip bir güç olmasını sağlayabilen doğru bir programa, stratejiye sahip ve her durumda doğru taktikler geliştirebilecek kabiliyette Bolşevik Parti gibi bir gücün zorunluluğunu gösteriyor.
Stalinizm yıkıldığında sonsuz zaferini ilan etmiş olan kapitalizmin şu an içinde bulunduğu krizden nasıl çıkacağını kimse bilmiyor. Savaşlar, yoksulluk, ulusal-dinsel-mezhepsel çatışmalar, doğanın yok olması kapitalizmin bizlere sunabileceği yegâne şeyler. Bugün sadece sekiz kişi, dünya nüfusunun yarısından fazlasının toplam servetinden daha fazla servete sahip. Her geçen gün daha fazla insan kapitalizmi sorgulamakta ve onun tek alternatifi olan sosyalizm tekrar dünya işçi sınıfının gündemine giriyor. Bu yüzden Ekim Devrimi ve ondan çıkarılacak dersler sınırsız ve sınıfsız, yani sosyalist bir dünya için verilen mücadelede bir ışık olmayı sürdürecek.