Sosyalist Bir Program Tartışması Kaçınılmazdır!
Gezi sonrasında başlayıp iki yerel, iki genel seçim ve bir de Anayasa referandumunu içeren ve işçi sınıfının geniş kesimlerinin sorunlarının çözümü için bel bağladığı, ardı ardına seçimlerin yapıldığı beş yıllık bir dönem, 31 Mart 2019’da yapılan yerel seçimlerle birlikte kapanmış oldu. Seçimlerin sonucu, bu sonucu hazmetmekte zorlanarak rezilce çamura yatan AKP için açık bir yenilgi; CHP/İYİ Parti gibi burjuva partileri için önemli bir zafer; AKP’yi geriletmek için CHP/İYİ Parti’den oluşan burjuva ittifakına destek vermekte çare bulan sol/sosyalist kesim için maliyeti yüksek bir zafer anlamına gelirken; işçi sınıfının bağımsız örgütlülüğüne yaslanan devrimci Marksistler açısından ise toplumda açıktan bir sağa kaymanın görüldüğü ve üstesinden gelinmesi gereken zorlu bir dönemin başlangıcına işaret ediyor.
SOSYALİST ALTERNATİF
Bu seçimler, 7 Haziran 2015 parlamento seçimlerindeki büyük hezimetle birlikte AKP’nin ikinci büyük yenilgisidir. 7 Haziran seçim depreminin ardından AKP’nin gücünü elinde tutma taktiklerinin toplumun geniş kesimlerine maliyeti çok ağır olmuştu: “Çözüm sürecinin” bitmesi ve Kürt illerinde sokak savaşları; Suruç, Ankara gibi onlarca insanın canına mal olan terör saldırıları; başarısız bir darbe girişimi ve benzerleri ile tüm bunların ağır sonuçları… Böyle uzun bir yolculuktan sonra Erdoğan en büyük hedefi olan başkanlık sistemine ancak aşırı milliyetçi MHP ile yapılan uzun süreli bir birlik sayesinde ulaşabilmişti.
Şimdi ise devletin tüm olanaklarını ve medyayı kendi etrafında dizmesine rağmen, AKP/MHP ittifakı, İstanbul da dahil en önemli büyükşehirlerin belediye başkanlıklarını kaybetti. Her ne kadar rejim ittifakının Türkiye çapındaki oylarının toplamı yüzde 52’ye tekabül etse de Ankara, İstanbul, İzmir, Antalya, Mersin, Adana gibi büyük şehirlerinin sosyo-ekonomik ağırlığından dolayı bu yüzde 52, bir zafere tekabül etmiyor.
Bu yenilginin ilk etkilerini Erdoğan’ın 13 Nisan’da yaptığı bir konuşmasındaki serzenişinde buluyoruz “…En ufak bir sarsıntıda merkezi bırakıp başka yerlere kaçmayacak. Şu anda bakıyoruz bazı yerlerde seçimlerde falan hemen anında sendika değiştirmek falan herkes bir yere savrulmaya başladı. Bu dava adamı olmak demek değil. Böyle olur mu?“ Bu yüzdendir ki AKP/MHP şimdi her türlü akıl almaz ve çoğunlukla da trajikomik manevralarla İstanbul’u vermemeye çalışıyor; aleni bir biçimde çamura yatıyor. Bu yazının yazıldığı an itibariyle, tüm işaretler Yüksek Seçim Kurulu’nun, AKP/MHP rejiminin emriyle İstanbul seçimlerini yenileteceğini gösteriyor.
Ekrem İmamoğlu burjuvazinin müstakbel alternatifi olabilir
Ana gövdesini CHP/İYİ Parti’nin oluşturduğu diğer burjuva muhalefet bloku ise Türkiye’nin en büyük altı belediyenin başkanlığını AKP’nin elinden alarak kendi paylarına büyük bir zafer kazanmış oldu. Her ne kadar birçok yerde belediye meclislerinde AKP/MHP çoğunluk olması ve Erdoğan hükümetinin blokajı nedeniyle işleri zor olsa da AKP karşısında kendi güçlerini konsolide etmek için büyük bir avantaj elde ederek kendilerini burjuvaziye bir nebze kanıtladılar.
Ayrıca öyle görülüyor ki İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığını kazanan CHP’li Ekrem İmamoğlu’nun kısa sürede parlayan popülaritesi ile de burjuvaziye sunabilecekleri Fransa’nın neoliberal Macron’u benzeri bir figüre sahip oldular. AKP daha önce kitleler nezdinde kabul gören ve solda duran Selahattin Demirtaş’ın yolunu onu içeri atarak (CHP’nin açık desteğiyle) kesti fakat Ekrem İmamoğlu’nda böyle bir yönteme başvurması şimdilik mümkün görünmüyor.
Bir başka Pirus zaferi
Diğer taraftan muhalefetin bu zaferinde çok önemli bir pay HDP’nin batı metropollerinde aday çıkarmayarak, tabanını CHP/İYİ Parti bloğuna oy vermek için mobilize etmesine ait. Kürt illerinde bazı yerlerde kayıplar kaydetmiş olsa da, ağır baskı koşulları ve hilelere rağmen belediyeleri Erdoğan rejiminin kayyımlarının elinden geri alması ve metropollerde kitlesini “bağrına taş basma” pahasına mobilize edebilmesi HDP’nin hem Kürt illerinde hem de batı illerinde konsolide olmuş bir tabanı olduğunun göstergesidir. Bu doğrultuda öyle görülüyor ki çeşitli sosyalist parti ve oluşumların da dahil olduğu HDP’nin bu seçimlerdeki taktiği ilk aşamada işe yaradı. Fakat bu taktiğin bedeli büyük ve bu açıdan olsa olsa bir Pirus zaferi olarak görülebilir.
7 Haziran 2015 seçimlerinin zaferi, Gezi Protestolarının ardından ortaya çıkan soldan esen bir rüzgârın bir sonucu olarak Gezi’nin adete seçimler üzerindeki izdüşümüyken, 31 Mart seçimlerinde, tüm burjuva partilerinin bir birileriyle milliyetçilik yarışına girdiği, sağcı söylemlerin hakim olduğu bir seçim zaferi söz konusu olan. Şimdi ekonomik bir krizin faturasının işçi sınıfının geniş kesimlerinin, gençlerin ve kadınların omuzlarına yıkılmak istendiği bir dönemde, tüm bu burjuva partilerinin, mesele sistemin bekası olduğunda, daha önce defalarca gösterdikleri gibi nasıl da kolayca mutabakat oluşturduklarına (birbirilerine gece gündüz hakaret etmelerine rağmen) tekrar tanık olacağız.
Burjuva sınıf mutabakatı
Daha oylar sayılmadan seçim gecesi yaptıkları konuşmada önce Erdoğan ve ardından diğer liderlerin yaptığı açıklamalar öngörümüzü doğrular biçimde. Erdoğankonuşmasında “Artık sık sık seçimlerle iççice olmayacağız… Gündemimizde çok önemli reformlar var” dedi. Sermayenin çıkarlarını koruyan bir parti reformdan bahsediyorsa, reformun pozitif bir kavram olduğuna bakmaksızın, bunun kemer sıkma, kesintiler anlamına geldiğini çalışanlar, gençler ve kadınlar olarak iyi biliyoruz. Aynı saatlerde İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener sınıf uzlaşmacı tutumunu ifade etmekte zaman kaybetmeyerek “Atacağınız her doğru adımda destekleyeceğimizi, atacağınız yanlış adımda da Türk milleti adına karşınızda dimdik duracağımızı bilin” ifadelerini kullandı. Aynı şekilde CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu ise bunu daha net ifade etmeye özen gösteriyor: “Biz yine sorumluluğu bilen, sorumluluğunun bilincinde olan bir parti olarak ekonomik krizin aşılması konusunda bize düşen her görevi yerine getirmeye hazırız. Bir daha söylüyorum, iyi ki ekonomik kriz oldu diye özel bir fırsatçılığa takılmak istemiyoruz. Tam tersine bir ekonomik kriz var, mutfakta yangın var ve bunun aşılması için siyaseten ne gerekiyorsa biz her türlü fedakârlıkta bulunmaya hazırız”. Kılıçdaroğlu ve diğerleri ekonomik krizin faturasını zenginlerin ödemesi için işi sınıfının vereceği mücadeleye desteği fırsatçılık olarak değerlendirmekte ve böyle bir yola girmeyeceğine şimdiden garanti veriyor.
HDP sosyalist bir program tartışması başlatmalı
HDP, ilk defa katıldığı 7 Haziran seçimlerinden bu yana tüm seçimlerde kilit bir pozisyonda oldu. Hiç kuşku yok ki bu kilit pozisyonu HDP’nin inşasına ve Türkiye çapında yerleşik bir parti olmasına önemli katkıda bulundu. Bu seçimlerde HDP’nin batıdaki önemli metropollerde aday çıkartmayarak kendisini buralarda adeta geri planda tutması ise Erdoğan’ın muhalif kesimlere HDP üzerinden saldırılması sonucu bir nebze boşa çıktı ve HDP yine gündemde kaldı. Bu şekilde, burjuva muhalif partilerinin bu seçimi ancak HDP’nin oylarıyla kazanabildiği geniş kesimlerde görünür hale geldi.
Yine de kapitalizmin dünya çapında çatırdadığı, Türkiye’de sonucu milyonlar için ağır olacak ekonomik bir krizin eşiğinde HDP’nin seçimlerde takındığı “sınıflar üstü” politik tutum yanlıştı ve kuruluş amacına da aykırılık teşkil ediyor. Kapitalizmin krizine karşı verilecek mücadelede belirleyici bir öneme sahip olan işçi sınıfının birliğinin önünde Türkiye’de yeşertilen milliyetçiliğe ve kapitalist sömürüye karşı panzehir sınıflar üstü bir tutum/programla değil bilakis sadece sınıf temelli olabilir. Bu, Türkiye çapında alternatif bir parti olma gibi bir hedefi olan HDP’nin üstesinden gelmesi gereken zorlu bir görevdir artık. Bu yüzden HDP’nin önümüzdeki krizle başlayan dönemdeki büyük mücadelede bir kitle partisi olarak cevap verebilmesi için, bankaların ve kilit sanayinin, işçilerin demokratik denetimi ve yönetiminde kamulaştırılmasını da içeren sosyalist bir program tartışmasın acilen gündemine alması lazım.
Önümüzdeki dönem, işçi sınıfı ve ezilen kesimler açısından zorlu geçecektir. Krize karşı gerçek sosyalist bir program tartışması artık kapitalizme karşı gerçek bir alternatif sunmak isteyen hiçbir kesimin kaçamayacağı meselelerden biri halindedir!