Uzun süredir Türkiye’de var olan derin politik kriz 15 Temmuz akşamı ordunun içinden bir grup tarafından yapılan darbe girişimiyle yeni bir aşamaya ulaştı. Bu darbeyi geri püskürtmeyi başaran Erdoğan rejiminin kendisine karşı olan bu darbeyi kendisine ait yeni bir zafere çevirmesine izin vermeyelim.
Olayların seyrinin özeti
15 Temmuz akşam İstanbul’da Boğaziçi Köprüsünün bir grup askerler 21.30’da trafiğe kapatıldığı sırada Ankara’da savaş uçakları Parlamento’nun, Saray’ın ve MİT Müsteşarlığının üzerinde 100 metreye varan alçak uçuşlar yaptı. Havada helikopterler ve savaş uçakları karşılıklı dalaştığı sırada Genel Kurmay Başkanlığı binasında çatışmalar yaşandı. Aynı zamanda İstanbul havaalanı kuşatılırken, emniyet binaları hedef alındı. Gölbaşı’nda bulunan Özel Harekat Merkezi’ne uçakla yapılan saldırıda 42 kişi öldü.
TRT’ye giren bir grup asker Yurtta Sulh Harekatı adına ülke yönetimine el koyduğunu duyurdu. Erdoğan’ın belli bir zaman sonra bir cep telefonu üzerinden yaptığı “”tüm milletimizi illerimizin meydanlarına davet ediyorum, milletçe meydanlarda toplanalım, toplarıyla, tanklarıyla ne yapacaklarsa yapsınlar” çağrısıyla yavaştan insanlar dışarda toplanmaya başladı. Bir taraftan insanların banka ATM’lerinin ve ekmek fırınlarının önünde kuyruklar oluşturduğu gözlemlendi. İnsanları sokağa mobilize etmek için gece boyunca camilerden ezan okunur ve çağrılar yaparken Ankara ve İstanbul’da belediye tüm toplu taşım araçlarını ücretsiz hizmete sundu.
Diğer taraftan halk, İstanbul ve Ankara’da gece boyunca gerek savaş uçaklarının alçak uçuşu gerekse de patlamalar, silahlı çatışmalardan sarsılan evlerinin duvarlarının arkasında korku ve endişe içerisinde iliklerine kadar yaşadı tüm gelişmeleri. Özellikle de tekbirlerin, ilahilerin, ezanların eşliğinde mobilize olan AKP yandaşları, nüfusun darbeye karşı fakat rejimine muhalif kesimi büyük bir endişe ve moral bozukluğu içine girmiş halde.
Darbe mi yoksa tiyatro mu?
Ne var ki Erdoğan’ın gücü elinde tutmak için her türlü entrikadan çekinmeyeceğini çok iyi bilen bir kesim tüm bu gelişmelerin bir bizzat Erdoğan rejimi tarafından kurgulanmış olduğunu düşünüyor. 200’e yakın kişinin öldüğü, Meclis’in bombalandığı ve bir iç savaşı andıran çatışmaların yaşandığı bu olayın bir darbe denemesi olduğuna hiç kuşku yok. Fakat uzun süredir başkanlık hedefine ulaşıp Bonapartist bir tek adam rejimi inşa etmek isteyen Erdoğan’ın elinin böylece güçlenmiş olduğu da kesin. Gece boyunca kitlesini mobilize etmeye çalışan AKP darbenin geri püskürtüldüğü Cumartesi akşam büyük bir güç gösterisi için kitlesine her taraftan çağrı yapıyor. Tüm Türkiye vatandaşları T.C Devleti adında bir hesaptan buna dair mesajlar alıyorlar. Cep telefonu üzerinden yaptığı açıklamanın dışında hiç görünmeyen Erdoğan belli ki büyük bir gövde gösterisi için kendini hazırlıyor.
Darbeye hayır, Erdoğan rejimine hayır!
14 yıldır ülkeyi yöneten Erdoğan son birkaç yıldır bir taraftan otoriter baskı araçlarını kullanarak gücünü yerleştirmek için her türlü metodu deniyor. Haziran 2013’te bu durum karşısında Gezi Parkı etrafında çıkan protestoları 8 genç insanın ölümüne de yol açan vahşi polis baskısı ile bastırmaya çalıştı. Anti demokratik rejimine oluşan muhalefet karşısında ülkeyi planlı bir şekilde kutuplaştırırken, kendisinin de merkezinde olduğu 17/24 Aralık yolsuzluk operasyonlarının ardından birlikte hareket ettiği Gülen hareketini terörist örgüt ilan etti. Devletin, emniyet, MİT, yargı gibi tüm kademelerinde kendi kadrolarını yerleştirmek için operasyonları düzenleyerek, binlerce insanı tutuklattı. Yıllarca vesayetle mücadele adı altında mücadele ettiği askeri bürokrasiyle tekrar barışarak, daha önce Ergenekon davalarıyla ya da darbe planlarından dolayı müebbet hapse mahkum ettiği kişileri bile dışarı saldı. Son olarak ta Ordu’nun içerisinde bir temizlik hazırlığı içerisinde olduğu biliniyor.
Erdoğan rejimi özellikle de bir yıl önceki Haziran seçimlerinden sonra kaos, korku, terör, katliamların merkezinde olduğu bir taktik uygulamakta. Kürt sorununda çözüm sürecini bitirerek askeri yöntemlere başvurdu ve bu tutumunun sonucunda birçok Kürt kenti yerle bir edilmiş durumda. Aşırı milliyetçi, sert politikalar eşliğindeki bu taktik 1 Kasım seçimlerinde tuttu ve AKP tekrar tek başına iktidar oldu. Fakat AKP Erdoğan’ın başkanlık hedefi için gerekli olan çoğunluğu Meclis’te yakalayamadı. Ayrıca Türkiye’de Haziran seçimlerinden sonra özelikle muhalefet partilerinin bir koalisyon oluşturacak durumda olmadıkları ortaya çıktığı andan beri politik bir kriz ya da bir çıkmaz yaşanıyor.
Bu darbe tüm bu politik kriz içerisinde geldiğini hissettiriyordu. Hatta azımsanmayacak bir kesim içerisinde içten içe umulmaya da başlamıştı. Çünkü var olan hiçbir parti ya da var olan politik sistem içerisinde otoriter Erdoğan rejimine alternatif sunabilecek bir güç yoktu. Ne HDP’lilerin dokunmazlıklarına onay veren CHP, ne aşırı sağcı milliyetçi MHP hem sahip olduğu program hem de kendi içinde bölünme sürecinden dolayı Erdoğan rejimine karşı bir alternatif olabiliyorlardı.
Diğer taraftan 1 Kasım seçimlerini bir taraftan kaos ve terör yaratan diğer taraftan da bunları bitirme vaadiyle kazanan AKP’nin başkanlık planı toplumda destek kaybediyordu. Başkanlık sistemini de içeren bir Anayasa taslağının Haziran sonunda meclise sunmayıp ve muhtemel seçimi ertelediği gözlenen AKP ve Erdoğan’nın yeniden oyun kurmak üzere olduğu aşikardı. Diğer taraftan tüm bunlar bir tıkanmışlığın ve çıkmazın en somut kanıtlarını oluşturuyor.
Fakat eli silahlı bir grup askerin iktidarı bir darbe sonucunda ele geçirmesi tüm bunların alternatifi değildir. İster başarılı olsun ister başarısız doğası gereği anti demokratik olan askeri darbeler işçi sınıfı açısından var olan kötü durumun daha da kötüleşip karmaşıklaşmasından başka bir şeye yaramaz. Ayrıca böyle bir darbe ilk başta otoriter Erdoğan rejimi gibi sağcı rejimlere yapıldığında bile sonunda esas olarak yine işçi sınıfı mücadelesini ezmeye yarar.
15 Temmuz akşamı ülke içinde sulh yerleştirmek iddiasıyla yapılan bu başarısız darbe geniş kesimleri çıkarlarına karşı başarılı bir darbe oldu. Çünkü Erdoğan rejimi artık bu durumu kendi lehine kullanacak. Zaten uygulamakta olduğu anti demokratik baskıcı uygulamalar daha da derinleşecek. Ordu içinde planlanan temizlik ile kendi kadrolarını yerleştirme planı daha hızlı ve kolay hayata geçirilecek. Nitekim, saldırının üzerinden 24 saat bile geçmeden Yargıtay, Danıştay üyeleri ile birlikte bir Anayasa Mahkemesi üyesi de tutuklandı. Kısa sürede kendine olan desteği iyi örmek isteyecek Erdoğan’ın ajandasından çıkarmış gibi göründüğü bir baskın seçimin tekrar gündeme gelme ihtimali oluşmuş durumda.
Gerçek bir çözüm için birleşik bir sınıf partisi inşa etmek
Anti demokratik, yolsuz ve büyük bir sosyal eşitsizlik üzerine oturan Erdoğan rejimine alternatif bir partinin olmayışı kitleleri ya bir darbe beklentisine ya da din, mezhep ve milliyeti merkezine alan ideolojik arayışlara sokuyor. Kırılgan da olsa kısmen istikrarlı giden ekonomi insanların meselenin özünden yani sınıf bilinci üzerinden hareket etme motivasyonundan uzaklaştırıyor. Oysa Erdoğan rejimi bir avuç sermayedarın ve onların bürokratlarının çıkarlarını kollayan bir rejimin en iyi temsilcisi. O yüzden de Erdoğan’ın peşine düşmek milyonlarca işçinin ve yoksulun kendi sömürücülerinin arkasına takılmaları anlamına geliyor. Bundan dolayı askeri darbeye karşı dururken Erdoğan rejimine en ufak bir destek vermeden, darbe karşıtlığını Erdoğan rejimine karşı olan mücadeleyle birleştirerek mücadele etmek zorundayız. Bu bağlamda Kürt, Türk, Sunni ve Alevi nüfusun çıkarlarını sınıf temeli üzerinde savunacak bir kitle işçi partisinin ihtiyacı kendini her zamankinden daha acil hissettiriyor. Böyle bir parti olsaydı, dün sokaklara darbeye karşı duran kitlenin enerjisi bizzat sisteme karşı çevrilebilir ve gerçek bir alternatif, yani sosyalist bir demokrasi hareketine döndürülebilirdi. Önümüzdeki günlerin bu anlamda Türkiye işçi sınıf açısından zor ve karmaşık geçeceği kesin. Fakat mücadele devam ediyor, böyle bir partinin inşası için çabalamak bir zorunluluk. Ayrıca Erdoğan’ın bu darbeyi kendisine yeni bir zafere çevirmemesi için meydanı AKP’ye bırakmak gerekiyor. Yapılan veya muhtemel darbeleri önleyebilicek olan işçi sınıfının kendisidir. Yapılan protesto gösterilerinin AKP’nin showuna dönüşmemesi için sınıf temelli protestolar şart! Bunun için Türkiye soluna, sendikalara ve özellikle HDP’ye büyük görev düşüyor. Acilen KESK, DİSK gibi emek öğütlerinin, HDP ve diğer sol örgütlerinin AKP’den bağımsız darbe karşıtı gösteriler için çağrı yapması gerekiyor.