Trump’a karşı kitlesel direnişe ve %99’un yeni partisine ihtiyacımız var
Socialist Alternative ’in Trump’ın zaferinin hemen ardından yaptığı son analizi yayınlıyoruz. 9 Kasım’da seçim gecesi Socialist Alternative Trump’ın seçilmesine yönelik ilk yanıt olarak ABD çapında gösteri ve yürüyüşler organize etti. Birkaç saat sonrası için yapılan bu duyuruya on binlerce insan katıldı.
ABD ve dünyanın diğer ülkelerindeki insanlar 8 Kasım sabahı Donald Trump’ın başkan seçilmesiyle dönemsel hafızamızın en şoke edici siyasi altüst oluşa uyandılar. Seçim, sıradan Amerikalıların siyasi düzen ve küreselleşme ve neoliberalizme karşı ayağa kalktığı seçim turlarının doruk noktası oldu. Bu durum hem solda “milyarder sınıfa karşı siyasi devrim” sloganıyla milyonları ateşleyen Bernie Sanders’ın kampanyasında hem de ters taraftan Trump’ın kampanyasında kendisini ortaya koymuştu.
Ancak Trump sadece işçi sınıfı toplulukları içinde “unutulmuş kadın ve erkeklerin” sözde savunucusu olarak adaylık kampanyasını yürütmedi. Onunki aynı zamanda büyük partiler açısından modern zamanların en şovenist ve en açık şekilde bağnaz kampanyasıydı. Trump beyaz milliyetçiler için bir alan açtı, beyaz üstünlüğünü savunanların saklandıkları deliklerden çıkması için zemin hazırladı ve hoşnutsuz beyaz işçi ve gençlere ulaşmaya çalıştı. Bu elbette son derece tehlikeli bir gelişmedir.
Ancak Demokratik Parti’nin büyük başarısızlığını saklamak için liberal yorumcular tarafından durmak bilmeksizin tekrarlandığı şekilde, beyaz işçi sınıfının önemli bir kesiminin Trump’ın ırkçılığını ve yabancı düşmanlığını paylaştığı yönündeki açıklamalarını tamamıyla reddediyoruz. Clinton az bir farkla da olsa Trump’a karşı halkın oyunu aldı. Trump’sa toplamda oyların sadece %47,5’unu kazanabildi ve ek olarak, en yoksulların ve dışlanmışların içinde olduğu on milyonlarca Amerikalı oy kullanmadı.
Trump’a verilen oylar her şeyden önce Clinton’a ve düzene karşı idi. Şirketlerin statükolarının mükemmel temsilcilerine karşı “değişim aktörüne” verilmiş oylardı. Pek çok insan Trump’ın bu “hileli sisteme” ve istihdam yaratan işleri deniz aşırı ülkelere taşıyan şirketlere yönelik saldırısını benimsedi. Sağ popülizmin baştan çıkarıcılığının karşısında, solun alternatif olmak konusunda net bir tercih ortaya koyamaması ise, bu seçimlerin en trajik boşluğuydu.
Socialist Alternative, açık bir kadın düşmanının bu seçim başarısından iğrenen ve onu doğru bir biçimde geriye doğru bir adım olarak gören milyonlarca kadınla aynı safta. Bilinmeyen sayıda kağıtsız işçinin kitlesel olarak sınır dışı edilmesinden korkan Latinlerle aynı safta. Trump’ın nefret söylemlerinin şiddeti artıracağından ve aşırı sağa güç kazandıracağından korkan Müslüman ve Afrika-Amerikalılarla aynı safta.
İşçi sınıfı ve ezilenlerin omuz omuza durması, sağın saldırılarına karşı bir arada olması gerektiğini göstermek için Trump’ın seçim zaferi kesinleşince tüm ülke çapında protesto çağrıları yaptık. Son 24 saattir bizim kim olduğumuzu soran kişilere yanıt vermeye gömülmüş durumdayız. Şirketler tarafından yönetilen partilere ve sağa karşı hemen bugün %99’un partisini kurmalıyız ki, 2020’de yeniden bir felaket yaşanmasına izin vermeyelim.
Egemen sınıflara şok
Bu seçimlerin sonuçları sadece ilerici işçiler, kadınlar, göçmenler, farklı renklerden insanlar ve LGBTQ’lar için değil, aynı zamanda çok farklı nedenlerle ABD’nin yönetici elitleri için de büyük bir şok oldu.
Egemen sınıfların önemli bir kesimi Trump’ın yönetmeye ehil olmadığını düşünmekte. Gerçekten de Trump’ın rakiplerini kamusal alanda alenen aşağılaması ve algıladığı en ufak bir saldırıyı twitterdan hemen edepsiz bir dille yanıtlaması gibi “aptal oğlan” tutumları, “başarısız devletlerin” “güçlü adam” görünümlü diktatörlerine daha çok benziyor. Egemenler haliyle, Trump’ın ABD’nin özellikle Orta Doğu ve Asya’da Rusya ve bilhassa gittikçe artan ölçüde saldırganlaşan Çin emperyalizmi tarafından halihazırda tehdit altında olan çıkarlarına zarar verme potansiyeli olduğunu düşünüyorlar.
Ayrıca Trump’ın serbest ticaret anlaşmalarına ve son 40 yılın egemen kapitalist ekonomik doktrinlerine yüksek sesle karşı çıkmasından çok fazla rahatsızlar. Ancak şu da bir gerçek ki, küreselleşme çamura saplandı, onun motoru olan ticaret kısmi bir yenilgiye uğradı. Bu bakımdan Trump’a verilen oyun İngiltere’de işçi sınıfının küreselleşme ve neoliberalizme kitlesel karşı duruşunu gösteren Brexit oyuyla bir paralelliği olduğunu düşünebiliriz.
Egemenler, ek olarak, Trump’ın kaba ırkçılığı, yabancı ve kadın düşmanlığının yeni sosyal patlamalara neden olacağı konusunda endişeliler ki, bu endişelerinde haklı olduklarını kısa zamanda kesinlikle görecekler.
Daha derinde bir yerde ise egemenlerin bu seçim sonucunun en şok edici unsurlarından bir tanesi belki de iki parti sistemi aracılığıyla egemen oldukları siyasi modelin bu seçimde kırılmış olmasıdır. Bugüne kadar, bir seçim turundan bir diğerine gidilirken, ön seçimler şirketlerin çıkarlarına uygun olmayan adayları elemek için kullanıldı. Arkasından seçmenler iki “muayenesi tamamlanmış” adaydan birisini seçme tercihiyle baş başa kaldılar. Şirket elitleri elbette birini diğerine tercih edebilirler ancak sonuçta ikisiyle de yaşayabilirlerdi. Böylece sıradan insanlar “daha az şeytani” olana ya da zaten seçilmeyecek olan üçüncü adaya oy vermeyi tercih etmek durumunda bırakıldılar.
Ancak bütün bunlar 2016’da değişti. İlk olarak Bernie Sanders şirketlerden bir kuruş bile almadan 220 milyon dolarlık bir bağış topladı ve şikeli Demokratik Parti önseçimlerinde Hillary’i yenmeye çok yaklaştı. Trump da Cumhuriyetçi “bağışçı sınıf” tarafından dışlandı, son iki Cumhuriyetçi başkan ve son dönem Cumhuriyetçi başkan adayları tarafından açık ve net olarak reddedildi.
Etme-bulma dünyası
Önseçimlerin seçmenleri modern zamanın en az popüler iki adayından birisine oy vermek zorunda bırakması hala şaşırtıcı. Sandık çıkış anketleri seçmenlerin yüzde 61’inin Trump’a, yüzde 54’ünün ise Clinton’a yönelik reddedici bir tutumu olduğunu göstermekteydi.
Önseçimlerde Demokratik Ulusal Komite, kamuoyu araştırmaları Trump’ın karşısında Sanders’in başarı şansının daha yüksek olduğunu göstermesine rağmen, kurulu düzenin seçtiği Hillary Clinton’un aday olması için her türlü düzenbazlığı yaptı. Bu durum, Trump’ın potansiyel seçmenlerinin Wall Street’in egemenliğine ve serbest ticaret gündemine karşı işçi sınıfının sahici taleplerine, 15 dolar saatlik asgari ücret, ücretsiz eğitim, tek ödeme planlı sağlık hizmeti ve yeşil altyapıya yoğun yatırım gibi taleplere açık olduğunu gösteriyordu. Ancak gerçek şu ki; Demokratların liderliği işçi sınıfının ve yoksulların çıkarları adına konuşmaktansa seçimi kaybetmeyi tercih ettiler.
Sendikacıların önemli bir kesimi ve birkaç ulusal sendika Sanders’ı desteklerken, sendika liderlerinin pek çoğu önseçimlerde utanmazca Clinton’un arkasına desteklerini ve milyon dolarlarca para vererek dizildi. Bu yolla işçi önderliği işçi sınıfı lehine bir mücadele yerine Wall Street’in adayına payanda oldular.
Clinton seçimlere derin yara almış bir şirket adayı olarak girdi. Medyanın en fazla dikkatini çeken Devlet Departmanı eposta skandalı idi. Ancak süregiden Wikileaks ifşaatları, Sanders’ın önseçimlerde çizdiği resmi destekler nitelikteydi: Clinton Wall Street’in uşağıdır.
Liberaller ve onların savunucuları seçim sonuçları için beyaz işçi sınıfını, Bernie’nin seçmenlerini ve hatta Jill Stein’a oy verenleri suçlayacaklardır. Ancak sürekli tekrar ettiğimiz gibi, Demokratik Parti işçi sınıfının haklarını savunmayı bırakalı çok oldu. Onyıllardır bir neoliberal uygulamadan bir diğerine koşuyorlar. “Bildiğimiz anlamda refahın sonundan” Clinton yönetiminde NAFTA’yı dayatarak “kitlesel kemer sıkmayı genişletme” ve bankaların başka alanlarda ticaret yapmasını yasaklayan Glass-Steagal Kanunu’nu kaldırma, Obama yönetiminde de milyonlar evlerini kaybederken bankaları kurtarmaya kadar geldik.
2008 ve 2009 ekonomik çöküntüsünden sonra sol Obama’ya geçit verdi. Demokratlar Kongreyi kontrol etmelerine karşın 1930’lardan beri yaşanan en kötü krizin işçi sınıfı üzerindeki etkilerini azaltmak için hiçbir şey yapmadılar. Tam da bu gelişme Çay Partisi’ne Wall Street ve politikacılara yönelik öfkeyi muhalefete çevirmek fırsatını tanıdı.
Önseçimlerde Sanders’a oy veren yüzde 45’in baskısı altında, Demokratlar son 40 yıllık tarihlerindeki en sol seçim bildirgesini yayımladılar. Ancak Clinton seçim kampanyasını Trump’ın Cumhuriyet için varoluşsal bir tehlike olduğu ve “Amerika’nın zaten büyük olduğu” mesajlarına dayandırdı. Ancak Hillary’nin bağışçıları işçi sınıfı içinde beklentinin yükselmesi korkusundan olsa gerek, onun asgari ücret ya da okul ücreti gibi konuları dile getirmesini istemediler. “Hillary’nin ilericilik konusunda hiçbir inandırıcılığı yoktu, biz ne yapabiliriz?” denilebilir. Peki ne yaptı? Elizabeth Warren gibi biri yerine, Transpasifik Ortaklık Anlaşması’nı (TPP) ve bankaların liberalleşmesini savunan Tim Kaine’i başkan yardımcısı adayı olarak seçti. Goldman Sachs çalışanlarının onun döneminde devlet kurumlarına atanmayacağına dair söz vermeyi reddetti. Tüm bunlar gerçek bir değişime aç olan insanlar için umut aşılamayan hareketlerdi.
Bu nedenle de Clinton’un daha büyük bir seçmen kitlesini kendisine bağlayamaması sürpriz olmadı. Ne Trump ne de Clinton oyların yüzde 50’sinden fazlasını alabildi. Clinton seçmen kitlesinden Trump’tan az bir oy fazla alırken, Obama’nın 2012’deki seçimde aldığından 6 milyon, 2008’de aldığından tam on milyon az oy almış oldu. Aynı zamanda Trump’ın oyu da Romney’inkinden bir milyon daha düşük oldu.
Jacobin’in işaret ettiği gibi, “Clinton Obama’nın dört yıl önce Latinlerden aldığı yüzde 71 oya kıyasla sadece yüzde 65 alabildi. Bu Amerika’nın güney sınırına duvar çekeceğini söyleyen ve Meksikalı tecavüzcüleri anarak kampanyasına başlayan bir aday karşısında oldukça düşük bir başarı. Clinton üniversite eğitimi olmayan kadınların yüzde 34’ünün oyunu alabildi. Toplamda kadınların sadece yüzde 54’ünün desteğini kazandı. Ki Obama 2012’de kadınların yüzde 55’inin oyunu almıştı. Clinton, elbette, filmde oynayan bir kadını “a.ından” tanıyan birisi olmakla övünen bir adayın karşısındaydı. Clinton aynı zamanda daha genç siyah işçileri de seçim sandığına taşıyamadı. Ve daha önceki seçimlerde Barack Obama’nın silip süpürdüğü beyaz işçi sınıfı topluluklarını da kaybetti”.
Demokratlar bu seçimlerde çok tehlikeli bir oyun oynadılar ve kaybettiler. Onların hatasının bedelini ödeyenlerse işçi sınıfı, farklı ırklardan insanlar ve kadınlar olacak.
Sanders oy pusulasında yer almalıydı
Son birkaç yıldır ABD’de gençler arasında sosyalizm destekçilerinin büyümesiyle ve azınlıklar arasında açık yabancı düşmanlığı ve ırkçılığa karşı geliştirilen Black Lives Matter gibi hareketlerle artan açık bir siyasal kutuplaşmaya tanık oluyoruz. Amerikan toplumunda genel eğilim, evlilik eşitliği, daha yüksek asgari ücret ve zenginlerin vergilendirilmesi gibi konularda gördüğümüz gibi sola daha yakınlaşıyor. Bu seçimler, bu gerçeği değiştirmedi ancak Başkanlık, İki Kongre ve devlet kurumlarının direksiyonuna sağı oturttu.
Beyaz işçi sınıfının ve orta sınıfın büyük bir çoğunluğu bu seçimleri Demokrat Parti’nin ve Cumhuriyetçi Parti’nin düzenci bakış açılarını reddettiklerinin altını kalın biçimde çizmek için kullandılar. On milyonlarca insan şirket elitlerine karşı çıkmak için bir yol aradılar. Aşırı sağa yönelik desteğin arttığı gerçeğine gözlerimizi kapatamayız ancak yukarıda yaptığımız vurgu, sandık sonrası araştırmalarda kendilerine “kağıtsız göçmenlerle ilgili ne yapılmalı” sorusuna, yüzde 25 oranında “sınır dışı edilmeli” cevabına karşı yüzde 70 oranında “yasal statü verilmeli” diyen seçmenler tarafından da doğrulanıyor.
Tam da bu nedenle Bernie Sanders’in seçimlerde oy pusulasında yer almaması gerçekten trajikti. Biz ilk Başkan adaylığı kampanyası fikrini ileri sürdüğü Eylül 2014’ten beri bağımsız aday olması konusunda ısrar ettik. Demokrat Parti’nin ön seçimlere girmeye karar verdiğinde bu çerçeveyi kabul etmedik ancak onun destekçileri ile birlikte programını uygulamanın nasıl mümkün olduğu ve yeni bir ihtiyacı konusunda tartışmayı sürdürdük.
Hillary’i desteklemenin sonuçlarına ilişkin uyarılarımızda trajik biçimde haklı çıktık. Eğer Sanders bizim ve başkalarının da söylediği gibi, Kasım ayına kadar bütün yolu bağımsız aday olarak koşmayı başarabilseydi, onun varlığı seçim yarışının karakterini radikal bir biçimde değiştirirdi. Başkan adayları arasındaki tartışmalarda kendi tarzının egemen olmasını sağlayabilirdi ve biz bugün kendisinin aldığı milyonlarca oya dayanarak yüzde 99’un yeni partisini kurmak konusundaki acil sorunumuzu hep beraber konuşuyor olurduk. Bu büyük fırsat maalesef kaçtı.
Socialist Alternative seçimlerde Yeşil Parti’nin adayı, işçi sınıfının çıkarları lehine konuştuğu için de bir milyondan biraz fazla oy alan Jill Stein’ı destekledi. Stein’ın kampanyasının pek çok sınırlılıkları olmasına karşın, aldığı oy kitlesel bir sol alternatifin gelişmesi için önemli bir potansiyel olduğunu bize gösteriyor.
Kaos ve mücadelenin başkanlığı
Donald Trump’ın başkan seçilmesi çok sayıda negatif sonuç doğuracak bir felakettir. Ama aynı zamanda ABD’de halihazırdaki siyasi ve sosyal meydan okumaları hızlandıracaktır. Seçim sürecinin sonuna kadar, FBI’ın kendisini araya sokup laf söylemesi, Trump’ın bıkmadan yorulmadan “şaibeli” siyasal sistemden bahsetmesi de manzaraya eklenince, kapitalizm ve onun kurumları belki de hiçbir zaman olmadığı kadar inandırıcılığını kaybetmiştir denebilir.
Solun çeşitli kesimlerinde kaçınılmaz olarak bir umutsuzluk ve toplumu ileri taşımanın mümkün olmadığına dair bir duygu belirecektir. Ancak bu ruh halinden hızlı bir biçimde çıkmak gerekir. Bernie Sanders’in doğru bir biçimde işaret ettiği gibi, gerçek dönüşüm aşağıdan yukarıya, işyerlerinde ve sokaklardaki kitle hareketlerinden doğacaktır.
Trump’ın zaferi “karşı devrimin kırbacıdır”. Bu süreçte milyonları savunmaya iten kaotik bir ortam ve provokasyonlar olacaktır. Tam da bu nedenle son dönemde radikalleşmiş olan kesimler değişim için gerçek bir kitle hareketinin inşası yönündeki çabalarını ikiye katlamalıdır. Son yıllardaki toplumsal hareketler ve özellikle Black Lives Matter, bu potansiyeli göstermiştir.
Aynı zamanda Trump’ın kendisini seçenleri kısa bir süre içinde hayal kırıklığına uğratacağını da görmek gerekir. “Duvar inşa etmek” otomasyon ve ticaret anlaşmalarıyla kaybedilen işlerin yerine milyonlar için daha iyi işler yaratmaya yaramaz. Bunun yanında 21 inci yüzyılın altyapısına yatırım yapmak hakkında konuşan Trump, kendisi gibi milyarderlere vergi muafiyeti getirmeyi de vaat etmiştir. Trump’a karşı kitle hareketi, ırkçılığı derinleştirerek “Amerikan rüyası”nı yeniden yeşertmek yerine, tüm gençlerin daha onurlu bir geleceğe sahip olması için nasıl bir gelecek inşa etmemiz gerektiğini beyaz işçi sınıfına da anlatmalıdır. Böyle bir gelecekse, sadece sosyalist politikalarla inşa edilebilir.