Black Lives Matter!
ABD, Minnesota, Minneapolis’te 25 Mayıs’ta George Floyd isimli bir siyah polis tarafından vahşice katledildi. Bu vahşete karşı devletin yaptığı tek şey katilin polislikten men edilmesi oldu. Böyle bir adaletsizlik karşısında halk adalet talebiyle bir sonraki gün (26 Mayıs) Minneapolis’de sokaklara döküldü. İnsanların kitleler halinde sokağa çıkması ve hatta katilin evinin önüne gelmesiyle beraber yargı ancak devreye girebildi ve Floyd’u öldüren polisin, suç ortaklarıyla beraber 3. dereceden cinayetle yargılanacağını bildirdi. Bunun da yeterli olmadığını düşünen insanlar Minneapolis’de eylemlerini durdurmadı ve eylemler 27’sinde diğer şehirlere de sıçradı. Bu ilk eylemler “Black Lives Matter” tarzı eylemlerdi. Ayın 28’sinde ise Minneapolis’in yağmalanmış ve yakılmış olduğunu gördük ve aynı gün yine başka şehirlerde, bu sefer daha büyük bir şekilde gerçekleşen eylemler vardı. Georgia, Atlanta’da ise Minneapolis’de yaşanan olayların neredeyse aynıları yaşandı. Eylemler giderek büyüyordu. Polis merkezleri ateşe veriliyor ve polisler şehrin dışına çıkarılıyordu. Çünkü öfkeli halk bu cinayetin sebebinin (ABD’li tabirle) “birkaç çürük elma” değil sistematik bir ırkçılık olduğunu düşünüyordu ve kafalarında sadece Flyod’un can verdiği o 8 dakika değil, bilakis siyahların ABD’deki 400 yılı artı bu vahşi 8 dakika vardı.
Kölecilik
Siyahlar köle olarak şu anki ABD topraklarına 1619’da “20 kadar” kişi olarak getirildiler ve İngilizlerin ilk kolonisi olan Jamestown’da satın alındılar [i]. O günden bu güne kadar ABD’de siyahlar köleliğin en ucuz işgücü olması sayesinde ABD’deki burjuvazinin sermayesini inşa etmede çok önemli bir rol oynadılar. Portekiz, İspanya gibi ülkelerce başlatılıp önceleri din ayrımına dayalı yürütülen kölecilik ABD’de 19.yy’da artık tamamen deri rengine bağlı bir kalıp halini aldı. Tabi ki de bu durumdan kazananın sadece “beyaz adam” olduğunu iddia etmek ırkçılığın altındaki ekonomik ilişkileri görmezden gelmektir. Kölecilik faaliyeti çoğunlukla Avrupa’daki ve Afrika’daki bazı sınıfların ortak çıkarlarından doğan bir meseleydi. Avrupalı tüccar bu işten kazandığı gibi ona savaştan ganimet olarak topladığı kölelerini satan Afrikalı kabile reisi de (belki onun kadar olmasa da) kazandı.
19.yy ortalarında kölelerin ucuz emeğine üretim araçlarının gelişmesiyle beraber ihtiyacı kalmayan ABD köle meselesini bir iç savaş sonucunda burjuvazisini tekrar dengeleyerek halletti. Fakat tarih bir anda değişmez. Siyahların köleliğinin kaldırılması onların tarihte oynadıkları rolü bir anda değiştirmedi. Yine ucuz işgücünün en büyük kitlesi oldular. Günümüzde bile yoksul gettoların çoğu birer siyah gettosudur. Asgari ücretle çalışanların ve işsizlerin çoğunu yine siyahlar oluşturur. Doğal olarak, burjuvazi onların ucuz işgücünden ve ucuz malların esas tüketici kitlesi olmasından gayet memnundur. Amerikan İç Savaşı 1865 yılında son bulmuş olsa da siyahiler İç Savaştan yarım yüzyıl kadar sonra bile toplumca açıktan yapılan linçlere ve işkencelere maruz kalıyorlardı. Yetmiş yıl sonra bile hala bir beyazla aynı çeşmeden su içemiyorlardı. Yüzyıl sonra bile hala bir beyazla aynı okula gidemiyor ve aynı araca binemiyorlardı. Afro-Amerikan Sivil Haklar Hareketi köleliği ve ırkçılığı bitireceğini söyleyen İç Savaştan neredeyse yüzyıl kadar sonra başladı, Martin Luther King insanların ırk ayrımına maruz kalmadığı bir dünya hayal ettiğini söylediğinde yıl 1963’dü.
Siyahlar sistemin insanların içlerine işlediği önyargılarından da kurtulamadılar. Bu tarz önyargıların kaynağı siyahları köle olarak meşrulaştırma üzerine kafa yorulmasıydı. Hatta 19.yy’da “bilimsel” yöntemlerle siyahların “aşağı ırk” olduğunu kanıtladıkları bile iddia ediliyordu ki bu ve bunun gibi ırkçı ideoloji toplumun hafızasında uzun süre kendini muhafaza edebildi (günümüzde bu sosyal-darwinist furyayı şekil değiştirmiş bir biçimde de gözlemleyebiliyoruz). Servetlerini köleler üzerine inşa edenler siyahların insandan aşağı olduğunu düşünebilir, bunun böyle olduğunu “bilimsel” çalışmalarla destekletebilir, bunun böyle olduğunu yıllarca eğitimle insanların kafasına sokabilir ama insanların artık buna kanmadığı da doğrudur.
Öfkenin Sosyal Arka Planı
Protestolarda kendini dışa vuran öfkenin sistematik ırkçılığın dışında en büyük birbiriyle ilişik iki diğer nedeni salgın ve işsizliktir. Ayrıca: ABD’nin sağlık sisteminin açık bir şekilde sağlık yerine kar odaklı olması, ABD’nin salgına gerekli önlemleri alamaması ve dünyadaki en çok hastaya (1,82 milyon) ve ölüme (106 bin) sahip olması. Salgından dolayı bugün 40 milyonu bulan işsizlik. İşçi sınıfını salgın ortadayken ve salgının en çok yayılım alanının fabrikalar olduğu bilinirken üretim yapmaları için üretim yerlerine göndermeye çalışması. Trump’ın sert bir sağ dille yaptığı yorumlar ve uyguladığı politikalar. Bernie Sanders’in başkanlık iddiasını salgının ortasında tam da “Medicare for all” (Herkes için sağlık sigortası) çok popüler bir slogan olabilecekken durdurması ve bunun takipçilerinde yarattığı çözümü başka yerde arama algısı. Bunların yanı sıra artık beyinlerin bir kısmına tamamen yerleşmiş, günümüz dünyasını tanımlamak için de kullanılan büyük krizler de var; “millenial” (işgücüne katılmış en son nesil olarak ABD’de 1981-1996 yılları arasında doğanları temsil ediyor) neslinin tarihin en fakir nesil olması, yaşam standartlarının çok düşük olması ve iklim krizi vb.
Aslında sistematik ırkçılığa karşı çıkmak bu nedenlere muhalefet olup onların çözülmesinde de büyük bir rol oynar ve ayrıca ırkçılığın temellerini ekonomik zemininde ortaya çıkartır. Bu olayların patlak verdiği Minnesota eyaletinin “5 milyon 363 bin 675”olan nüfusunun sadece “300 bin 355’i” yani “yüzde 5,60”sı siyah nüfusa sahip.[ii] Yüzde olarak eyaletler arasında 29. Sırada yer alıyor ve direk nüfus olarak ise bu sıralamada daha da düşük. Ayrıca 1 Marttan bu güne kadar işsiz olduğunu bildirenlerin oranı %22,8, en yüksek eyalet olmasa bile ortalamanın üstünde.[iii] Ulusal Muhafızların kentin kontrolünü (31 Mayıs’ta) devraldığı ve sokağa çıkma yasağı ilan edilen (yani ilk anda protestoların çok şiddetli olduğu) şehirlerin bulundukları eyaletlere bakınca da işsizlik oranının ve salgın süresince işsiz kaldığını bildirenlerin oranının ortalamanın üstünde olduklarını görüyoruz.[iv] Hatta en son veri olan Nisan ayı verilerine göre ABD’deki işsizlik oranı %14,7, sadece bu veri bile protestoların büyümesinin ardındaki sınıfsal sebebi bize açık ediyor.
Ayrıca protestoların başladığı Minneapolis şehri ABD’deki solun en güçlü yerlerinden birisi. ABD’de çoğu kazanımın elde edildiği şehir burası. Örneğin 1934 yılında yine Minneapolis’de Kamyoncular Grevi patlak verdi. Bu greve karşı da polis yetersiz kalınca çok sayıda Ulusal Muhafız şehre sokuldu. Kamyoncuların tüm liderliğini, örgütçülerin ailelerine kadar çoğu kişiyi tutukladılar ve grevdeki düşük ücretle çalışan kamyoncuları silahlarla vurdular. Bu grevde sosyalistler hem grevi inanılmaz baskılar altında devam ettirebilecek, hem de kamu güvenliğini sağlayabilecek tam demokratik yapılar kurdular. Bu yapılar sayesinde bu greve yapılan saldırılar başarısız oldu ve grev işçi sınıfının kazançlı çıkmasıyla sonuçlanmıştı.
ABD, tarihinin en yüksek işsizlik artışıyla karşı karşıya ve işsiz kalanların hiç bir güvencesi yok. Güvencesi olmadığı gibi işe gitmesi de ölümü demek olabilir. İşte ABD’nin sistemini böyle bir çelişki sarıyor ve bu çelişki onun sermayesini üzerinden kurduğu ve toplumda derin bir yara olan ırkçı ayrımcılıktan kendini gösteriyor. Sanki Floyd’un 400 yıldır alamadığı nefes, salgından ölüm ve açlıktan ölüm arasında sıkışıp kalan ABD’nin tüm yoksul kesiminin de artık almakta zorlandığı nefes oluyor ve eylemlerinde bunu sloganlaştırıyorlar.
Yağma ve Dayanışma
Minneapolis’de ayın 28’inde sabah olduğunda insanlar yakılmış ve yağmalanmış bir şehre uyandılar. Hemen devreye Ulusal Muhafızlar sokuldu. Yağma ve yakma olayları medya tarafından hemen protestoların meşruiyetini kırmak için bir kişinin ölümüyle bir tuttular ve sanki yağmalanan, yakılan yerlerin bir daha geri dönüşü olmayacakmış gibi, sanki o binaları dikenler ve o malları ortaya çıkaranlarla onları yağmalayanlar aynı kişiler değilmiş gibi karşı propaganda olarak kullanmaya başlandı. Dahası zamanla yağma ve “zarar verme” olaylarının polis provokasyonu olduğunu ileri süren bazı haberler de ortaya çıktı.
31Mayıs’ta ABD’de burjuva medyasının yayınladığı haberlerin ana odağının “eylemci-polis kucaklaşması”, “eylemcilere katılan polis” gibi görüntüler olması ve bunların “barışçıl protesto tarzı” diye yüceltilmesi “iyi polislerin” de var olduğunu ve onların da adalet aradığını göstermeye yönelik. -Fakat George Floyd’u vuran sistemden aynı zamanda adalet beklenemez!- Bu görüntülerin propaganda amaçlı ve protestoları yumuşatmak için olduğu belli. Aslında bu durumun bize gösterdiği şey taleplerin daha ileriye taşınması gerektiğidir. Ayrıca polis de eylemleri öfke patlamaları boyutuyla ele alıp hem öfkeyi tetiklemekle hem de bu öfkelerin gazını almakla uğraşmaya başlamış olabilir. Mesela Los Angeles’ta (LA) polislerin artık kullanılmayan eski polis arabalarını şehre bıraktıkları biliniyor. Bu arabaları da LA’deki protestolar sırasında yanmış gibi bir şekilde görebiliriz! Ayrıca çoğu videoda da bazı yerlerde önceden orada olmayan ya da yakınında da bir inşaat olmayan ama “şüpheli” bir şekilde orada bulunan tuğla/kaldırım taşı gibi malzeme stoklarının açık bir şekilde bulunduğunu gördük.
Yağma olayları gündeme gelince sosyal medyada paylaşılan içeriklerden insanların bu konuya bakış açısını da gördük. Çoğunluğu ABD’lilerin oluşturduğu yerlerde insanlar diğer insanların echo-chamberlerini (yankı odaları [internette/medyada sürekli aynı perspektiften haber edinilmesi]) kıracak bir şekilde, esas yağmanın COVID-19 döneminde milyarderler tarafından yapıldığını, esas yağmacıların burjuvalar olduğunu ortaya koyan içeriklerle gösterdiler. Bu türden bir kavrayış bize işçilerin sömürülmesinin ve patronların esasen bu sömürü yoluyla para kazandıkları fikrinin insanların geneline yayılmış olduğunu gösteriyor.
Esas taklit olmayan ve daha ileri bir eylem olan ise bu olaylardan sonra ortaya çıkan dayanışmadır. Aynı günün hemen akşamı internette (tabi ki medya göstermedi bu durumu) Minneapolis’deki insanların harap edilen yerleri (kendi harap ettikleri yerleri) temizledikleri ve düzenlediklerini gördük. Hatta bu durumun çok kitlesel olduğunu oradaki yoldaşlardan biliyoruz. Daha sonraları ise insanların temel ihtiyaç malzemelerini belli şekillerde paketleyerek yıktıkları yerlere koyduklarını gördük. Ücretsiz ve erişilebilir temel ihtiyaçlar; işte bu da halkın kendilerine dayatılan anlayışı kırması ve bu sistemin onlara veremediği şeyi ortaya koymasıdır. Yani dükkânlar yıkıldıktan sonra oradaki tüketim anlayışı da beraberinde yıkılmış oluyor ve ortaya bu anlayışın daha ilerisi koyuluyor. Bu dayanışma eylemleri her ne kadar yağmalardan daha kitlesel olsa da maalesef yağma eylemleri kadar gündem olamıyor. Egemenler elbette bu tarz eylemlerin gündeme geldiğini görmek istemez. Çünkü ne kadar uğraşırsa uğraşsın bu tarz eylemleri halkın nezdinde itibarsızlaştıramaz.
Black Lives Matter ve İlerisi
Black Lives Matter organizasyonu ABD’deki sistematik ırkçılığa karşı adalet için mücadele ediyor. Bu organizasyon 2013 yılında Trayvon Martin adındaki 17 yaşındaki bir çocuğun polis tarafından öldürülmesine karşı adalet arayışlarıyla başladı. Sosyal medyada “#BlackLivesMatter” etiketiyle yayıldı ve giderek daha çok kişi tarafından desteklenir oldu. 2014 Ferguson olaylarında ise tüm dünyada adını duyurdu ve ABD’deki (Birleşik Krallık da dahil edilebilir) sistematik ırkçılığa karşı kitlesel bir hareket olmayı başardı. O günden bu güne giderek daha çok insan bu organizasyona katılımıyla, Black Lives Matter’ı bir slogan haline getirmeye başlamalarıyla artık kitlesel bir hareket biçimini aldığı rahatlıkla söylenebilir. Black Lives Matter hareketi bu cinayette de sokaklara ilk çıkan hareket oldu ve bu slogan etrafında birleşen siyahiler ve diğer birçok farklı etnik kökenden kişiler George Floyd’un işkenceden öldürülmesine de karşı kitlesel olarak sokaklara iniyorlar. İnsanlar Beyaz Sarayın önüne akın ediyorlar, tekel şirketlere hücum edip onları birer dayanışma evlerine çeviriyorlar ve hatta CNN gibi büyük medyalara güvenmediklerini de Atlanta’daki saldırılardan görebiliyoruz.
Protestoların patlak verdiği yerler Demokrat Parti politikacıları tarafından yönetiliyor. Demokrat Parti şimdiye kadar yarım ağızla bir özür dilemenin yanında daha çok protestoları birer korku aracına çevirdi, askeriyeyi seferber etti. Demokrat Parti’nin “sol kanadı” denilebilecek Alexandria Occasio-Cortez ve Bernie Sanders “şiddet içermeyen” protestolara desteklerini bildirdiler. Seattle Şehir Meclisi Marksist üyesi sosyalist Kshama Sawant (Socialist Alternative) ise 30 Mayıs ‘da protestolarla dayanışma içinde olduğunu belirtti ve ırkçılığa karşı farklı etnik kökenleri içeren bir işçi hareketinin ne kadar önemli olacağını belirtti.[v]
Amerika’nın özgürleşebilmesi için bu hareketin taleplerini meselenin esas sebeplerine doğru genişletmesi gerekmektedir. ABD’de siyah özgürlük hareketleri bunun lokomotifi haline gelebilir, ırkçılığa karşı başlatılan bir hareket tam eşitliği isteyen bir harekete evirilebilir çünkü talepleri bir noktada birbiriyle örtüşmektedir. ABD halkının önlerindeki yol yükselen bu hareketle beraber burjuvanın yaratımı olan kimlik politikalarını kendi özgürlük politikalarının özü olmasından çıkarıp onu sınıf çelişkilerini ortadan kaldıracak bir araç haline getirmeleri ve dolayısıyla politikalarının özüne sınıf politikalarını koymalarıdır. Şayet politik eşitsizlikleri esas türedikleri ekonomik eşitsizliklerden çözmek istiyorsak, belli kurumlara, kişilere karşı bu mekanik anlayış bırakılmalı, yükselen hareketin sınıf tabanı ortaya çıkarılmalı ve sınıf mücadelesi daha da derinleştirmeliyiz. Sınıfsal boyutu gün yüzüne çıkamazsa bu giderek yayılan, canlı ve öfkeye dayalı protestolar kendilerine hareket alanı bulamayıp birkaç politik kurnazlığın yardımıyla da söndürülebilir.
Hem George Floyd için gerçek bir adalet kazanmak hem de yukarıda bahsedildiği gibi sistematik ırkçılığı kökünden halletmek için daha geniş kitlelere ulaşmış, daha organize protestolar yürütmek gerekir. Bu kitlenin genişlediği yer işçi sınıfı, hareketi ve organizasyonları olmalı. Bu sınıfın katılımı ve ekonomi üzerindeki güçleriyle hareketi kuşkusuz daha güçlendirecek ve yönünü belirleyecektir. Hareketin işçi sınıfına doğru ilerlemesinin başarılabilir olduğunun da görebiliriz. Mesela daha ilk günlerden Minneapolis’deki bazı sendikalar bildiri yayınladı ve protestolara katılanlar oldu.[vi] Hatta daha sonra bir otobüs şoförü ve Socialist Alternative üyesi olan birinin ilk günden eylemcileri karakola götürmeyi ve otobüsü bir gözaltı aracına çevirmeyi reddederek polisi çaresiz bıraktığını öğrendik. Sonraları bu bireysel eylem yine aynı sendikadan (Amalgamated Transit Union) işçilerce ABD genelinde yapıldığı gözlendi. Adalet için yapılan çağrıların yanında protestoların büyümesi ve işçi sınıfının da koordineli bir katılımının sağlanması amacıyla; Expand the Struggle (Hareketi genişlet!) diyerek protestoların koordineli olması için ve işçi sınıfına genişlemesi için çağrı yapılıyor; An Injury to One Is an Injury to All (Birimize zarar hepimize zarardır!) diyerek işçi sınıfının en eski sloganlarından olan bu sloganla sendikaları, işçi hareketini protestoya davet ediliyor; Community Councils (Mahalle Meclisleri) diyerek bu süreci ileriye taşıyabilmek için alınabilecek kararları tartışmak amacıyla tam demokratik yapılar inşasına çağırısı yapılıyor.
“Irkçılık olmadan kapitalizm olmaz.” -Malcolm X
[i] https://www.antislavery.org/400-years-slaves-america
[ii] http://www.censusscope.org/us/rank_race_blackafricanamerican.html
[iii] https://www.uschamber.com/series/above-the-fold/unemployment-claims-amid-coronavirus-state-state-analysis
[iv] https://www.bls.gov/charts/state-employment-and-unemployment/state-unemployment-rates-map.htm;
https://www.uschamber.com/series/above-the-fold/unemployment-claims-amid-coronavirus-state-state-analysis
[v] https://www.socialistalternative.org/2020/05/31/speech-justiceforgeorgefloyd-seattle-councilmember-kshama-sawant/
[vi] https://www.labornotes.org/blogs/2020/05/twin-cities-labor-mobilizes-against-george-floyd-murder
Bu yazı önce Başlangıç‘ta yayınlandı