SPD (“merkez sol” Almanya Sosyal Demokrat Partisi), geçtiğimiz pazar günü yapılan Alman parlamento seçimlerinden anketlerde az bir farkla galip çıktı. Sol parti Die Linke ağır bir yenilgi aldı. Aynı zamanda, genel seçimlerin paralelinde emlak şirketlerinin kamulaştırılmasına ilişkin yapılan referandumda da Berlinlilerin çoğunluğu “evet” oyu kullandı.
Nihat HALEPLI, 27/09/2021
26 Eylül 2021’de resmi geçici nihai sonuçlara göre SPD ve şansölye (başbakan) adayı Olaf Scholz oyların %25,7’sini alarak zafere ulaştı. Bu, Scholz’un büyük olasılıkla Almanya şansölyesi olarak Angela Merkel’in yerine geçeceği anlamına geliyor.
Merkel’in CDU’su (Hıristiyan Demokratik Birlik) ve Bavyera CSU’sunun (Hıristiyan Sosyal Birlik) oluşturduğu muhafazakar CDU/CSU Birlik’i büyük bir yenilgiye uğradı, %24,1 puan aldı ve tarihi bir en düşük seviyeye indi . Angela Merkel tekrar aday olmadı ve Armin Laschet’i CDU/CSU’nun şansölye adayı olarak yarışa kattı.
SPD oylarını %5,2 artırırken, CDU/CSU 2017’de yapılan son seçim sonuçlarına göre %8,8 kaybetti. Bu, tarihlerinin en kötü sonucu. En kötü üçüncü sonuçları ise bir önceki 1949 seçimlerinde oldu. Ancak o zamanki sonuç bile şimdikinden daha yüksekti’!
Yeşiller %5,4 artışla, hiç olmadığı kadar iyi bir sonuç elde etti. Ancak oyların %14,8’ini almalarına rağmen beklentilerinin gerisinde kaldılar. Nisan ayında yapılan kamuoyu yoklamalarında, Yeşiller hala % 25’teydi ve hatta adayları Annalena Baerbock ile şansölyelik iddiasında bile bulundular.
Liberal Hür Demokrat Parti (FDP) %11,5 ile nispeten istikrarlı kaldı. Öte yandan, aşırı sağ Almanya İçin Alternatif (AfD) %2,3’lük bir kayıpla %10,3’lük bir paya sahip ve meclisteki en güçlü dördüncü parti konumunda. Aynı zamanda Thüringen ve Saksonya gibi doğu eyaletlerinde en güçlü parti durumunda.
Sol parti Die Linke ana kaybeden olarak seçimden çıktı. 2017 oylarının neredeyse yarısını kaybederek %4,9’a düştü.
Bunun da ötesinde aslında %5 barajı aşamadı. Parlamentoya ancak “doğrudan yetki” sayesinde girebildi. Alman seçim kanununda, bir partinin doğrudan yetkinin en az üçünü kazanması halinde, barajın altında kalsa dahi meclise girebileceğine dair özel bir madde vardır. Almanya’da doğrudan yetki, belirli bir seçim bölgesinde yapılan parlamento seçimlerinde en çok oyu alan adayın kazandığı milletvekilliğidir.
Die Linke’nin kendi eliyle yaptığı felaket
Burjuva medyası, Die Linke’nin bu dramatik oy kayıplarını partinin “radikal” politikalarının bir sonucu olarak göstermeyi ve bunu bu tür politikaların reddi olarak nitelendirmeyi seviyor. Ama bu iki açıdan yanlış.
Birincisi, Die Linke’nin izlediği politikalar ne yazık ki “radikal” değil, aslında ılımlı.
İkincisi, radikal politikaların reddedildiği iddiası da doğru değildir. Örneğin, seçimlerden 2 gün önce Almanya’da 11 şehirde 250.000’den fazla kişi iklim grevine katılarak iklim değişikliğiyle mücadelede radikal eylem talebiyle sokaklara çıktı.
Parlamento seçimlerinin paralelinde Berlin’de emlak şirketlerinin kamulaştırılmasına yönelik referandumda elde edilen çarpıcı başarı, radikal politikaların toplum tarafından reddedilmediğinin bir başka kanıtı. Seçmenlerin %56,4’ü gayrimenkul şirketlerinin kamulaştırılmasından yana oy kullandı! Referandum metnine göre, müstakbel senatonun şimdi Berlin’de yaklaşık 240.000 dairenin kamulaştırılması için bir yasa taslağı hazırlaması isteniyor. 3.000’den fazla daireye sahip tüm özel konut şirketleri etkilenecektir.
Die Linke’nin yenilgisi, parti liderliğinde çoğunluğu temsil eden sağ kanadının uyum çabalarıyla çok daha bağlantılı. Bunlar “Parlamentoda sol çoğunluk” sloganıyla uzun süredir işçi sınıfı lehine tutarlı bir politika izlemek yerine Die Linke’nin düzen partilerinin çekirdeğine dahil etmeye çalışıyorlar. Bunu yaparken, kendilerini federal düzeyde SPD ve Yeşiller ile hükümete katılmaya yetenekli ve layık olarak sunmak istiyorlar. Bu, işçiler ve gençler arasında, toplumun daha geniş katmanlarının karşı karşıya olduğu mevcut sefaletten büyük ölçüde sorumlu olan kapitalizm yanlısı SPD ve Yeşillerin “solcu” olduğu yanılsaması yaratıyor. Bu da ha keza daha radikal katmanlar arasında Die Linke’ye karşı çok ılımlı olduğuna dair şüphe uyandırıyor.
Şimdi ne olacak?
Koalisyon hükümeti için üç olasılık var. Biri, SPD ve CDU/CSU’dan oluşan ve en azından sözde, her iki tarafça da zaten dışlanmış olan “büyük koalisyon”. Bir diğeri, CDU/CSU’nun Yeşiller ve FDP ile liderliğindeki “Jamaika koalisyonu”dur ve bu, seçim galibi SPD’nin hükümetten dışlanacağı anlamına gelir. Şu anda en olası görünen son seçenek, SPD liderliğindeki, SPD, Yeşiller ve FDP’den oluşan “trafik ışığı koalisyonu”.
Hangi koalisyon veya ittifak kurulursa kurulsun, iklim krizine karşı tutarlı bir politika izlemeyecek, şirketlere önemli vergi artışları ya da işçi sınıfının yaşam standartlarını iyileştiren diğer politikalar uygulanmayacak.
Eğer Die Linke bu seçim felaketinden ders almak istiyorsa, hem parlamento içinde hem de dışında, özlemleri yansıtan ve yeni hareketlere ve yeni radikalleşmiş katmanlara bir bakış açısı sağlayan, köklü veya radikal sol politikalara dayalı tutarlı bir muhalefet inşa etmeye odaklanmalıdır. Bu şekilde, bu felaketten kurtulabilirler ve olası bir SPD önderliğindeki hükümete, kapitalistlere ve sağ kanata karşı işçi sınıfının çıkarına güçlü bir hareket inşa etmede çok yardımcı olabilirler. Eğer bunu yapacaklarsa, Die Linke’nin mevcut rotasını terk etmesi ve açgözlülük sistemini devirmeye ve insanlar kolektif ihtiyaçlarına hizmet edecek gerçek bir sosyalist toplum kurmaya dayalı bir program benimseyerek kendilerini tüm kapitalizm yanlısı partilerden açıkça ayırması gerekecekti.