Christian PISTOR, LSP / PSL,
ISA Belçika
2020, kaydedilen ya en sıcak veya ikinci en sıcak yıl olacak. Böylece 2010’dan beri en sıcak beş yıl olacak. Şimdiye kadar, küresel toplam yağış, küresel ısınma nedeniyle neredeyse hiç değişmedi. Bununla birlikte, dünyanın birçok yerinde kuraklık ve kuru dönemler arttı. Kuraklık, bu gezegendeki yaşamın şüphesiz en temel bileşenlerinden biri olan içme suyu eksikliğidir.
Covid-19’u başlatan ekonomik kriz nedeniyle, neo-kolonyal (yeni-sömürge ç.n) dünyada şiddetli açlık çeken insan sayısının yıl sonuna kadar neredeyse iki katına çıkması bekleniyor. Su, ekonominin birçok sektörü için gerekli olduğundan, kuraklıkların en maliyetli doğal afetler olması şaşırtıcı değildir. Kuraklıkların toplum için de geniş kapsamlı sonuçları vardır ve bu nedenle çatışmalar için potansiyel bir tetikleyicidir. Kapitalizm, küresel ısınma yoluyla mevcut su döngüsünü bozarken, bu hayati kaynağı kısa vadeli kazançlar için boşa harcıyor ve kirletiyor. İnsanlığın karşı karşıya olduğu zorluklarla baş edemeyeceğini her gün ortaya koyan bir sistem.
Son zamanlarda yapılan araştırmaların gösterdiği gibi, sıcaklığın bırakın 2 °C’den fazla olmasını, sanayi öncesi seviyeden 1,5 °C fazla yükselmemesi bile hayati önem taşımaktadır. Nisan 2020’nin başındaki kilitlemenin[1] zirvesinde, CO2 (karbondioksit) seviyeleri 2019’a kıyasla yüzde 17 düştü. Yıl sonuna kadar bazı kısıtlamalar yürürlükte kalırsa, küresel emisyonlar yıldan yıla yüzde 7 azalabilir. Ancak Birleşmiş Milletler’in küresel sıcaklık artışlarını 1,5 °C sınırında tutma hedefine ulaşmak için, küresel emisyonların bu on yıl boyunca her yıl yüzde 7,6 oranında düşmesi gerekecek. Sokağa çıkma yasaklarının (daha derin sistemik sorunların yanı sıra) ekonomi üzerindeki yıkıcı etkisi göz önüne alındığında, gerekli olana sadece yaklaşık olarak ulaşan emisyon azaltımlarının uygulanması mevcut sistem içinde tamamen ütopik. Bu tür iddialı hedefler, ancak insanlığın üretken kaynaklarının bir demokratik denetim sistemi altında konuşlandırılması halinde bir şansa sahip olur. Başka bir deyişle, sosyalist planlama, küresel ısınmanın etkilerini yeterince sınırlamanın tek yoludur.
Dünya çapında bazı gelişmeler
Küresel ısınma, dünyayı mutlaka daha kuru hale getirmez. Genel olarak nemli alanlar daha nemli ve kuru alanlar daha kuru hale gelir. Yükselen sıcaklıklar atmosferin su tutma kabiliyetini artırır. Örneğin, atmosferdeki nem oranı yüzde 4 arttı. Nemdeki bu artış, daha yoğun ancak daha az sık yağışlara neden olur. Ek olarak, yere kısa sürede ulaşan büyük miktarda su, yeraltı suyunu ve hatta sadece yüzeyin hemen altındaki toprak katmanlarının suyla yenilemesine nispeten az katkı yapar. Bunun flora üzerinde büyük bir etkisi vardır. Farklı toprak türlerinin nem tutma yeteneği, tarımsal ve hidrolojik kuraklıklar için de tetikleyici olabilir.
Daha aşırı hava koşulları, uzun süreli ısı dalgaları ve seller de jet akımının[2] yavaşlaması ve hatta durmasıyla ilişkilendirilmiştir. Jet akımı, kuzey yarım küredeki hava koşullarının arkasındaki ana itici güçtür. Yüksek veya düşük basınçlı sistemler uzun süre bekletilirse, bu ya yağış eksikliğine ya da aşırı yağışa yol açar. Jet akışı, kuzeydeki buzlu arktik hava ile güneydeki tropikal hava kütleleri arasındaki zıtlıktan güç alıyor. 2000 yılından bu yana Kuzey Kutbu küresel ortalamanın iki katı kadar hızlı ısındı ve kara kütleleri de okyanuslardan daha hızlı ısınıyor. Böylelikle jet akımını harekete geçiren sıcaklık kontrastı azaldı. Bunun sonucunda jet akımı yavaşlamaya ve kademeli olarak dolanmaya başladı. Bu, alışılmadık derecede mevsimsel soğuk ve sıcak dönemlere neden oldu. Jet akımının durmasını destekleyen faktörler, endüstriyel çağın başından bu yana yüzde 70 arttı ve en büyük artış son kırk yılda meydana geldi.
Tropik bölgelerde, yağış miktarını belirleyen, mevsimsel olarak değişen Intertropical Convergence Zone (ITCZ) ‘dir. ITCZ, kuzey ve güney yarım kürelerden gelen ticaret rüzgarlarının (alizler[3]) birleştiği yerde bulunabilen yağmur kuşağıdır. 1980’den önce, partiküllerden (aerosoller[4]) kaynaklanan hava kirliliği kuzey yarımküreyi soğutmuş ve ITCZ’yi güneye itmişti. O zamanlar, bazıları aslında yeni bir Buz Devri’nin yaklaştığına inanıyordu. Amerika Birleşik Devletleri’nde yağışta artış, Sahel ve Hindistan’da bir azalma oldu. 1980’den sonra, Avrupa ve Kuzey Amerika’dan gelen aerosol emisyonları çevresel düzenlemeler nedeniyle azaldığında bu değişim tersine dönmeye başladı. Ayrıca sera etkisinin artmasıyla birlikte kuzey yarımküre, çoğunlukla okyanuslarla kaplı olan güney yarımküreden daha hızlı ısınmaya başladı. Bu, son birkaç on yıldaki kuraklıktaki bazı değişiklikleri açıklayabilir. Sahel bölgesine biraz nefes alma alanı verdi. Bölge, 1950’lerden 1980’lere kadar yağışlarda kabaca yüzde 40’lık bir düşüş yaşadı ve bu da yaygın kıtlığa katkıda bulundu. 1990’lardan beri bu gelişme üçte bir oranında azaldı. Bununla birlikte, artan buharlaşmaya ve daha aşırı hava koşullarına neden olan artan sıcaklıklar, bu sürenin yalnızca geçici olduğu anlamına gelecektir. 1990’lardan beri bu gelişme üçte bir oranında azaldı. Bununla birlikte, artan buharlaşmaya ve daha aşırı hava koşullarına neden olan artan sıcaklıklar, bu sürenin yalnızca geçici olduğu anlamına gelecektir.
Kuraklık nedir?
Kuraklıklar üç kategoriye ayrılabilir: Meteorolojik kuraklıklar, ortalamanın altında yağışların daha uzun sürmesi nedeniyle oluşur. Tarımsal kuraklıklar, toprak nemi mahsul verimini etkileyecek kadar düştüğünde meydana gelir. Bu genellikle daha düşük yağış miktarı ile ilgilidir, ancak aynı zamanda yetiştirme yöntemlerinin bir sonucu da olabilir. Hidrolojik kuraklık, akiferler ve göller gibi su rezervuarlarında bulunan kaynaklar yerel bir eşiğin altına düştüğünde meydana gelir. Düşen yeraltı suyu seviyeleri aynı zamanda hidrojeolojik kuraklık olarak da bilinir.
Su dengesi veya yağış ve buharlaşma arasındaki fark, son iki kuraklık türü için büyük önem taşımaktadır. Örneğin: Buharlaşma nedeniyle, yaz yağışı toprak nemine ve akiferlerin yenilenmesine kış yağışından daha az katkıda bulunur. Artan sıcaklıklardan kaynaklanan küresel ısınmanın kuraklık riskini artırmasının bir yolu da budur.
Orta Avrupa’da daha sık uzun süreli kuru dönemler
Yakın zamanda yapılan bir araştırma, 1766 yılına dayanan verilere dayanarak, 2018-2019 Avrupa kuraklık olayının hem coğrafi kapsamı hem de ciddiyeti açısından eşi görülmemiş olduğu sonucuna vardı.
Art arda iki veya daha fazla yıl süren kurak dönemler, bitki örtüsü için tekil yaz kurak dönemlerden çok daha büyük bir tehdit oluşturmaktadır – sonuncusu 2003 ve 2015’te olduğu gibi daha yoğun olsa bile. Tekil yaz olayları, sonraki yıllarda bitki sağlığının normale dönmesine izin verirken, birbirini izleyen yılları kapsayan kuraklık dönemleri daha kalıcı bir etkiye sahip. Çalışma, en kötü durumda sera gazı emisyonları artmaya devam ederse, bu tür uzun süreli kuraklıkların sıklığının yüzyılın ikinci yarısında yedi kat artabileceğini öngörüyor. Ek olarak, Orta Avrupa’daki kuraklıktan etkilenen ekilebilir arazi neredeyse iki katına çıkacaktır. Bu, 40 milyon hektarı veya bölgedeki toplam ekili alanın yüzde 60’ını etkileyecektir. Emisyonlarda ılımlı bir artışla birlikte, 2100 yılına kadar 2 °C ile 3 °C arasında bir sıcaklık artışı ile birlikte, daha uzun kuraklık dönemleri 3,5 kat daha sık gerçekleşecektir. Kuru dönemlerdeki artışı önlemenin tek yolu, 1,5 °C’nin üzerindeki küresel sıcaklık artışını önlemektir.
Ve 2020?
2020 baharında, Romanya’dan İngiltere’ye kadar kurak koşullar kaydedildi. Yüzyıllık rekorlar kırıldı. Örneğin Belçika’da, 1893’ten bu yana en düşük yağış, Nisan ve Mayıs aylarında görüldü. Bu, 2018’den 2019’a Orta Avrupa’nın yarısını vuran iki yıllık şiddetli bir kuru döneme eklendi. Şu anda, bu kurak dönemin muhtemelen daha hafif bir biçimde 2020’de devam etmesi muhtemel görünüyor.
Çek Cumhuriyeti’nde 2015 gibi erken bir tarihte başlayan uzun süreli kuraklık, onu Orta Avrupa’da en çok etkilenen ülke haline getirdi. Sorun daha da geriye gidiyor: Moravya bölgesinde yaz yağmurları 1990’ların başından bu yana yüzde elli azaldı. Nisan 2020’nin ortalarında, Çek topraklarının dörtte üçü aşırı kuraklıktan mustaripti. O dönemde, ülkenin 500 yılın en kötü kuraklıkla karşı karşıya olduğuna inanılıyordu. Yaza yağmurlu bir başlangıç, o zamandan beri bu senaryoyu biraz iyileştirdi.
Çek Cumhuriyeti’ndeki durum biraz rahatlamış olsa da, 2019’da ekonomik etki üzerine yapılmış bir araştırmaya bakmak ilginç. Bu çalışma, uzun süreli bir kuraklığın Çek ekonomisi üzerindeki etkisini tahmin etmeye çalıştı. İyimser bir senaryo, mevcut suda yüzde 25’lik bir düşüş, yüzde 1,6’lık bir GSYİH kaybı ve kağıt ve tekstil gibi sektörlerde üretimde keskin bir düşüş öngörüyordu. Daha kötümser bir senaryo, mevcut suda yüzde 50’lik bir düşüş, geniş kapsamlı sosyal ve sağlık sorunları sonuçlarını doğuracak ve GSYİH’nınyüzde 2,8 ila yüzde 4,8’i arasında bir kayıp anlamına gelecektir. Kapitalizmin son birkaç on yılda “gelişmiş” ekonomilerde yalnızca yavaş bir büyüme yaratabildiği gerçeği göz önüne alındığında, uzun süren kuraklık dönemleri bu ekonomileri resesyona sürükleyebilir. Alternatif olarak, ekonomik durgunlukları veya depresyonu daha da kötüleştirebilirler.
Buzular eriyor
Dünyadaki buzun çoğu Antarktika ve Grönland buz tabakalarıyla çevrilidir; buzul dağları ve düşük enlemlerdeki buzullar dünyadaki buzun yalnızca yüzde 4’ünü oluşturur. Bununla birlikte, dünyadaki buzul dağları deniz suyundaki artışa orantısız bir şekilde katkıda bulunmuştur. Eriyik su akışının neden olduğu kuraklığın önlenmesine veya hafifletilmesine yardımcı olabilecek bu tatlı su rezervlerinin kaybı, ekosistemler ve insan uygarlığı için ciddi bir sorun teşkil ediyor.
And Dağları orantılı olarak tüm dağ sıraları arasında en büyük buz kaybına uğradı. Düşük rakımlı Patagonya buzulları bu kaybın çoğunu oluştururken, Bolivya’daki La Paz, Şili’deki Santiago, Arjantin’deki Mendoza ve Peru’daki Huaraz gibi büyük kent merkezlerinde yazlık su tedariki için eriyik suya bel bağlayan kuzeydeki nüfus için risk en büyüktür. Bir çalışma, tropikal And Dağları’ndaki 4 milyon insanın temel kaynakları için eriyik suya bağımlı olduğunu buldu. 2,3 milyonluk bir şehir olan La Paz’da bu su kaynağı, kurak mevsimde kullanılan suyun dörtte birinden fazlasını oluşturuyordu. Muhtemelen artan eriyik su akışı ile, buzul suyuna olan bu bağımlılık muhtemelen sadece artacaktır. Ancak bir noktada, bu drenaj büyük ölçüde azalacak veya tamamen ortadan kalkacaktır. Tropikal And Dağları’ndaki iklim değişikliğinin yağmurlu mevsimde yağışta artışa ve kurak mevsimde düşüşe neden olacağı göz önüne alındığında, bu durum muazzam zorluklar yaratacaktır.
Kazakistan’dan Hindistan’a kadar olan ülkeler, Kırgızistan’daki Alay Dağları’ndan Himalayalar’a kadar uzanan sıradağları kapsayan 95.000 buzula büyük ölçüde bağımlıdır. Bazen “üçüncü kutup” olarak adlandırılan bunların eriyik suları, Amu Derya (Ceyhun), Brahmaputra, Ganj, İndus, Mekong, Yangtze ve Sarı Nehirler de dahil olmak üzere Asya’nın bazı büyük nehirlerinin su akışının yüzde 100’ünü oluşturur. Sağladıkları su 221 milyon insanın (+/- 59 milyon) su ihtiyacına veya Pakistan, Afganistan, Tacikistan, Türkmenistan, Özbekistan ve Kırgızistan’ın yıllık belediye ve endüstriyel ihtiyaçlarının çoğuna eşdeğerdir.
Bir çalışma, 2015 için Paris’te belirlenen iklim hedeflerine ulaşılsa bile, Himalayalar ve Hindu Kuş’taki buzun üçte birinin 2100 yılına kadar yok olacağını göstermiştir. Bununla birlikte, başka bir rapor, fosil yakıt emisyonları önemli ölçüde azalmazsa, Himalayaların buzunun üçte ikisini yüzyılın sonunda kaybedebileceğini tespit etti.
Aslında, Himalayalar son 40 yılda buzlarının dörtte birini çoktan kaybetti. Ayrıca erime hızı hızlanıyor. 2000 ile 2016 arasındaki ortalama sıcaklıklar, 1975-2000 dönemindekinden bir derece daha sıcaktı. Sıcaklıktaki bu artışa, erime nedeniyle yıllık buz kaybının iki katına çıkması eşlik etti. Benzer bir erime, bitişikteki Pamir, Hindu Kuş veya Tian Shan sıradağlarında gerçekleşiyor gibi görünüyor. Himalayalar’daki akış, buzulların istikrarlı olduğu duruma göre 1,6 kat daha fazla olduğundan hem mevsimsel seller hem de yıkıcı seller (özellikle yeni oluşan buzul göllerinden) arttı. Ancak birkaç on yıl içinde artan yüzey akışı tersine dönebilir ve büyük nehirler kuruyabilir. Sulama, hidroelektrik ve içme suyu için Himalayalardan gelen eriyik suya bağlı yaklaşık 800 milyon kadar insan için etkiler felaket olacaktır. Hele de bunun daha aşırı ve ölümcül ısı dalgaları ile geleceği düşünüldüğünde. Emisyonlar kontrol edilmeden devam ederse, Hindistan’ın ortalama yıllık sıcaklığı 24 °C’den 28 °C’ye dört derece yükselebilir ve aşırı sıcak günler (35 °C’nin üzerinde) 2010’da yılda yaklaşık beşten 2100’de yılda 42’ye yükselebilir.
Avrupa’da iç su yollarında yapılan taşımacılığın küresel ısınmadan giderek daha fazla etkileneceğinden korkuluyor. Alplerdeki buzulların küçülmesi nedeniyle yaz aylarında eriyen su miktarı düşüyor ve Ren ve Tuna gibi nehirler yağmura daha çok bağımlı. 2018’in başlarında, Ren ve Elbe gibi nehirlerdeki nehir taşımacılığı durma noktasına geldi ve kesintiye uğrayan tedarik zincirleri nedeniyle fabrikaları kapılarını kapatmaya zorladı. Yukarı Elbe’de, durma hazirandan aralık sonuna kadar sürdü. Demiryolu, iç nakliye iptallerini telafi edemedi. Hiç şüphe yok ki, özelleştirme ve kamu yatırımı eksikliğinin bunda rolü vardı. İç taşımacılıkta ortaya çıkan riskler ve aksaklıklar bu nedenle kamyon trafiğine bağımlılığın artmasına neden olabilir, ki bu da daha büyük doğa tahribatı anlamına gelir.
Su israfı -işçi sınıfı ve doğa (çevre) beraber feda ediliyor
1900’den beri, insan kullanımı (tarım, sanayi, belediyeler) için çıkarılan tatlı su altı kat arttı. Artış 1950’lerden bu yana keskin bir şekilde hızlandı, ancak ardından 2000’den bu yana tekrar yavaşladı. Tarımsal ve hidrolojik kuraklıklar, bu insan müdahalelerinden ayrı olarak görülemez.
Kapitalizmde genellikle bireysel sorumluluk vurgulanır. Öyle ki, su tüketimi konusundaki tartışmalar, özel tüketimi ahlaki hale getirmenin ötesine geçmez.
Bununla birlikte, özel tüketim birçok alanda azaldı. Kaliforniya’da kentsel su kullanımı 2013’ten bu yana yüzde 20 azaldı. 1970’lerde iki Güney Kaliforniya hane halkı tarafından kullanılan su miktarı şu anda üç kişi tarafından kullanıyor. Almanya’da kişi başına günlük hane tüketimi 1991’de günde 144 litreden bugün 123 litreye düşmüştür. Gerçekte ise, ev su tüketimi, zengin ülkelerde bile su tüketiminin yalnızca nispeten küçük bir kısmıdır. Avrupa’da, suyun ana tüketicisi tarımdır (yüzde 40), bunu enerji üretimi (yüzde 28), madencilik ve imalat (yüzde 18) ve hane halkları (yüzde 12) takip etmektedir. Ancak su tüketimi ülkeden ülkeye büyük farklılıklar göstermektedir. Belçika’da sanayi, tarımdan on kat, hanelerden beş kat daha fazla su kullanıyor. Dünya çapında tatlı su tüketiminin yüzde 70’i tarıma gidiyor; düşük gelirli ülkelerde ortalama yüzde 90, orta gelirli ülkelerde yüzde 79 ve yüksek gelirli ülkelerde yüzde 41’dir. En büyük tatlı su tüketicisi ve hayati bir sektör olan tarım, şüphesiz bu tartışmanın merkezinde yer almalıdır.
Küreselleşmiş bir dünya ekonomisinde, sadece yerel veya ulusal tüketime bakmak, sorunun çarpık bir resmini gösterir. “Su ayak izi[5]” veya “sanal su[6]” gibi terimler, bir malın (meta) “içerdiği” içme suyu miktarını tanımlamak için kullanılır. Bu, hem üretim zinciri boyunca kullanılan suyu hem de bu işlem sırasında kirlenen suyu içerir. Ticaret yoluyla “sanal su” ihracatı yerel topluluklar ve çevre üzerinde derin etkilere sahip olabilir çünkü yerel olarak mevcut su tükenip kirlendiğinden ve bu nedenle artık yerel nüfus için mevcut değildir. Net su ihraç bölgeleri, değişen hava koşullarına karşı özellikle savunmasız hale gelebilir. 2012 yılında yapılan bir araştırma, “sanal su” ihracatının son on yılda iki katına çıktığını, 2013 yılında yapılan bir araştırma ise “sanal su” ihracatının doğrudan su çıkarmanın yüzde 30’unu oluşturduğunu buldu.
Tarım ticareti, ihracata yönelik yoğun tarımsal üretimden yaşar. Etkilenen tarım bölgelerinin çoğu, Kaliforniya, Şili veya İspanya gibi yarı kurak, giderek kuraklığa meyilli bölgelerde bulunuyor. Tarım ticareti tarafından kullanılan uygulamaların çoğu, küresel ısınma tehdidi olmasa bile sürdürülebilir olmayacaktır. Çiftçiler gittikçe yüzeye ve özellikle yeraltı su rezervlerine başvurdukları için, kuraklıkların tarımsal üretkenlik üzerindeki etkisi hala beklendiği kadar dramatik değil. Bununla birlikte, yeraltı su kaynakları tükenmekte ve kimyasallar tarafından giderek daha fazla kirlenmektedir. Hala çok büyük kazançlar elde edilmekte, ancak tıpkı borç durumunda olduğu gibi, yay artık daha fazla gerilemez. Ancak kapitalist sistemle birlikte ortadan kaldırılabilecek bir insan yapısı olan mevcut borç krizinin aksine, çevresel zarar daha uzun vadeli ve hatta geri döndürülemez olabilir. Kapitalist devlet, büyük şirketlerin çıkarlarını dayatmayı başardı; yasaları dayatmaktan kaçındı, düzenlemeden tamamen vazgeçti ya da özelleştirme yoluyla her şeyi sadece piyasaya bıraktı.
Şiddetli kuraklığa rağmen, Şili tarım endüstrisi 2019 için rekor bir meyve ihracatı bildirdi. Şili, güney yarımküredeki en büyük meyve ihracatçısı ve dünyanın altıncı büyük ülkesidir. Kullanılan suyun yüzde sekseni tarıma harcanıyor. İkinci sırada madencilik geliyor. Tarım endüstrisi kuraklığı iyi bir şekilde atlattı çünkü nüfusun çoğunu dezavantajlı duruma getiren bir su dağıtım sisteminden yararlanıyor.
1981’de Pinochet diktatörlüğü altında “Su Kanunu” anayasaya dahil edildi. Kanun suyu “sosyal ve ekonomik bir mal” olarak sınıflandırmasına rağmen, devlete, özel aktörlere ücretsiz ve sınırsız su hakkı vermesine izin verdi. Böylece [su] mülkiyeti, toprak üzerindeki hakimiyetten ayırıldı. Bu bir su pazarı yarattı çünkü hak sahipleri onu satabiliyordu da. Şili, diktatörlük döneminde neoliberalizm için gerçek bir deneysel laboratuvardı. Ülke bugün, su arzının yüzde 100’ünün özelleştirilmesi bakımından benzersizdir. Su haklarının mülkiyeti, tarımsal ticaret, madencilik ve ormancılıkta birkaç büyük oyuncunun elinde yoğunlaşmıştır. Kuraklığın ortasında su hakları spekülatif bir patlamanın konusu haline geldi. Dahası, sistem değişen su mevcudiyetini de hesaba katmıyor. Bu, kırsal toplulukları kamyonlarla taşınan suya bağımlı hale getirirken, bitişik tarlalar ihracat için avokado gibi su yoğunluklu ürünler üretiyor. Su olmadan küçük çiftçiler meteliksiz hale geldi. Şili’deki kırsal hanelerin yaklaşık yüzde 47’sinin (yaklaşık bir milyon insanın) içme suyuna erişimi yok. Kentsel haneler de dahil olmak üzere, 400.000 hane (1,5 milyon kişi), su kamyonuyla taşınan günde elli litre suya bağımlıdır. “Su savaşı” olarak bilinen devam eden topluluk protestoları suyun özelleştirilmesini tersine çevirmeyi, toplum ihtiyaçlarına öncelik vermek ve herkes için suya erişimi garanti altına almayı amaçlıyor. Bu talepler, Ekim 2019’da patlak veren ve suyun özelleştirilmesine karşı mücadeleyi desdekleyen kitle hareketi tarafından üstlenildi.
İspanya’da tarım, 2008-2009 mali krizinden etkilenmeyen birkaç sektörden biriydi. Ama onların zamanı da doldu. İspanya şu anda dünyanın en büyük taze meyve ve sebze ihracatçısıdır. Ülke, bu ürünlerdeki dünya ticaretinin yüzde 10’unu oluşturuyor ve neredeyse tüm ihracat AB’ye gidiyor. İhraç edilen meyve ve sebzelerin yüzde altmışı sadece üç eyaletten geliyor: Almeria, Murcia ve Valencia. İlk ikisi kuru bir iklime, üçüncüsü ise Akdeniz iklimine sahiptir. Üçünün de aşırı derecede yağsız ve kirlenmiş yeraltı sularıyla ilgili sorunları var. Kurak dönemler giderek uzadığı için yeraltı suyu sürdürülemez bir seviyeye çekilir. Greenpeace’in yaptığı bir araştırmaya göre, İspanya’da bir milyona kadar kaçak kuyu olabilir. Yasadışı olarak çıkarılan su, 118 milyon insanın kullandığı suya eşdeğer olabilir. 46 milyonluk bir ülke için bu, inanılmaz oranlarda bir “sanal su ihracatı” anlamına geliyor. Yasal olarak ihraç edilen “sanal su”dan bahsetmeye bile gerek yok. Yetkililerin bilgisine göre, bu su hırsızlığı bazen “korunan” sulak alanların gözü önünde gerçekleşti. Sadece 2019’da böyle bir kuyuya düşerek ölen küçük bir çocuğa yönelik medyanın ilgisi, yaptırımı biraz artırdı. İspanya’nın dörtte üçü çölleşme tehdidi altında olduğu için, yağmalanan yeraltı suyu rezervleri, ülkenin kaybetmeyi göze alamayacağı bir tampon görevi görüyor.
Doğanın acımasız sömürüsü, işçilerin eşit derecede acımasız bir şekilde sömürülmesiyle el ele gider. Bunun bir örneği, Huelva eyaletinde çilek yetiştiriciliğidir (AB’nin toplam hacminin dörtte birinden fazlası). Yarım milyar euro gelir elde etmek için ihmal edilmiş barakalarda yaşayan belgesiz işçilere ve onlarla benzer muameleye tabi olan mevsimlik işçilere yaslanılıyor. Bu sadece vicdansız çiftçilerin değil, bütün bir sistemin ürünüdür. Tam zamanında dağıtımı sağlamak için tüm bölgelerin tek bir mahslude uzmanlaştığı bir sistem. Dibe vuran aralıksız bir yarışta, ne pahasına olursa olsun, daha azıyla daha fazlasını üretmeye sürekli zorlayan bir sistem.
Sosyalist planlama – herkes için su, kâr için değil
Sosyalist planlama yalnızca fosil yakıtlardan hızlı bir uzaklaşma için gerekli değildir, aynı zamanda kapitalizmin harekete geçirdiği ve artık önlenemeyen zararlı süreçleri hafifletmek için de en uygun olanıdır. Kuru dönemlerin artması durumunda, buna su israfının azaltılması ve bu geçim kaynağının kirlenmesinin önlenmesi dahildir. Ayrıca, tasarruf edilen su üretimi genişletmek için değil, rezervleri yenilemek ve ekosistemleri yeniden oluşturmak için kullanılmalıdır.
Kapitalizmde, çeşitli malların “su ayak izi” hakkındaki tartışma genellikle tüketicilerin bireysel kararlarıyla sınırlıdır. Belli malların (sığır eti, badem, konserve vb.) üretiminin diğerlerinden daha fazla su kaynağı gerektirdiği açıktır. Bununla birlikte, tüketici bilincine güvenmek, en iyi ihtimalle kademeli değişimi getirecektir. İnsanlar genellikle finansal kaygılar nedeniyle kısıtlanırlar ve çelişkili bir bilgi ve kurumsal aldatmaca karmaşasının ortasında bilgiye dayalı kararlar vermek için gereken kaynaklar, zaman ve enerjiden yoksundur. Özel şirketleri düzenlemeye ve teşvik yaratmaya yönelik reformist girişimler bile yeterli olmayacaktır.
Tarımda su tüketimi, gıda israfını sınırlandırarak azaltılabilir. Bu, ticari tarımını ve kapitalist tarım ticareti ile bağdaşmayan gıda dağıtımının tamamen elden geçirilmesini gerektirir. Su sıkıntısı çeken ortamlarda suya ihtiyaç duyan mahsullerin üretimi de sınırlandırılmalıdır. Örneğin, reklamlılığın sona ermesi ve dayanıklılığa yapılan vurgu “atıl modaya” son verebilir ve böylece, özellikle kurak ortamlarda yetiştirilen, özellikle su gerektiren bir ürün olan pamuğun yetiştirilmesini sınırlayabilir. Aynısı, endüstriyel ürünler ve maden kaynakları gerektiren ürünler için de geçerlidir.
Altyapıya yapılan yatırım eksikliği, su israfının önemli bir nedenidir. AB’de tahmini sızıntı oranı (buharlaşma veya kaçak nedeniyle oluşan sızıntı ç.n.) üye devletlerde yüzde 7 ile 50 arasında değişmektedir. Amerika Birleşik Devletleri’nde, arıtılmış suyun yaklaşık yedide biri sızıntı nedeniyle boşa gitmektedir. American Water Works Association’a göre, mevcut su sisteminde gerekli modernizasyonu için 25 yılda 1 trilyon dolarlık bir yatırım gerekiyor. Sosyalist planlama kapsamında, güvenli içme suyu ve sanitasyon herkese yaygınlaştırılacağı gibi, bu tür bir altyapıya yapılan yatırımlara öncelikli olacaktır.
Devrimci sosyalistler olarak, toplumsal değişimi yönlendiren dinamikleri anlamaya çalışıyoruz. Bununla donanmış olarak, sosyal değişimin taşıyıcıları oluruz. Kapitalizm işçi sınıfını doğurdu. Kapitalizmin mezar kazıcısı haline gelebilecek ve sefalet, sömürü ve baskıdan uzak bir toplumsal düzen kurabilecek güç işçi sınıfıdır. Kapitalizm altında doğal dünyanın yok edilmesi, insanlığın varlığını değilse de en azından medeni bir toplumun maddi temelini tehdit eder. Son yıllarda, durumun aciliyeti dünya çapında milyonlarca insanı, özellikle de gençleri sokaklara sürükledi. İnsanlığın karşı karşıya olduğu gelişmekte olan doğa felaketine dair kavrayışımızı arttırmamız hayati önem taşıyor. İlgili süreçlerin çoğu çok karmaşıktır. Çevresel (ekolojik) değişiklikler gittikçe hızlanıyor ve onlar hakkındaki bilgiler de aynı oranda artıyor. Ne kadar çok bilirsek, gerekli sistem değişikliğinin toplumun sosyalist dönüşümü olduğunu o kadar iyi iddia edebiliriz. Sosyalizm nesnel olarak, gelecek nesiller için yaşanmaya değer bir dünyayı sürdürme şansına sahip tek sistemdir.
25 AĞustos 2020
[1] Covid önlemeleri çerçevesinde kafe, restoran vb. iş yerlerinin kapalı tutulması, İngilizce. Lockdown ç.n.
[2] Kuzey ve Güney Yarımkürelerde, subtropikal bölgeler ile orta enlemlerin yüksek troposfer seviyesi içinde esen, göreceli olarak dar şerit halindeki kuvvetli rüzgar alanı. (ç.n.)
[3] Yelkenli gemiler devrinde, Amerika ile Avrupa arasındaki ticareti sağladığı için alizelere ticaret rüzgârları denmiştir.(ç.n.)
[4] Havada asılı parçacık biçiminde madde. (ç.n.)
[5][5] Su Ayak izi, bir ürünün üretim ve tüketim faaliyetlerinde kullanılan toplam temiz su miktarını ve oluşan kirlilik oranını belirtmektedir. (ç.n.)
[6] Sanal su, gıda ve diğer ürünlerin üretimi için kullanılan su miktarını ifade eden bir su ticareti şeklidir. … Su kıtlığı yaşayan bir ülke, üretim için fazla miktarda su gerektiren ürünleri üretmek yerine ithal ettiğinde sanal su ticareti yapmış olur. (ç.n.)