10 Ağustos’ta ilk kez yapılacak olan Cumhurbaşkanlığı seçiminde, anti-demokratik seçim ve adaylık sistemi nedeniyle, üç aday ve dört seçeneğimiz var: Adaylar Erdoğan, İhsanoğlu ve Demirtaş iken seçeneklerimiz arasında seçimi boykot etmek de var. Bu dört seçeneği de somut durumu göz önüne alarak somut bir şekilde analiz etmemiz, Cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki doğru tutumu belirmemizi sağlayacaktır.
İlk olarak Erdoğan’a baktığımızda son 12 yılda, öncesindeki siyasi hayatını da dâhil ettiğimizde, 2001 Ekonomik Krizin ’den sonra IMF ve Kemal Derviş’in özelleştirme ve kemer sıkma politikalarına harfiyen uyan; Avrupa Birliği ile bütünleşmek için işçi sınıfının aleyhine yasalar geçiren; NATO, AB vb. emperyalist örgütlerin Irak, Afganistan, Libya, vb. saldırılarına askeri ve politik destek veren, Kürecik’te yeni bir NATO Radar Üssü’nün açılmasını sağlayan; Kürt Halkının kültürel, politik ve örgütlenme haklarını tanımayan, Roboski’de Kürtlerin üstüne bombalar yağdıran; Milyarlarca dolar yolsuzluk yapmış; Gezi Parkı direnişi süresince 10 kişinin öldürülmesine neden olmuş; Gösteri ve yürüyüş özgürlüğünü hiçe sayan; sendikalaşmayı engellemeye çalışan; Soma’da öldürülen 301 madencinin ölümünde siyasi sorumluluğu olan; grevleri Bakanlar Kurulu kararıyla yasaklamaya çalışan bir siyasi programın temsilcisidir. Bu program aslen AKP’nin programıdır, Türkiye büyük burjuvazisinin MÜSİAD, MESS gibi örgütlenmelerinin yönelimine harfiyen, TUSKON, TÜSİAD’ın yönelimine genel olarak uymasının yanında, ABD ve NATO, AB ve Şangay Beşlisi gibi uluslararası sermayenin yönelimleriyle uyuşmaktadır. Erdoğan’ın son 12 yılda otoriterleştiğini kabul etmemize rağmen, bu otoriterleşmenin nedeni, burjuvazi sistemine içkin olan uzun iktidar döneminden kaynaklanan siyasi gücün ve sermayenin merkezileşmesinden kaynaklanmaktadır. Şu anki somut durumda, Erdoğan ne diktatör ne de AKP iktidarı faşisttir. Erdoğan ya da AKP iktidarının gericiliğinin nedeni de dinci-dindar-İslamcı olması değildir. Erdoğan ya da AKP iktidarının gericiliğinin nedeni burjuva iktidarını devam ettirmeye dönük adanmışlığıdır. Bu nedenlerden dolayı, işçi sınıfının uzun dönemli çıkarları için Erdoğan’a Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde oy verilmemesi çağrısında bulunuyoruz.
İhsanoğlu ise söylendiği gibi Cumhurbaşkanlığı adaylığı öncesinde ve adaylığı süresince politikaya uzak bir aday değil. İslam İşbirliği Teşkilatı adı verilen 57 Müslüman nüfusun yoğunluklu olduğu ülkenin burjuva devletleri arasındaki uluslararası işbirliği örgütlenmesinin liderliğini 2004-2014 yılları arasında 10 yıl sürdürmüştür. Nasıl ki BM, NATO, AB genel sekreterlerinin görevde oldukları süreç boyunca bu uluslararası örgütlerin ve üye devletlerin yaptıkları, genel sekreterlerin siyasi sorumluluğunun içerisinde ise, 2004-2014 arasında İslam İşbirliği Teşkilatı üye ülkelerinin ve üye ülkeler arasında yaşananların İhsanoğlu’nun siyasi sorumluluğunun içerisindedir. İran’da 2009 seçimleri sonrasında İran rejiminin onlarca protestocuyu öldürmesi; Tunus ve Mısır’daki devrim sürecinde yüzlerce protestocunun öldürülmesi; Bahreyn’deki ayaklanmanın bastırılmasında Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri askerlerinin onlarca kişiyi öldürmesi vb. İhsanoğlu’nun politik sorumluluğundadır. İhsanoğlu’nun bu süreçte İslam İşbirliği Teşkilatı genel sekreterliği görevine devam ederek, katliamlar gerçekleştiren bu burjuva iktidarlarıyla benzer bir yönelim içinde olduğunu gözler önüne sermiştir. Bunun yanında, İhsanoğlu kendisini Cumhurbaşkanı adayı gösteren CHP, MHP ve BBP’nin politik programını pratikte adaylığı kabul ederek kabul etmiş durumdadır. Bu durum, İhsanoğlu’nun TÜSİAD, MÜSİAD, TUSKON ve MESS gibi burjuva örgütlenmelerinin ve NATO, AB, BM gibi uluslararası burjuva örgütlenmelerinin genel yönelimini kabul ettiği anlamına gelir. Bunun yanında, AKP’nin de Cumhurbaşkanlığı adaylık sürecinde İhsanoğlu’na adaylık teklif etmiş olması, temelde Erdoğan ve İhsanoğlu’nun politik yönelimlerinin hiç de farklı olmadığını gösterir. Bu nedenlerle, işçi sınıfının uzun dönemli çıkarları için İhsanoğlu’na Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde oy verilmemesi çağrısında bulunuyoruz.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin boykot edilmesi tutumu, çoğunlukla seçim sisteminin anti-demokratik olduğu, AKP hükümetinin meşruiyetine kaybetmiş olduğu ve adayların politik olarak desteklenemez olduğu tezlerine dayandırılarak meşrulaştırılıyor. Boykot tutumunu ve bu tezleri tartışacağımız zemin ise, geniş halk kesimlerinin şu anki politik bilinci ve eğilimi, bunun yanında sol-sosyalist kitle örgütlerinin genel toplumsal etkisi, gücü, kitleselliği ve genel eğilimleri olmalı. Bu nesnel ve öznel koşulların hesaba katılmadığı bir boykot tartışması yöntemsel olarak doğru sonuçlara ulaşamaz. Boykot tutumunun, temelde seçimlerin ve seçilecek olanın meşruiyetini sarsma amacı taşır. Ancak, şu anki durumda geniş halk kesimleri nezdinde seçimleri meşruiyeti tartışmalı durumda değildir ve boykot tutumu güçlü bir eğilim olarak gözükmemektedir. Bunun yanında, solun içerisindeki birkaç grup dışında boykot çağrısı da yapılmamaktadır. Türkiye sol ve sosyalist hareketinin Gezi Parkı direnişi süresince politik olarak aktifleşmiş kitleler üzerinde etkili olamadığı, yerel seçim sonuçlarına bakıldığında geniş kitleler nezdinde solun yeni bir seçenek olarak görülmediği ve oylarını artıramadığı bir gerçek iken, bunun yanında seçimlerin boykot edilmesi çağrısında bulunan grupların-partilerin güçlü bir kampanya örgütlemediği bu seçim sürecinde boykot tutumu, pratikte, kitlelerin gözünde politikasızlık dışında bir anlam ifade etmemektedir. Seçimlerin anti-demokratik olduğu bir gerçektir ancak AKP hükümetinin geniş halk kesimleri nezdinde meşruiyetini kaybetmiş olduğu tezi, son yerel seçim sonuçları ile çelişmektedir. Sandıkları yakacak güçte bir boykotun gerçekleşmediği bir durumda boykot çağrısı yapmak, somut gerçekliğe bulaşmadan soyut düzlemde devrimci ya da Marksist kalma çabasından başka anlam taşımamaktadır.
Demirtaş’ın politik geçmişi ve üyesi olduğu BDP ve HDP’nin politik geçmişi ve programı genel olarak burjuva siyaseti temellerinden yükselmemektedir. Demirtaş, bu, sınıfsal, açıdan Erdoğan ve İhsanoğlu’ndan farklı bir adaydır. Demirtaş’ın seçim bildirgesinde yaptığı demokratik, örgütlenme ve kültürel haklar vurgusu, seçim sürecinde Yoğurtçu Parkı ve Soma’yı ziyaret etmesi, işçi ve sendikalaşma haklarını vurgulaması dikkatte alınması gereken tutumlardır. Gerek Kürt Halkının politik, kültürel ve örgütlenme haklarının savunulması açısından, gerek burjuvazinin adaylarının karşısında, sosyalist bir programla çıkmasa bile, birçok kesimin demokratik haklarını savunması açısından, şu anki somut koşullarda, Demirtaş’a cumhurbaşkanlığı seçimlerinde oy verilmesi işçi sınıfının uzun dönemli çıkarlarıyla çelişmemektedir aksine birçok açıdan örtüşmektedir.
Bu nedenlerle herkesi Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Demirtaş’a oy vermeye çağırıyoruz!