Birinci Bölüm “Naziler Aslında Sosyalistti”
Vlad B., 24 Ağustos 2021
Çeviren: S. Erdem Türközü
Giriş
Kapitalizmin iktisadî, toplumsal ve çevresel krizleri kadar siyasi kutuplaşma da gözlerimizin önünde serpilip gelişmeye devam ediyor. Son yıllarda hem solda hem de sağda radikalleşmeye tanık oluyoruz. Genel olarak bu, farklı ülkelerde eşit olmayan bir süreç olmuştur. 2008’deki önceki kriz, çoğunlukla solda bir radikalleşmeye ve Podemos, SYRIZA gibi yeni sol partilerin, Bernie Sanders ve Jeremy Corbyn gibi şahsiyetlerin hızla yükselişine tanık oldu.
Bununla birlikte, soldaki bu oluşumların kapitalist statükoya bir mücadele alternatifi sunamaması, sahte alternatifler için alan açtı. İspanya Devleti’nde Vox, Almanya’da AfD, İtalya’da Lega, Portekiz’de Chega ya da Fransa’da Rassemblement national [Marine Le Pen liderliğindeki Ulusal Cephe’nin eski adı-ç.n.] gibi popülist veya aşırı sağ partiler, (çoğunlukla etnik-milliyetçi terimlerle tasarlanmış) “halkı” “seçkinlere” karşı savunduklarını iddia ederek kendi ülkelerinde önemli güçler haline geldi. Aslında, onlar hiçbir şekilde seçkin karşıtı değildir, kapitalist seçkinlerin ve haklarından mahrum bırakılmış orta sınıfın en gerici unsurlarının siyasi ifadesidirler.
Onların sağında, belki de en belirgin olarak ABD’de ve aynı zamanda Avrupa’da, daha açık faşist, sokak temelli hareketler ve örgütler de yeniden canlandı. Bu tür gelişmeler, elbette, sola doğru bir radikalleşme tarafından yansıtıldı: Bu radikalleşmeye, genellikle “antifa” olarak tanımlanan militan anti-faşizm ve ırkçılık karşıtlığında yeniden canlanma da dahildir.
Bir başka deyişle, her eylem için bir tepki, her eğilim için bir karşı eğilim söz konusudur. Böylece faşizm ve anti-faşizm yeniden kamusal tartışmanın merkezi bir parçası haline geldi. Ancak kapitalist bir toplumda kamusal tartışma, esas olarak kapitalist seçkinlerin ve onların ana akım medya ve ötesindeki dalkavuklarının çıkarları tarafından şekillendirilir. Bu, kaçınılmaz olarak faşizmin ne olduğu ve ona nasıl karşı çıkılacağı konusunda bir dizi yanlış anlamalara yol açmıştır. En yaygın beş tanesini ele alacağımız beş bölümlük bir yazı dizisinin ilk makalesini aşağıda yayınlıyoruz. Biraz tarihle başlıyoruz ve sağcı propagandanın, iflas etmiş statükolarına sosyalist bir alternatif fikrini itibarsızlaştırmak için sık sık ağzından çıkan en bariz yanlışlardan birine değiniyoruz.
Birinci Bölüm “Naziler Aslında Sosyalistti”
Bugün sağcıların Nazi partisinin tam adını -Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi- ağzı açık bırakan bir tarihi ifşa yapmışlar gibi hecelediklerini görmek neredeyse sevindiricidir. Ancak bunu Nazilerin “aslında sosyalist” olduğunun kanıtı olarak kullanmaları da aynı derecede utanç verici. Örgütlerin ya da devletlerin siyasetini adlarına göre yargılarsak, bu, Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti’nin (diğer adıyla Kuzey Kore) gerçekten demokratik bir halk cumhuriyeti olduğu anlamına gelir. Nazilerin “sosyalist” etiketini benimsemeleri, siyasetlerinin bir yansıması değil, sosyalist fikirlerin Nazilerin açıkça hitap etmeye çalıştığı kitleler arasında oldukça popüler olduğu, yükselen sınıf mücadelesi çağının bir yansımasıydı. Gerçekten de Nazi partisi sadece sosyalist OLMAMAKLA kalmıyordu, aynı zamanda derin bir biçimde ANTİ-sosyalistti. Bunu görmek için propagandasını okumamıza gerek yok, bunun yerine Nazilerin iktidarda oldukları 12 yıl boyunca uyguladıkları fiili politikalara bir göz atmamız gerekiyor.
***
Her şeyden önce, anti-kapitalist olmadan sosyalist olunamaz. Naziler hiçbir zaman kapitalizmden kopmadı ve bunu yapmaya asla kalkışmadılar. Naziler, muhalefetteyken, yüzeysel bir anti-kapitalist retorik sergilemelerine rağmen, özellikle büyük şirketlere karşı dostane bir ekonomi politikası izledi. Çoğunlukla küçük işletme sahiplerinden oluşan sosyal tabanlarına rağmen, Nazi hükümeti 1933 gibi erken bir tarihte tüm şirketleri bir kartele katılmaya zorlayan bir yasa çıkardı. Bu, sermayesi 40.000 doların altında olan tüm şirketleri fesheden ve yalnızca en az 200.000 dolar sermayeye sahip olmaları halinde yeni şirketlerin kurulmasına izin veren 1937 kararnamesi için zemin hazırladı.
Aslında, Naziler o kadar büyük şirket yanlısıydılar ki, 1930’ların başındaki Büyük Buhran’ın ardından ekonomilerinin büyük bölümünü kamulaştıran diğer gelişmiş kapitalist ülkelerdeki ana akımla ters düştüler. Bu makalenin güçlü bir şekilde gösterdiği gibi, “Üçüncü Reich döneminde özel firmaların neredeyse hiç kamulaştırılması olmadı” ve “devlet tarafından işletilen firmalar olarak yeni yaratılan birkaç girişim vardı”. Ama asıl ilginç olan kısım ancak şimdi geliyor; Nazi Almanyası, devlete ait işletmelerin toplu özelleştirmelerini gerçekleştiren ilk ülke oldu! Bu diğer makalenin ayrıntılı olarak belgelediği gibi,
“Nazi Partisi hükümetinin 1930’ların ortalarında devlete ait birkaç firmadaki kamu mülkiyetini sattığı bir gerçektir. Bu firmalar çok çeşitli sektörlere aitti: çelik, madencilik, bankacılık, yerel kamu hizmetleri, tersaneler, gemi hatları, demiryolları vb. sosyal ve emekle ilgili hizmetler özel sektöre devredildi.”
***
Bununla birlikte Naziler, işçi sınıfının tüm bağımsız örgütlerini yok ettiler: sadece siyasi partileri değil, sendikaları da… Gerçekten de, önceki nesillerin güvence altına almak için çok mücadele ettiği temel toplu sözleşme hakkını yasakladılar. Bunun sonucu olarak, işçiler daha uzun saatler çalıştı ve 1932 ila 1939 arasında GSYİH/kişi %60 arttı. Yine de aynı dönemde reel ücretler sadece %6 artarken, sermaye getirisi oranı -%5’ten %15’e yükseldi! Bu kârlar -Alman toplumunun %1’ini bile değil, %0,1’ini oluşturan- yükselen bir yönetici seçkinler grubuna gitti. Sanki Naziler, daha sonra neoliberalizmi tanımlayacak olan kilit politikaların çoğunu öngörmüş gibiydi.
Dolayısıyla, kapitalizmin özü olan kârın azamileştirilmesi arayışı, Naziler döneminde Alman ekonomisinin baskın özelliği olarak kaldı. Savaş çabaları yoğunlaşsa ve devlet ekonomi üzerinde daha fazla denetim sahibi olsa bile, IG Farben (şimdi Bayer) ya da Siemens gibi özel tekeller, büyük ölçüde toplama kamplarındaki köle emeğinin sırtından, kârlarını artırmaya devam etti. Ancak savaşın kendisi bile temel olarak büyük işletmelerin emperyalist çıkarları tarafından yönlendirildi -tekelci kapitalizm aşamasına ulaştıktan sonra daha fazla hammaddeye, daha fazla pazara, daha ucuz (ya da köle) emeğe ihtiyaçları vardı.
Özetlemek gerekirse, sosyalist bir ekonomiyi tanımlayan hiçbir şey Nazi ekonomisini tanımlamadı. Kamu mülkiyeti, Birleşik Krallık ya da ABD gibi diğer gelişmiş kapitalist ülkelere göre bile sınırlıydı. Savaşın başlamasıyla genişleyen iktisadî planlama, toplumsal gereksinimlere değil, emperyalist emellere hizmet etmekti. Ve elbette, onsuz sosyalizmin mümkün olmadığı her türlü demokratik denetim de bariz bir şekilde mevcut değildi. Bunun yerine, devlete ait işletmeler özelleştirildi, işçi sınıfının örgütleri söndürüldü ve özel tekeller kârlarının çarpıcı biçimde arttığını gördü. Nazilerin sözde “sosyalizmi” aslında steroidli ve eldivensiz kapitalizmdi. Troçki‘nin yerinde bir şekilde belirttiği gibi, Nazi rejimi gibi rejimler “burjuvazi, sömürü hakkını korumak için proletaryaya karşı iç savaş yöntemlerine başvurmak zorunda kaldığında” ortaya çıkar.
***
Elbette sosyalizm, sadece kamu mülkiyeti ve demokratik denetimle ve halkın gereksinimlerine hizmet eden bir ekonomiyle ilgili değildir. Bu iktisadî görüş, sosyal eşitliğe temelden ve dinmek bilmeyen bir bağlılıktan kaynaklanmaktadır. Bu, cinsiyet, ırk, cinsel yönelim ya da dinden bağımsız olarak HERKES için eşitlik anlamına gelir. Eşitlikçi olmadan sosyalist olunamaz. Nazilerin böyle bir şey olmadığını söylemek yetersiz kalır. “Aşağı” olarak gördükleri tüm insan kategorilerine (Yahudiler, eşcinseller, Romanlar, engelliler) karşı benzersiz barbarlıkları, çok bilinçli bir eşitsizlik kültünden kaynaklanıyordu. Sosyalizmin ortadan kaldırmayı amaçladığı şeyden bir erdem ve yol gösterici bir ilke yaptılar: toplumsal eşitsizlik.
Son olarak, sosyalizm doğası gereği enternasyonalisttir. Bu, tüm insanların küresel kardeşliğine olan ahlakî bir inançtan değil, uluslararası sınıf dayanışması ve birleşik mücadele için nesnel gereksinimden geliyor. Bu olmadan, sosyalizm basitçe mümkün değildir. Enternasyonalizm bir seçenek değil, bir zorunluluktur. Buna karşılık, Naziler şimdiye kadar görülen en şovenist etno-milliyetçilik biçimini benimsedi ve bu, yukarıda sözü edilen eşitlik karşıtı görüşü tüm milli gruplarına genişletti.
Sonuç olarak, hayır, Naziler sosyalist değildi. Sosyalizmin neyle ilgili olduğunun tam tersini hemen hemen özetlediler. Rolleri, günün sonunda, Almanya’nın tekelci kapitalizminin yayılmacı çıkarlarını savunmaktı. Her dönemin ve tüm ülkelerin faşistleri gibi zengin ve güçlünün yanındaydılar. Bugün de farklı değildir. Faşizmin düzenin alternatifi olabileceğini düşünenler, sadece o düzenin eline oynuyor. Zenginlerin yararlı aptalları rolünü oynuyorlar.
***
Şimdilik burada duralım ama sonraki bölümde faşizm ve komünizm arasındaki siyasî ya da ahlakî denkliğin, liberal propagandanın iddia ettiği gibi, neden olamayacağını da göreceğiz.