GEZİ PROTESTOLARININ ARDINDA BIRAKTIĞI BİRKAÇ DERS |
Gezi protestoları, 2013 yılında bir aydan fazla bir süre boyunca ülkenin her bir yanında 7,5 milyon civarı insanın kimi militanca kimi pasif bir şekilde iktidara karşı ayaklandığı bir dönemi kapsıyor. Bir direnişçinin de dediği gibi: “İnsanları Gezi Parkı’ndan çıkartabilirler, ama Gezi Parkı’nı insanların içinden çıkartamazlar.”
Neler Olmuştu?
Gezi Parkı olayları tam da iktidarın istediği şekilde at koşturabileceğine inandığı ve Arap Baharı’nın yayıldığı ülkelere kendini “model” olarak sunmaya çalıştığı bir dönemde; 27 Mayıs günü İstanbul’da, şehrin ne yapılıp edilerek sermayeye katılması derdine düşmüş olan iktidarın, Gezi Parkı’nın yerine Topçu Kışlası’nı yeniden kurmak için ağaçları söktürmesiyle başladı. Taksim Dayanışma Grubu üyeleri hemen iş makinalarının önüne geçti ve elli kişi parkta sabaha kadar nöbet tuttu. Ertesi gün BDP milletvekili Sırrı Süreyya Önder ve CHP’den Gürsel Tekin’in de desteğiyle yine park korundu. Parkın korunması gündemin içine daha da yerleşerek ayın sonuna kadar devam etti.
Mayısın 31’inde ise İstanbul dışında Geziye destek amaçlı ufak çapta birçok yürüyüş düzenlendi ve yapılan bir başvuru sonrası, İstanbul 6. İdare Mahkemesi, Topçu Kışlası Projesi hakkında yürütmeyi durdurma kararı verdi. Olayların en çok alevlendiği gün ise 1 Haziran oldu. İstanbul’da insanlar Anadolu Yakası’ndan Avrupa Yakası’na Boğaziçi Köprüsü üzerinden yürüyüş düzenlediler. Türkiye’nin çoğu ilinde binlerce insan sokağa döküldü ve Gezi’ye olan desteklerini, iktidara olan öfkelerini gösterdiler. Erdoğan ayaklananlara (onun deyimiyle “birkaç çapulcuya”) karşı sert söylemlerine devam etti. Bu durum katılımı da polis şiddetini de arttırdı.
3 Haziran Pazartesi günü borsalar açılınca İMKB gün sonunda kendini son on yılın en büyük düşüşünü görmüş şekilde buldu. İşçi sendikaları konfederasyonları iş bırakma eylemlerine, hükümet ve yandaşları ise iş bırakanlara yönelik tehditlere başladılar. Ayın 7’sinde Tunus’tan dönen Erdoğan kendine yeni bir düşman uydurmuş ve olanlardan bu düşmanı sorumlu tutuyordu: “Faiz Lobisi”.
Bir süre sonra hükümet geri adım atmak zorunda kaldı: 8 Haziran’da Topbaş yaptığı bir açıklamayla AVM, rezidans yerine kent müzesi yapılabileceğini duyurdu; bu ilk geri adımdı ama yetersizdi. Çünkü artık mesele Gezi Parkı’nın geleceği meselesi değil, iktidarın sorgulanışı idi.
10 Haziran’a geldiğimizde Erdoğan’ın, taleplerini dinlemek için ayın 12’sinde bazı gruplarla görüşeceği açıklandı. Fakat bu açıklamadan bir gün sonra polis sabah erken saatlerde Taksim Meydanı’na girdi. Taksim Meydanı boşaltıldı ve pankartlar toplatıldı. Gezi Parkı’na girilmeyeceği yönünde beyanlar olsa da aynı gün polis parka girmeyi denedi, fakat başarısız oldu. Ayın 12’sinde Başbakan kimi gruplardan temsilcilerle bir araya geldi ve Hüseyin Çelik -dönemin başbakan yardımcısı-referanduma gidilebileceği yönünde bir konuşma gerçekleştirdi. İktidarın geriye doğru attığı adımlar giderek büyüyordu. Bu görüşmeden iki gün sonra ikinci bir görüşme gerçekleştirildi. Bu sefer Taksim Platformu’nu temsil edenler de oradaydı ve görüşme sonrasında Platform Gezi Parkı’nda forumlar düzenledi.
15 Haziran’a geldiğimizde ise Erdoğan Gezi Parkı’na müdahale olabileceği yönünde konuşmalar yapıyordu. Gezi forumundan çıkan karar, barikatların temizlenmesi ve mücadelenin sadece Taksim Platformu bayrakları altında yapılmasıydı. Akşama doğru polis parka girerek burayı boşalttı ancak oradan kaçan kalabalık başka alanlarda toplandı. Protestolar gece saatlerinde yeniden başladı. Ertesi gün neredeyse tüm İstanbul’da protestolar vardı.
17 Haziran’da KESK ve DİSK genel greve gittiler. Taksim’e yürümek istedilerse de polisle yaptıkları görüşmeler sonucunda vazgeçtiler Kimi protestolar ve pasifist eylemler devam etti. 22 Haziranda Taksim Platformu protestolarda ölenleri anmak için insanları Taksim Meydanı’na çağırdı. Toplanan kalabalığa yine polis müdahalesi oldu. İki gün sonra, polis kurşunu ile hayatını kaybeden Ethem Sarısülük’e ateş eden polisin serbest bırakıldığı haberinin ulaşması üzerine Ankara ve İstanbul’da kitlesel eylemler yapıldı. Ay boyunca ülke çapında yürüyüşler ve forumlar yapılmaya devam edildi.
Gezi direnişi, Türkiye tarihinin gördüğü en geniş katılımlı ve en uzun süren ayaklanma oldu.
Politik dersleri
Gezi Protestoları sürecinde İstanbul Gezi Parkı’nda ortay çıkan koşulları bir komün olarak yorumlamak pek doğru değil; ancak orada belli bir süre otonom bir yapının ortaya çıktığı da göz ardı edilmemelidir. Taksim’de ve ülke çapında yapılan forumlar sosyalist bir toplumun olmazsa olmazı olan alttan demokrasinin olabilirliğini gösteren izler taşıyor. Gezi Protestolarının ayrıca Türkiye tarihinin en büyük kendiliğinden gelişen geniş kitlesel gösteriler olması yönüyle seksenlerdeki askeri darbeyle sokaklardan kazınmaya çalışılan solun ve hatta genel olarak kitlesel tepkilerin bir zaferi olduğu da söylenebilir. Her ne kadar sonraları iktidarın göz yumduğu yahut desteklediği kimi savunulamayacak eylem yöntemleri meydana gelmiş olsa da, insanlar deyim yerindeyse üzerlerindeki ölü toprağını atmış oldular. Gezi direnişçilerinin çoğunluğunun gençlerden oluşması da gelecek günlere umutla bakabilmek için bir işaret aslında.
“Mesle ağaç” değildi artık!
Protestoları tetikleyen her ne kadar Gezi Parkı projesi olsa da, Gezi protestoları bunu hızlı bir şekilde aşıp AKP hükümetinin tüm politikalarına yönelmişti. Bu durum ana sloganlarından biri olan “Tayyip istifa!” sloganında ifadesini buldu. Kitle ne iktidarı ne de onun politikalarını istiyordu artık. O hafta parkta ve o zamana kadar insanlara uygulanan devlet şiddetini protesto ediyordu. Kararlara dâhil olmamayı, hükümetin bir kez seçildikten sonra istediğini istediği gibi yapmasını kendine hak görmesini, adaletsizliği, eşitsizliği, “teğet geçti” denilen krizlerle birlikte derinleşen yoksulluğu protesto ediyordu. Elbette 90’lardan beri gelişen ekoloji hareketlerinin birikimini de yansıtıyor; adil olmayan kentsel dönüşümü de, nefes alacak son alanlar olan parkların talanını da…
Gezi Parkı protestolarına katılan kitle sınıf kimliğiyle sokağa çıkmış olmasa da işçi sınıfıydı. Yani söz konusu olan “kendisi için”değil, “kendinden” bir işçi sınıfıydı ve sosyal taleplerden çok demokratik talepleri ön plandaydı. Bu demokratik talepleri sosyal taleplerle birleştirerek kitlelerin bu enerjisini kapitalist sistemin kendisine yöneltecek bir kitle partisinin yoksunluğu, bu protestolardan protestoların büyüklüğü oranında bir sonuç elde edilememesinin nedenlerinden biridir.
Forumlar
Gezi Protestolarının belli bir zaman sonra bitmeyip alanlardan insanların “açık mikrofon” biçiminde forumlarda her şeyi tartıştığı kentlerin parklarına taşınması ve bu forumların kışa kadar sürmesi ayrıca bir öneme sahip. Fakat istisnasız tüm sol gruplar bu forumları ileriki günlerde toplumu dönüştürebilecek bir güce çevirmek gibi bir yaklaşımdansa, bireyleri tekil olarak kendi politik yapılarına kazanmakla yetinmek gibi bir yaklaşım ortaya koydular. Üstelik bir yıl sonra gerek yerel seçimler gerekse de Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin olacağı kesinken. Bu bağlamda solun bu yönde ufacık bir öngörüyle bile hareket etmemesi trajik bir durumdur. Hele ki solda kitlesel bir gücün yoksunluğu herkesçe kabul edilen bir gerçeklikken.
O günlerde SOSYALİST ALTERNATİF yayınladığı bir bildiride: “Bu hareketin içinde fedakarlık, tutku ve müthiş bir angajman söz konusu olmakla birlikte eksik olan, Erdoğan’ı dizleri üstüne çökertebilecek örgütlü bir gücün varlığıdır.”
“İşyerlerinde, mahallelerde düzenlenecek toplantılar ve orada seçilecek direniş komiteleri bu hareketi daha ileriye taşıyabilir. Sol sendikalar, HDK, Halk Evleri gibi büyük oluşumlarla diğer sol örgütlenmeler buna önayak olup yerellerde böyle komitelerin oluşturulmasını ve bunları bir ağ gibi birbirine bağlayabilecek koşullara sahiptirler” diyordu.
Böyle bir girişim ancak bir yıl sonra gelecekti. Birçok sol/sosyalist grup ve parti 2014 yılının Sonbaharında ODTÜ Vişnelik’te üst üste toplantılar yaparak yukarıda belirtilen bir gücün inşası için irade beyan ettiler. Ne var ki artık çok geçti; çünkü bu girişim kitleler geri çekildikten ve forumlarda sol gruplar kendi başlarına kaldıktan sonra ortaya konulan bir girişimdi. Bu toplantıların sonunda birkaç ay gibi kısa bir sürede Birleşik Haziran Hareketi’nin ortaya çıkmış olması, önerimizin zamanında ve doğru bir tutumla yapılması halinde öngördüğümüz gibi kitlesel bir gücün ortaya çıkmasının mümkün olduğunun kanıtıdır.
Oradaydık
SOSYALİST ALTERNATİF henüz yeni ve inşa aşamasında küçük bir grup olmasına rağmen bu devasa öneme sahip toplumsal harekete müdahil olmaya çabaladı. Henüz ortada forumlar yokken farklı kentlerdeki protestoları birleştirecek demokratik bir biçimde oluşturulmuş komitelerin kurulmasını savundu o zaman. Bunun için görece büyük örgütlerin buna önayak olması gerektiğini vurguladı sürekli:
- Direnişin birlikte değerlendirilip bilançosunun çıkarılması –yeniden güç toplama ve bir sonraki raunda örgütlü bir hazırlık: İstanbul’da etkin ve öne çıkan gruplar tarafından organize edilecek bir konferans.
- Güçlü bir biçimde tekrar dönmek için direniş hareketinin güçlü yönleri ve zaafları üzerine tartışma ve görüş alışverişi.
- Erdoğan hükümetine karşı geniş bir sosyal hareketin inşası; mücadeleci ve demokratik sendikalar; güçlü bir Marksist örgütün inşası…
Bugün hâlâ birlikte durmaya, tarihten dersler çıkarmaya ve sosyalist bir hareket inşa etmekten geri durmamaya ihtiyacımız var. Gezi Protestolarından çıkarılabilecek en önemli derslerden biri kuşkusuz bu gibi toplumsal mücadelelerin her zaman ortaya çıkacağı gerçeği (Tekel mücadelesi, Soma katliamı vs.) ve bu mücadelelerin sınıf mücadelesinde katalizör işlevi olacağıdır.
Türkiye’de bugün -hangi milliyetten ya da inançtan olursa olsun, işçi sınıfının çıkarlarını savunan, onun taleplerini dile getiren ve kapitalist sistemi alaşağı edecek olan devrimin öznesi işçi sınıfını bayrağı altında toplayabilecek bir partiye ihtiyaç var. Sosyalist bir programa sahip, işçi sınıfının birliğini ön plânda tutan, doğru bir strateji ve doğru taktikler geliştirebilen bir parti böyle mücadeleler içinde kristalize olabilir, yeter ki bu mücadelelere doğru zamanda ve doğru yöntemlerle müdahil olunsun.
Gezi Protestolarında hayatlarını kaybeden dostlarımızın her birini “Yaşıyor!” diyerek selamlıyoruz.