ISp’nin uluslararası konferansı 9-13 Mart tarihleri arasında Atina’da gerçekleşti ve jeopolitik durum; uluslararası sınıf mücadeleleri, aşırı sağın yükselişi; Latin Amerika, Asya ve Afrika’daki gelişmeler; devrimci sosyalizmin güçlerinin inşası, tüzük, diğer örgütlerle ilişkiler vb. gibi iç meseleler üzerine çok kapsamlı ve verimli tartışmalar yapıldı.
Bugünden itibaren konferansta kabul edilen belgeleri, sunulan değişiklikler ve yapılan tartışmalar dikkate alındıktan sonra yayınlamaya başlıyoruz.
“2020’lerde Jeopolitik” belgesinin ilk bölümü olan ISp’nin Filistin konusundaki tutumuyla başlıyoruz.
Belgelerin geri kalanı önümüzdeki günlerde ve birkaç hafta içinde sunulacaktır.
Filistin
- Son dönemdeki en önemli jeopolitik gelişme, işgal altındaki Filistin topraklarında yaşanan savaş olmuştur. Hamas’ın öncülüğünde 07.10.2023 tarihinde tahminen 2.500 Filistinli savaşçının katıldığı ve yaklaşık 1.200 İsrailli Yahudi’nin öldüğü ve 240 kişinin rehin alındığı saldırının ardından İsrail, Hamas’ı yok etmek amacıyla Gazze’ye yönelik büyük bir soykırım saldırısı başlattı. Filistin savaşı üzerine daha önce kapsamlı bir yazı kaleme aldığımız için (buradan, buradan ve buradan erişilebilir) burada analizimizi detaylı bir şekilde tekrarlamaya çalışmayacağız. Sadece son gelişmelerin bazı merkezi yönlerine ve temel programatik taleplerimize işaret edeceğiz.
- Kısacası, Filistin sorunu gezegendeki en akut ulusal sorunlardan biridir ve kapitalist bir temelde çözülmesi mümkün değildir. İsrail devletinin kuruluşu, 20. yüzyılın ilk on yıllarından itibaren, özellikle 1917 Rus devrimiyle açılan dönemde, Arap dünyasında sömürgeci devrimin yükselişine karşı Batı’nın çıkarlarını savunmak üzere Ortadoğu’da bir kukla devlet Kısacası, Filistin sorunu gezegendeki en akut ulusal sorunlardan biridir ve kapitalist temelde çözülmesi mümkün değildir. İsrail devletinin kuruluşu, 20. yüzyılın ilk on yıllarından itibaren, özellikle 1917 Rus devrimiyle açılan dönemde, Arap dünyasında sömürgeci devrimin yükselişine karşı Batı’nın çıkarlarını savunmak üzere Ortadoğu’da bir kukla devlet kurmak amacıyla, başta İngilizler olmak üzere büyük güçler tarafından planlanmıştır. İsrail devletinin 1948’de BM tarafından tanınmasına yol açan olaylarda Filistin nüfusunun yaklaşık %60’ı evlerinden oldu. Bunu takip eden on yıllarda yaşanan savaşlarda milyonlarca kişi daha yerinden edilmiş ve bugün Filistinli mültecilerin toplam sayısı 6 ila 7 milyona ulaşmıştır. Aynı dönemde yüz binlerce kişi İsrail ordusu (IDF) ve Filistin topraklarındaki varlıklarını sürekli genişleten silahlı yerleşimciler tarafından öldürüldü ya da sakat bırakıldı. Dolayısıyla Filistin sorunu, savaş ve işgal (İsrail egemen sınıfı ve devleti tarafından) ile yerel Filistin nüfusunun evlerinden ve topraklarından sürülmesinden ibarettir. Filistin halkı, evleri, toprakları ve özgürlükleri için, İsrail’in sürekli saldırganlığına ve sömürgeleştirmesine karşı; ulusal, demokratik ve insan hakları için; mültecilerin evlerine geri dönmesi için mücadele etme hakkına sahiptir; ve elbette, güçlü İsrail askeri makinesine karşı savaşmak için silahlanma hakkına sahiptir.
- Filistin halkının bu tür temel haklarının savunulması, Batılı egemen sınıflar ve medya tarafından “anti-Semitizm” olarak nitelendirilmektedir. Filistin sorununun tüm tarihi boyunca silahsız protestocuların soğukkanlılıkla öldürülmesi de dahil olmak üzere İsrail devletinin Filistin halkına karşı yürüttüğü bitmek bilmeyen savaş, Batı tarafından “meşru savunma”; Filistin halkının adil çözüm talepleri ise İsrail’e karşı bir saldırı eylemi olarak nitelendirilmektedir. Bu, hakikatin ve tarihin gerçeklerinin tamamen tersine çevrilmesi, kurbanın fail, İsrailli şahinlerin ve devletin de kurban olarak sunulmasıdır.
- Ancak Filistin halkının haklarını savunmak, Filistin egemen sınıfının, onun yönetim organlarının ve Filistin mücadelesi adına konuşan örgütlerin liderliğinin ideolojisini, politikalarını ve uygulamalarını savunmak anlamına gelmez.
- İsrail’in Hamas’ın öncülük ettiği saldırı sonrasında Gazze’ye karşı başlattığı savaş, bilinçli bir etnik temizliği hedefleyen soykırım niteliğinde bir katliamdan başka bir şey değildir. Bu savaşın ilk altı haftasında (bu belge hazırlanırken) Ukrayna’da yaklaşık iki yıl süren savaştan daha fazla sivil öldürülmüştür. BM’ye göre 21 Kasım itibariyle Ukrayna’da ölen sivillerin sayısı 10,000 civarındayken Gazze’de bu rakam 13,000’in üzerindeydi. Bu, Batı’nın ikiyüzlü hükümetlerinin görmezden geldiği bir durumdur, ancak dünyanın dört bir yanındaki halk kitleleri için durum böyle değildir. Batılı egemen sınıfların ve medyanın Filistin halkıyla her dayanışma eylemini antisemitizmle ilişkilendirme ve hatta insanları sadece Filistin atkısı taktıkları için tutuklama yönündeki mide bulandırıcı girişimlerine rağmen, uluslararası düzeyde güçlü ve öfkeli bir savaş karşıtı ruh hali ve hareket var. Sadece Arap ve İslam ülkelerinde değil, Batı’da da milyonlarca kişi, müesses nizamın tehdit ve baskılarına rağmen, okul grevleri, müzik konserlerinin siyasallaştırılması, futbol maçları ve diğer spor dalları da dahil olmak üzere çok sayıda gençlik protestosuna katıldı.
- Bu durum, Batılı egemen sınıfların ve medyanın tekrarlanan girişimlerine rağmen gerçek bir kitlesel savaş karşıtı hareketin gelişmediği Ukrayna örneğinde gördüğümüzün tam tersidir. Bunu söyledikten sonra, bu savaş karşıtı hareketin tek tip bir şey olmadığını da belirtmeliyiz – sınıfsal ve anti-emperyalist unsurların yanı sıra, bazen açıkça farklılaşan ancak çoğu zaman iç içe geçen dini ve ulusal unsurlar da vardır. Buna ek olarak, solun bazı kesimleri arasında “halk cephesi” yaklaşımlarına yol açabilir.
- Bu belgede vurgulanması gereken temel nokta, kapitalizmin İsrail-Filistin sorununu çözmekten aciz olduğu gerçeğidir. Kapitalizm altında ne “iki devletli” ne de “tek devletli” bir çözüm mümkündür; aslında hiçbir çözüm mümkün değildir.
- İsrail egemen sınıfı ve Batılı müttefikleri birleşik bir devleti (“tek devletli çözüm”) asla kabul etmeyecektir çünkü bu, İsrailli kapitalistlerin onlarca yıllık askeri işgal ve savaşlarla inşa ettikleri üstünlüklerini sona erdirecektir. Filistin sorununun tüm tarihi ve aynı zamanda bugünkü durumun mantığı ve dinamikleri de bunu göstermektedir. İsrail egemen sınıfının, Batı Şeria ve Gazze’de yaşayan Filistinlilerin İsrailli Yahudilerle bir arada yaşamasına ve böylece nüfusun çoğunluğunu oluşturmasına izin verecek birleşik bir devleti kabul edebileceği fikri tamamen gerçek dışı olarak göz ardı edilmelidir. Çünkü böyle bir durumda İsrail kapitalist devletinin bir Yahudi devleti olma özelliği ortadan kalkacaktır – İsrail egemen sınıfı sadece iktidarı Filistinli bir egemen sınıfa bırakmakla kalmayacak, aynı zamanda devlet aygıtını da kaybedecek, artık kendi çıkarlarını savunacak ve hizmet edecek bir devlete sahip olmayacaktır. Bu hiçbir egemen sınıfın asla kabul edemeyeceği bir şeydir; bu ona ancak savaşla dayatılabilir.
- Bununla birlikte, birçok Filistinli ve Arap grubun yanı sıra bölgedeki devletler (örneğin İran) tarafından dile getirilen İsrail devletinin yıkılması ve yerine bir Filistin devletinin kurulması talebinin de aynı derecede gerçekçi olmadığı açık olmalıdır. İsrail askeri düzlemde yenilgiye uğratılamaz, İsrail yönetici sınıfına böyle bir yenilgiyi dayatabilecek hiçbir askeri güç yoktur, özellikle de Batılı güçler İsrail’i sonuna kadar savunacakları için.
- Bir anlamda, İsrail’in yönetici sınıfı aslında tek devletli çözüm politikası izliyor, ancak buna tam tersi bir anlam yüklüyor, yani işgal altındaki topraklarda Filistinlilere soykırım ve etnik temizlik uygulayarak tek bir Yahudi devletini hedefliyor. Ancak bu girişim başarılı olsa bile, yine de sorunun çözümüne asla yol açmayacaktır! Tüm Filistinliler Filistin’den sürülseler bile, tarihlerinin de gösterdiği gibi, aynı zamanda tüm benzer ulusal sorunların (örneğin Kürt sorunu) tarihinin de kanıtladığı gibi, anavatanları üzerindeki haklarını talep etmeye devam edeceklerdir.
- Ancak kapitalizm altında iki devletli bir çözüm de aynı derecede imkansızdır. Filistinliler 30 yılı aşkın bir süre önce Oslo’da “iki devletli çözümü” kabul ettiler. Siyonist egemen sınıfın Oslo anlaşmalarından bu yana yaptığı tek şey daha fazla Filistin toprağını ele geçirmek, kitlelere zulmetmek ve yaşayabilir bir devletin temellerini baltalamak oldu. En önemlisi de İsrail, Filistinli mültecilerin topraklarına geri dönme hakkını tanımayı defalarca reddetti.
- Emperyalistler de dahil olmak üzere uluslararası düzeyde çoğu hükümet ve kurum şu ya da bu şekilde “iki devletli çözüm” önermektedir. Ancak gerçek şu ki, İsrail egemen sınıfı bu pozisyonu ısrarla reddediyor ve emperyalist müttefikleri de onu bunu kabul etmeye zorlamayacak. Bunun arkasındaki temel neden, bugün İsrail devletinin yanında bir Filistin devletinin, Hamas gibi örgütlerin gizlice ve yeraltında yaptıklarını, yani güçlerini silahlandırıp eğittiklerini, yeraltı tünelleri kazdıklarını vb. daha açık ve resmi bir şekilde “bağımsız devletleri” adına yapabilecekleri anlamına gelmesidir. Böyle bir Filistin devleti “anavatana dönüş” talep etmeye ve silah yığmaya devam edecektir. İsrail ve müttefikleri bu tür riskleri almak istemeyecektir.
- Teorik olarak, gelecekte “iki devletli bir anlaşma” (“anlaşma” bir çözüm anlamına gelmez) İsrail egemen sınıfı tarafından kabul edilebilir. Ancak bunun temel koşulu, bu devletin bir kukla devlet olmasıdır – yani Filistinlilerin küçük bir toprak parçasında tecrit edilmesi, yüz binlerce silahlı yerleşimci tarafından denetlenmesi, mültecilerin evlerine dönme hakkı gibi temel hakların verilmemesi ve Filistin “devletinin” yönetim organlarının esasen İsrail devleti tarafından kontrol edilmesi (yani itaatkar birer yardakçı olmaları).
- Bunun gelecekte teorik olarak mümkün olduğunu varsayarsak, yine de bunun Filistin sorununa bir çözüm olmayacağını, sadece karakterini değiştireceğini bilmeliyiz.
- Dolayısıyla Filistin sorununun çözümünün anahtarı sınıfsal yaklaşımdır. Yani, kapitalist temsilcilerin sorunu çözemeyeceği ve işçi sınıfının, her iki tarafta da, hem Filistinli hem de İsrailli kitlelerin ihtiyaçlarını ve çıkarlarını mümkün olan en iyi şekilde karşılayacak bir çözümü tartışmak ve bunun için mücadele etmek üzere inisiyatif alması gerektiği anlayışı – tabii ki uluslararası işçi sınıfının da desteğiyle. Filistinli ve İsrailli işçiler temelden başlayabilirler: barış içinde yaşamaya, saygın bir yaşam standardına sahip olmaya ihtiyaçları vardır ve bunu başarmanın tek yolu, her ikisinin de ihtiyaçlarını ve çıkarlarını tatmin edecek şekilde birlikte ya da yan yana yaşamaktır.
- Bu mücadele tanımı gereği İsrail egemen sınıfına ve aynı zamanda yozlaşmış kapitalist Filistinli liderlere karşı bir mücadeledir. Bu mücadele ancak ortak sınıf çıkarları ve sosyalist bir gelecek mücadelesi temelinde gelişebilir – sadece İsrailli ve Filistinli işçiler için değil, aynı zamanda Ortadoğu’da sosyalist bir federasyon hedefiyle tüm bölge için.
- Bu denklemde eksik olan faktör, kitlesel devrimci sosyalist partilerin varlığıdır. Sadece bölgede değil, uluslararası alanda da. Bu nedenle, Filistin sorununun gelecekteki çözümü doğrultusunda atılacak hayati bir adım, devrimci sosyalist partilerin yaratılmasıdır. Bu sadece İsrailli, Filistinli ve Arap kitleler için değil, aynı zamanda uluslararası Marksistler için de bir görevdir.
- İsrailli ve Filistinli işçilerin ulusal soruna gelecekte sosyalist bir çözüm için birlikte mücadele etmeleri bağlamında bazı konular özel önem taşımaktadır. Birincisi, Filistinli mülteciler, sürüldükleri bölgelere geri dönme özgürlüğüne sahip olmalıdır. İkincisi, İsrailli işçiler hayatlarına yönelik tehditler olmadan yaşayabileceklerini hissetmelidir. Başka bir deyişle, İsrail halkının, eğer isterlerse, kendilerine ait bir ulusal devlete sahip olma hakkı, Filistinli ve İsrailli işçiler arasında birleşik bir mücadele inşa etme çabasında özel bir öneme sahiptir. Nihayetinde, bölge ülkelerinin sosyalist bir federasyonu bağlamında Filistinli ve Yahudi işçilerin haklarını yalnızca Ortadoğu’daki işçiler garanti edebilir.
- “İsrail devletinin yıkılması” birçok Filistinli ve Arap grup tarafından, İran gibi devletler tarafından ve aynı zamanda uluslararası sol gruplar tarafından dile getirilen bir taleptir. Bu, Marksistler tarafından benimsenemeyecek bir talep/slogan. Çünkü bu, İsrail/Yahudi halkının bir anavatana sahip olma hakkının reddedilmesi anlamına gelmektedir. Marksistler bu tür sloganlara sadece mesafe koymakla kalmamalı, enerjik bir şekilde karşı çıkmalıdır.
- İsrail halkının kendi ulusal devletine sahip olma hakkını reddetmek, Filistin halkı ve bölgenin işçi sınıflarıyla asla el ele veremeyecekleri ve mücadele edemeyecekleri anlamına gelmektedir. Gezegendeki hiçbir halk, kendi ulusal devletine sahip olma hakkını tanımayı reddeden başka bir ulusun işçi sınıfıyla aynı safta yer alamaz ve birlikte mücadele edemez.
- Öte yandan, bazı sol gruplar/aktivistler “Siyonist İsrail devletinin parçalanması” fikrini gündeme getirmektedir. Bu, İsrail devletinin “Siyonist”, “otoriter” ya da “kapitalist” karakterinin yok edilmesi anlamına gelecektir. Bu, İsrail halkının ulusal bir devlete sahip olma hakkının reddi anlamına gelecek şekilde yanlış anlaşılmaması için iyi açıklanması koşuluyla Marksistlerin de benimseyebileceği bir şeydir.
- Sol örgütler içerisinde “tek” ya da “iki devletli” çözüm konusunda süregelen bir tartışma var. Bu tartışmanın arkasındaki özü açıklığa kavuşturmamız gerekiyor. Yukarıda geliştirildiği üzere, kapitalizm altında ne “tek” ne de “iki devletli” bir çözüm mümkündür. Öte yandan, Filistin-İsrail’in sosyalist dönüşümü ve Ortadoğu’nun sosyalist federasyonu bağlamında, tek ya da iki devletli çözüm meselesi tamamen ikincil bir meseledir.
- Önyargılar, korkular, endişeler vs. bölgedeki Arap ve Yahudi işçiler arasında ortak mücadelenin arttığı koşullarda bile var olmaya devam edebilir. Aşırı sağcılar ve dini fanatikler de her iki tarafta da bu tür duygulardan faydalanmaya çalışacaklardır. Sınırlar fikri, sosyalist devrim koşullarında bile sihirli bir şekilde ortadan kalkamaz. Ancak işçi iktidarı koşullarında, işçi sınıfının haklarına saygı gösterildiği sürece bu tür sınırların varlığı gerçek bir sorun teşkil etmez; ve her durumda daha sonraki bir aşamada tam birleşmeye geçiş rolü oynayacaklardır. Her halükarda, bu bir ilke meselesi değildir ve bu nedenle Filistinli ve İsrailli-Yahudi işçilerin hangi yapı altında, yani birleşik bir devlette mi yoksa yan yana iki bağımsız, federal işçi devletinde mi yaşamayı seçeceklerine karar vermek Marksistlere düşmez.
- Ulusal sorunun çözümü için sınıf çizgisinde ortak mücadelenin geliştirilmesinde temel sorumluluk, “ezen ulus “un bir parçası olması nedeniyle İsrail işçi sınıfına düşmektedir. Bunun için kendi egemen sınıflarıyla tüm bağlarını koparmaları gerekecektir. Elbette Filistinli işçiler de İsrailli işçilere sınıf temelinde yaklaşmanın yollarını aramalıdır. Bu bağlamda, Hamas gibi İslami köktendinci örgütlerin ve Batı Şeria’daki yozlaşmış ve Batılı güçlere uşaklık eden Filistin Yönetimi’nin uygulamalarına (ve fikirlerine) karşı durmaları ve bunları teşhir etmeleri gerekecektir.
- Hamas artık Filistin ve Arap halkının büyük bir kesimi tarafından kahraman olarak görülüyor. Bu anlaşılabilir bir durum ama aynı zamanda Filistinli kitlelerin çaresizliğinin de bir sonucu. Hamas’ın yaklaşımı, kurtuluşun Tanrı’da olduğu, bireysel terör eylemlerinin tamamen haklı olduğu, düşmanla savaşırken hayatını kaybedenlerin cenneti kazanacak “şehitler” olduğu vb. şeklindedir. Yöntemleriyle İsrailli ve Filistinli işçiler arasında sınıf temelinde birleşik bir mücadele yaratma olasılığını baltalamaktadırlar. Mevcut konjonktürde Filistinli kitleler arasında Hamas’a verilen destek göz önüne alındığında, Hamas’ın eleştirilmesi elbette kolay değildir. Ancak Filistinli işçiler ve gençler arasında sosyalizm güçlerini geliştirmenin ve İsrailli kitlelere ve uluslararası işçilere sınıf temelinde yaklaşabilmenin bir koşulu olarak bu yapılmalıdır.
- Gazze’ye yönelik mevcut savaşla ilgili olarak web sitemizdeki makalelerde kapsamlı bir şekilde geliştirilen temel taleplerimiz aşağıdaki noktalarda özetlenebilir:
- Savaşa karşı mücadele; kitlesel bir savaş karşıtı hareketin inşa edilmesi; İsrail devletinin Batılı müttefikleri üzerine azami baskının uygulanması.
- Filistin halkının kendi devletine sahip olma hakkının, yani “kendi kaderini tayin hakkının” savunulması.
- Filistinli mültecilerin evlerine dönme hakkını savunulması.
- Batı’nın mide bulandırıcı ikiyüzlülüğünün ve İsrail’in soykırıma varan etnik temizliğine karşı demokratik protesto hakkını bastırma ve tüm protestoları “anti-Semitizm” olarak yaftalama girişimlerinin ifşa edilmesi.
- İsrail saldırısını desteklemek üzere yapılan askeri teçhizat ihracatını ve transferini engellemek için sendikaların harekete geçirilmesi.
- BDS (Boykot, Tecrit, Yaptırımlar) hareketinin bir parçası olarak İsrail askeri aygıtında yer alan, savaşı finanse eden veya işgal altındaki toprakları sömüren İsrailli veya çok uluslu şirketlere karşı seçici ve hedefli bir boykot çağrısında bulunulması; ancak bunun, başlatıcılarının (en azından bazılarının) inandığı gibi savaşın sona ermesine ve Filistin sorununa adil bir çözüm bulunmasına yol açabileceği yanılsamasına kapılmamak.
- İsrail vatandaşlarının zorunlu askerlik hizmetini ve vicdani nedenlerle hizmet etmeyi reddetmeye teşvik edilmesi. Halihazırda IDF’ye kayıtlı olan İsrail vatandaşlarının Gazze ve Batı Şeria’daki askeri faaliyetlere katılmayı reddetmelerinin teşvik edilmesi.
- İsrail yerleşimlerini genişletme politikasının yani şu anda 700.000 olan işgal altındaki topraklardaki İsrail yerleşimlerinin genişletilmesinin tersine çevrilmesi (ki bu Dördüncü Cenevre Sözleşmesi kapsamında bir savaş suçu olarak kabul edilmektedir).
- Aynı zamanda İsrail halkının kendi anavatanlarına sahip olma hakkının savunulması.
- Yukarıdakiler için mücadelede başarılı olmanın kilit faktörü, Filistinli ve İsrailli-Yahudi işçilerin birleşik mücadelesidir – yani ulusal soruna sınıfsal bir yaklaşımdır.
- Bu da hem İsrailli hem de Filistinli işçilerin kapitalizmin yıkılması ve toplumlarının sosyalist dönüşümü için kendi egemen sınıflarına karşı mücadele etmeleri gerektiği anlamına gelmektedir.
- İsrailli Yahudiler ve Filistinliler, azınlıklara tam haklar tanıyan tek bir işçi devletinde ya da iki ayrı oluşumdan oluşan sosyalist bir federasyonda/konfederasyonda yan yana barış içinde yaşayabilirler – buna Yahudi ve Filistinli işçiler karar verecektir.
- Filistin sorununa sınıfsal bir yaklaşımın tüm bölgede daha geniş bir etkisi olacaktır – Marksistler bölge ülkelerinin sosyalist federasyonu/konfederasyonu için mücadele etmelidir.
- Bu da İsrail, Filistin ve komşu ülkelerde kitlesel devrimci partilerin geliştirilmesini gerektirmektedir. Bu, uluslararası alanda kitlesel sosyalist devrimci partilerin inşasıyla son derece kolaylaştırılabilecek bir süreçtir.
- Filistin-İsrail çatışmasına ilişkin son bir nokta da çatışmanın ardındaki gerçekleri ve mevcut karakterini ortaya koyma ihtiyacıdır. Yukarıda da belirtildiği üzere, Batılı hükümetler ve medya İsrail’i Filistinlilerin saldırganlığının kurbanı olarak sunmakta ve Filistin halkının haklarını desteklediğini açıklayan ya da Gazze’de yaşanan etnik temizliği protesto eden herkes “antisemitik” olarak yaftalanmaktadır. İnsanlar toplu katliamı protesto ettikleri için işten atılıyor ya da tutuklanıyor. Yeni nesiller Filistin tarihinin farkında değil ve Marksistlerin (ve genel olarak Sol’un) da eğitici bir rol üstlenmesi gerekiyor.
- 1920’lere kadar Yahudiler Filistin’de yaşayanların yaklaşık %5’ini temsil ediyordu. Yahudiler, ülkenin işçi sınıfı ve sosyalist hareketinde önemli bir rol oynadılar – Yahudilerin büyük sayılarda olduğu her ülkede olduğu gibi. İsrail devleti, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Batılı Emperyalistler tarafından, emperyalist çıkarlarının ileri bir karakolunu kurmak için çok bilinçli bir çabayla, Avrupa’dan ve başka yerlerden Yahudileri Filistin’e taşınmaya teşvik ederek (ve silahlandırarak) kuruldu. Saldırgan, Batı Emperyalizminin desteğini alan İsrail yönetici sınıfı, kurban ise Filistinli kitlelerdir, tersi değil.
- Bir diğer önemli husus da Filistin direnişinin ve Filistin solunun tarihidir. Uluslararası sol açısından bakıldığında, birkaç on yıl önce neredeyse hiç var olmayan Hamas’ın neden ve nasıl bu kadar kitlesel bir güce sahip olduğunu anlamak önemlidir. Gerçek şu ki, Hamas ve İslami Köktendincilik bugünkü gücünü esas olarak Sol’un bölgedeki (ve elbette uluslararası alandaki) başarısızlığı nedeniyle kazanmıştır. 2. Dünya Savaşı’ndan sonraki on yıllarda Sovyet yanlısı sol partiler tüm Ortadoğu’da son derece güçlüydü. Suriye, Libya ve Irak’taki Sovyet yanlısı rejimlerle birlikte kapitalizm zemin kaybediyordu. Mısır, 1967’deki “6 gün savaşı “ndan sonra Sovyet bloğuna katılmak için başvurdu ancak Sovyetler Birliği bunu reddetti. 1970’lere ve 1980’lere kadar Filistin nüfusunun %90’ının desteğine sahip olan Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ), Sovyetler Birliği’ne dost, sol ve radikal bir oluşumdu. Başka bir deyişle, solun bölgede büyük güçleri vardı, ancak bunlar Stalinist bir karaktere sahipti. Bu Stalinist karakter nedeniyle, İsrailli kitlelere karşı sınıfsal bir yaklaşım uygulamakta tamamen başarısız oldular, “sol milliyetçiliğe” ve İsrail’in Arap devletlerinin birliği yoluyla yenileceği anlayışına vardılar. Bu durum bir çıkmaz sokak ve 1991’de Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonra daha da büyüyen bir siyasi boşluk yarattı. Bu boşluk yavaş yavaş İslami Fundamentalizm tarafından dolduruldu ve tüm bölgede büyük bir güç haline geldi. Bunda kilit faktörlerden biri de özellikle Mahmud Abbas yönetimindeki “Filistin Yönetimi “nin Batılı güçlerin komprador burjuvazisi haline gelmesiydi. Elbette İsrail’in 1970’ler ve 1980’lerde “Filistin Kurtuluş Örgütü’nün milliyetçilerine karşı bir denge unsuru” olarak şimdiki Hamas’ı desteklediği ve finanse ettiği unutulmamalıdır (bkz. How Israel Helped to Spawn Hamas, Wall Street Journal, 24 Ocak 2009).
- Filistin’deki savaşın “yerel” karakterinin yanı sıra, büyük güçleri ilgilendiren jeopolitik bir boyutu da var. Resmi hükümet düzeyinde bile Batı emperyalizmi Gazze’deki savaşa ilişkin tutumu nedeniyle zemin kaybediyor. BM’de, Ukrayna meselesinin aksine, ABD ve İsrail Ekim 2023’te küçük bir azınlıktaydı – AB ülkeleri bile çoğunlukta çekimser kaldı.
- Çin ve Rusya kendilerini uluslararası adaletin savunucuları olarak sunmakta, esasen Filistinlilerin taleplerini ve bir Filistin devletinin kurulmasını (“iki aşamalı çözüm”) savunmakta ve aynı zamanda kendilerini İsrail’den tamamen soyutlamamaya çalışmaktadırlar. BRICS (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin, Güney Afrika) geçtiğimiz Ağustos ayındaki Johannesburg zirvesinde, İsrail ile Filistin arasında uluslararası hukuk ve Arap Barış Girişimi temelinde doğrudan müzakereler yapılması ve İsrail’in yanında egemen bir Filistin devletinin kurulması çağrısında bulunan bir deklarasyon yayınladı. Birkaç ay önce Çin’in girişimiyle Suudi Arabistan ve İran arasında bir dostluk kurulmuş ve Haziran ayında Mahmud Abbas (Batı Şeria’daki Filistin Yönetimi lideri) Çin ve Filistin arasında bir “stratejik işbirliği” deklarasyonu imzalamak üzere Pekin’i ziyaret etmişti. Hamas’tan bir heyet 7 Ekim saldırısından sonra Rusya’yı ziyaret ederek Putin ile görüştü. Gazze’ye yönelik savaşın Arap ve Müslüman ülkelerde yarattığı kargaşa, doğal olarak Çin ve Rusya tarafından uluslararası ilişkilerini ve ekonomik bağlarını güçlendirmek için kullanılıyor.