Kuzey Kıbrıs’ta ılımlı sosyal demokrat Mustafa Akıncı’nın seçilmesinden sonra, Kıbrıs’ta ulusal sorunda yeni bir dönem başladı.
Bir yandan adanın iki tarafını da vuran ekonomik kriz, diğer yandan da yakında zamanda yapılan gaz arama sondajlarında önemli gaz rezervlerinin bulunması ihtimali ile beraber, müzakere sürecindeki hayal kırıklığı ve ilerlemenin eksikliği ile askıya alınan ulusal sorun, bir kez daha politik gündemin ön planındadır.
26 Nisan’da Mustafa Akıncı Kuzey Kıbrıs’ta cumhurbaşkanı seçildi
Süreci değiştiren şey, Mustafa Akıncı’nın Kuzey Kıbrıs’ın başkanlığına seçilmesiydi. Mustafa Akıncı, ılımlı bir sosyal demokrattır ve son derece yüksek %60,5’lik bir oranla seçimleri kazanmıştır; ki bu adanın her iki tarafında da bir cumhurbaşkanının aldığı en yüksek oy oranıdır (Güney’de Makarios ve Kuzey’de Denktaş hariç).
Akıncı seçimlere bağımsız aday olarak girdi, ancak kendisi, TDP (Toplumcu Demokrasi Partisi)’nin selefi, solcu – sosyal demokrat TKP (Toplumcu Kurtuluş Partisi)’den girmiştir ve Kuzey Lefkoşa’daki belediye başkanlığı döneminden bu yana iyi tanınan bir barış ve iki toplumlu işbirliğini temsil eden bir figürüdür.
İlk turda Akıncı, hem TDP, hem de BKP (Birleşik Kıbrıs Partisi), Baraka Kültür Merkezi ve yeni sol organizasyon olan Bağımsızlık Yolu tarafından desteklendi. Akıncı’ya, TDP ve BKP’nin(her iki parti de uzun süredir parlamentoda yer almaktadır ve hali hazırda parlamentoda sandalyeleri vardır) beraber destek vermelerine rağmen (Akıncı’yı zafere ulaştıracak güçleri yoktur), Akıncı’nın oylarını arttıran şey geleneksel partilerin yıpranması ve bu partilerin, parti kademelerindeki bölünmelerdi.
İkinci turda, önceki cumhurbaşkanı ve UBP (Ulusal Birlik Partisi) adayı Eroğlu’nun, seçimleri Türkiye ve Türk ordusunun Kıbrıs’ta kalmasına dair bir referanduma dönüştürmeye çabaladığı gerçeği, geleneksel sol parti CTP (Cumhuriyetçi Türk Partisi)’yi Akıncı yanlısı bir konum almaya zorladı; Kuzey’deki en aktif sendikaları: ilköğretim, ortaöğretim ve üniversite öğretmenleri sendikaları, kadın örgütleri ve hatta ilk turda seçimi kaybeden sağcı aday Kudret Özersay’ın kurduğu STK’lar Akıncı’ya oy çağrısında bulundu. Toparlanıyoruz isimli STK, Özersay’ın serbest oy verme çağrısına rağmen, Akıncı’ya oy çağrısı yaptı. İlk kez sol, sendikalar ve sivil toplum örgütleri tek bir adayı desteklemek için birleşti.
Her iki toplumda da coşku ve umut
Akıncı’nın seçilmesi, her iki toplumda da ulusal sorunun çözülmesi ile ilgili coşku ve umutla karşılandı.
Akıncı’nın açıklamaları umut doğurdu. İlk kez Kuzey’den bir Kıbrıslı Türk Cumhurbaşkanı Türkiye’yi ‘anavatan’ olarak adlandırmıyordu. Tersine, Akıncı, başkanlığı aldığı gün, Erdoğan’ın karşısına çıktı ve Kıbrıs’ın Türkiye’nin çocuğu değil, bir kardeş devleti olduğun düşüncesini savundu.
Akıncı ayrıca ilk konuşmasında daha önce hiçbir Kıbrıslı Türk liderin vurgulamadığı bir şeyden bahsetti. 1974 savaşında, bu savaştaki Kıbrıslı Türklerin kayıplarını 63-74 dönemindeki kayıplarla da karşılaştırdı, Kıbrıslı Rumların çektiği acılardan bahsetti. Bu sorun CTP milletvekili Doğuş Derya tarafında parlamentoda dile getirildiğinde, rejimin bütün güçleri ona karşı çıktı. ‘Böyle bir acının bir daha yaşanmaması için çalışacağız’ diyerek de gelecekte milliyetçi güçlerden gelebilecek bir saldırıya hem işaret etti, hem de milliyetçi güçlere cevap vermiş oldu.
Ulusal sorun için müzakereler yeniden başladı
Mayıs ortalarında, iki taraf arasındaki müzakereler, Türk NAVTEX’inin ve Türk savaş gemilerinin Kıbrıs Cumhuriyeti’nin münhasır ekonomik bölgesine(MEB) girmesiyle 6 ay durdurulmasından sonra, yeniden başladı.
Akıncı’nın seçilmesinin ardından yakalanan dostluk havası, müzakerecilerin kendileri için bile[1], bir çözümün yakın olduğu yönünde bir izlenim uyandırdı. Özdil Nami, Kıbrıslı Türk müzakereci, son bir ayda, son yıllar elde edilenden daha fazla gelişme kaydedildiğini açıklamıştır. İki lider sosyal bir şekilde bölünmüş adanın bir veya her iki tarafında da, yemek yemek, kahve içmek ve iki liderin de doğduğu şehir olan Limasol’de tiyatro oyunu izlemek için medya eşliğinde buluşmaktadırlar.
Her buluşmadan sonra Güven Arttırıcı Önlemler ’i (GAÖ) açıklamaktadırlar ve bu önlemleri hayata geçireceklerine dair söz vermektedirler. Hali hazırda açıklanmış olan bazı önlemler şunlardır: kontrol noktalarından geçerken Kıbrıslı Türk yetkililer tarafından verilen vizenin kaldırılması, daha fazla kontrol noktasını açılması, cep telefonu ağlarının, elektrik ve radyo frekanslarının adanın iki tarafında da birleştirilmesi, Kuzey’deki mayın tarlaları ve eski askeri bölgelerin haritalarının açığa çıkarılması, Güney’deki bütün vatandaş hizmet merkezlerinde Türkçe konuşan çalışanların atanması[2]. Magosa’daki Türk askeri tarafından kapatılmış yerleşim yerinin yeniden açılması[3], Ercan Havalimanı’nın direkt ticarete açılması, Kıbrıslı Rum gemilere Türk limanlarını açılması da ayrıca GAÖ’lere dahildi, ancak bu son önlem uygulanmaya konması en zor olanlarından biridir. Asıl müzakereler 17 Haziran’da başladı ve ilk olarak ekonomi ve mülkiyet sorunlarının görüşülecek sorunlar olmasıyla beraber, yaz boyunca da devam edecektir.
Bir çözüm gerçekten yakın mı?
Akıncı ve Anastasiadis ulusal sorunu çözmeyi başarabilecekler mi? Buna cevap vermek için, ulusal sorunun asıl nedenini görmeliyiz, bu sorun liderlerin kişi olarak yetersizlikleri değil, yerel ve uluslararası elitlerin birbiriyle çatışan çıkarlarıdır ki bu çözülmemiş bir ulusal sorunu yaratmış ve sürdürmektedir. Bu çıkarlardan sonsuza dek ödünler verilemez, ancak yönetici elitler bir süreliğine ödünler vererek bir anlaşma imzalayabilir, ancak kapitalizmin çözmekte başarısız olduğu Dünya’daki herhangi bir ulusal sorunda olduğu gibi, çatışan çıkarlar her zamanki gibi yeniden ortaya çıkacaktır. Filistin sorunu, Kürt sorunu, yıllardır çözülememiştir. Belçika’nın, İrlanda’nın ve İspanya’daki farklı ulusların (Katalan ve Bask), hatta İskoçya’nın bağımsızlığı konusu gibi geçmişte çözüldüğü düşünülen sorunlar, finansal krizlerin etkisiyle yeniden kaynamaya başlamaktadır.
Kıbrıs Ulusal Sorununun Sınıfsal Karakteri
Kıbrıs’ın olayını ele aldığında, adanın iki tarafında yönetici elitler bölünmüş olduğunu görülmektedir. Güneyde, adayı birleştirmek için taviz vermeye hazır, yönetici elitlerin kozmopolit, neoliberal bir kısmı vardır, çünkü bunlar kendilerini Kıbrıslı Türk başkentine hükmedecek ve Türk başkentiyle rekabet edecek kadar güçlü görmektedirler. Bunlar, iktidar partisi DISY (Demokratik Seferberlik Partisi, geleneksel neoliberal sağ parti) ve başkan Anastasiadis tarafından temsil edilmektedir. Ancak, partisinin tümü[4] veya tüm sağ partiler bu anlaşma için aynı fikirde değildir.
Kıbrıslı Rum elitlerin bir kısmı hiçbir anlaşma istemez. Bunlar toplumdaki en milliyetçi akımları temsil ederler, bunun nedeni Kıbrıslı Rum veya Türk başkentiyle rekabet edememeleri ve statükoyu devam ettirmek istemeleridir. Bu eğilimde olan yönetici elitlerin bu kısmı DISY kademelerinde kısmen bulunmaktadır, ancak olarak EDEK’te (Sosyal Demokrasi Hareketi), DIKO’da (Demokrat Parti – merkez sağ parti) ve Vatandaş Koalisyonu (yeni kurulmuş, popülist sağ parti) ve hatta küçük Yeşiller Partisi’nde dahi bulunmaktadırlar. Bu güçler, müzakere süreci başladıktan sadece birkaç gün sonra, federasyon fikrine karşı gruplaşmaya başladı, herhangi bir anlaşmaya karşı gelecekteki anlaşmaları sabote edebilecek güçlerle birlikte, milliyetçi bir propaganda yaymak ve bilinmeyen kaynaklanan bir korku havası yaratmak için çalıştılar. Cumhurbaşkanı Anastasiades bu güçleri durdurmak adına bugüne kadar hiçbir etkili çaba sarf etmedi, etmeyecek de, çünkü Anastasiades’in temsil ettiği yönetici elit şunun farkında: Onların çıkarlarına edilen hizmet durduğu anda b planı olarak milliyetçiliği herhangi bir yerleşim yerini yok etmek için kullanabilirler, tıpkı 1963’te yaptıkları ve Clerides hükümetinin 1990’larda S-300 füzeleriyle yarattığı krizde olduğu gibi.[5]
Kuzeyde de yönetici elitler benzer bir durumda. Eski devlet başkanı ve UBP adayı, kendisini vakit kaybetmeden adada Türk sermayesi ve ordusuna bağlı kılan eski milliyetçi KKTC yönetici elitinin son temsilcisi Eroğlu, %60,5 ile seçilen Akıncı’nın karşısında %39,5’luk bir oranla seçimleri ikinci turda kaybetti. Eroğlu’nun ilk turdaki rakibi Kudret Özersay da aynı merkez-sağ neoliberal kanattan gelmekteydi ve merkez sağ oylarını böldü. Önceki Kıbrıs Sorunu müzakerelerinde teknokrat bir müzakereci olarak bilinen, kozmopolit bir merkez sağ siyasetçisi olan Özersay ilk turda aldığı %21 oy oranı ile yenilgiye uğradı, bu oran ilk defa herhangi bir seçim sürecinde boy gösterdiği göz önüne alındığında oldukça yüksek bir orandı. Dolayısıyla KKTC eskinin merkez sağ rejiminden kurtulmuş olsa dahi, milliyetçi yönetici elit kendi neoliberalizminin daha kozmopolit bir versiyonunu bulmuştur, yaşça daha genç ve politika inşası için daha yeni bir versiyon.
Diğer yandan, Akıncı neredeyse bütün Kuzey solu tarafından desteklenmesine rağmen bu onun işçi sınıfını temsil ettiği anlamına gelmemektedir. Elbette, insanlar Türkiye’ye karşı bağımsızlık mücadelesinde ona umut bağladılar, o da başlangıçta ne pahasına olursa olsun bunu yapacağının izlenimini bıraktı. Akıncı, göreve gelir gelmez Türk hükümeti ile ihtilafa düşen ilk devlet başkanı idi, mesele neredeyse Türkiye’ye Kuzey Kıbrıs’a olan finansmanını kesmesini söylemesi noktasına kadar ilerledi. Ancak Erdoğan ile görüşmesinin ardından bu ihtilaf sona ermiştir; müzakereler Türkiye’nin AB’ye kabulü ve Akıncı’nın Kıbrıs’ta Türkiye garantörlüğünü desteklemesi temelinde yeniden tesis edildi. Diğer yandan, Kuzey’in yönetici elitinin diğer bölümü, orada büyümek umudu ile AB’ye girmenin yollarını aramak ve Türk sermayesinden kopmak isteyen bölümü, mutabakat ve Kuzey’in izolasyonuna son vermeyi istemektedir. Ancak Güney’in sermayesinin kendilerinden güçlü olduğunun farkındadırlar, bu yüzden Türk sermayesini “kardeş sermaye” olarak ihtiyaç duyma ihtimaline karşı yedekte bekletmek istemektedirler, görünüşe göre Akıncı yönetici elitin bu kısmını temsil etmektedir.
Mutabakat kararlarında uluslararası çıkarlar vurgusu da oldukça güçlüdür, hem AB hem ABD bu yönde baskı yapmaktadır. Bu nedenle bir mutabakat yakın tarihte sağlanabilir, ancak mutabakat ulusal sorunun çözümünden farklı bir kavramdır.
Peki ya Sol?
İki tarafta da sol, ‘komünist’lerin görevinin burjuvazinin ‘gerici’ kısmına karşı sözde ‘ilerici’ kısmı ile birlikte sözüm ona bir işbirliği kurmak olarak gören aşamalar teorisini takip etmektedir. Bu teoriyi iktidarda iken uygulayarak, AKEL ve CTP, sırasıyla Güney ve Kuzey’in geleneksel sol partileri, ulusal sorun müzakerelerini tam da yönetici elitlerin ‘ilerici’ kısmının yapacağı gibi yürüttüler. Bugün hem Kuzey’de hem de Güney’de geleneksel sol ve parlamenter olmayan solun bazı kısımları bütün umutların bu iki liderin müzakerelerinden çıkacak bir sonuca bağladılar.
İki tarafın solunun bakış açısı da hiç yeni değildir. Bu tutum, geleneksel solun tarihsel olarak yaptığı bir şeydir. Bu şekilde gerçekten de toplumu barış ve çözüme hazırlamaya yardım mı ediyorlar? Yanıt bugünün katıksız gerçekliğinden ve adanın fiili bölümünden geliyor: hayır. Bütün umutlarını, tıpkı 1963’te yaptıkları gibi mutabakatı ellerinin tersi ile itmekte tereddüt etmeyecek olan yönetici elitin temsilcileri üzerine temellendirmek aslında gerçek bir çözüme ulaşma ihtimalini zayıflatırken sürdürülebilirliğine de zarar veriyor.
Gerçek bir çözüm yalnızca iki tarafın da emekçilerinden gelecektir!
Kıbrıs’ın çalışan insanları, ulusal sorunun fiili olarak ortaya çıktığı 1950’lerin öncesinde, ortak bir partiye, sonradan AKEL adını alacak olan komünist partiye sahiplerdi. Ortak sendikaları vardı, birlikte madenlerde ve diğer işyerlerinde mücadeleler ve grevler yürüttüler, toplumlara bölünmek yerine işçiler olarak birleştiler. 1949 yılında, Stalinizmin etkisindeki AKEL, bağımsızlık yerine Yunanistan’la birleşme anlamına gelen Enosis politikasını benimsedi ve işçi sınıfının bölünmesine neden oldu.
Çalışan insanların bölünmek için hiçbir nedeni yoktur. Aksine ortak çıkarları vardır ve kendileri için savaşmak amacıyla ortak bir cephe inşa edebilirler. Bu geleceğe çıkan yegane yoldur, ulusal sorunun kalıcı ve uygulanabilir çözümü için yegane umuttur.
Solun asıl görevi, yıllardır yapıyor olması gereken de budur. Diğer yandan AKEL ve CTP, iki kitlesel geleneksel sol parti, Kıbrıs’ın çalışan insanlarını daha önce yarı yolda bıraktılar. Onların yönetici elitleri takip etme politikası, insanları yanlış yönlendirdi ve onların tüm umutlarını müzakere sürecinde bir çözüme odaklama ve ulusal sorunu çözme sürecine aktif olarak katılma ve bu süreçte belirleyici bir rol oynama konusunda kendilerini küçük ve yetersiz hissetmelerine yol açtı.
Dolayısıyla geleneksel sol üzerine düşen tarihsel rolü yerine getirmek ve çalışan insanları ulusal sorunun çözümü için Türk ve Rum işçilerinin oluşturduğu ortak bir cephe organize etmeyi istememektedir, parlamenter olmayan sol ve militan sendikalar iki tarafta da yerel taban örgütlenmeleri ile birlikte ulusal sorunun çözümü için bu ortak cepheyi yaratabilir.
Böylesi bir cephe insanları örgütleyerek, bütün Kıbrıs’taki bütün çalışan insanlar ile birlikte insanların ne tür bir çözüm istedikleri, bu çözümün nasıl şekilleneceği, ne gibi ihtiyaçların yerine getirilmesi gerektiği… gibi konularda tartışarak ve şu noktalarda mücadele ederek ilerleyebilir:
- Her iki toplumda da yayılan milliyetçilik, ırkçılık ve faşizm ile koşulsuz bir mücadeleye girişerek, dolayısıyla 50’ler 60’lar ve 70’lerin toplumlar arası çatışmaların yeniden ortaya çıkmasını engellemek.
- Türkiye’ye, Yunanistan’a AB’ye, IMF’ye Troyka’yla ve kendilerini “garantör güçler”, “kurtarıcı” vs. gibi sıfatlarla takdim eden her türlü emperyalist güce karşı gerçek bağımsızlığı sağlamak.
- Her iki toplumun ve keza adadaki diğer inanç gruplarının ve etnisitelerin ihtiyaçlarına dair, toplumun her seviyesindeki bütün toplulukların gerçek siyasi eşitliğine dayalı bir federalizm inşa etmek.
- Her iki tarafın da ana sorunlarında olan kemer sıkma politikalarına ve özelleştirmelere karşı çıkmak.
- Ada’da bulunan bütün yer altı ve yer üstü değerli kaynaklarının, örneğin doğal gaz, ortak kalkınma ve bütün insanların refahı için kullanılması.
- Bankaların kamulaştırılması – Maraş ve yeşil hattın diğer kısımlarında üzere -gerçek finansal bağımsızlık elde etmek ve tüm liman, havalimanı, federal devletin kamusal yatırımlarının ve ekonominin stratejik sektörlerinin kontrolü ve yönetiminin toplum tarafından yapılması.
Bu şekilde, bu ortak cephe iktidarı almayı ve toplumun tatmin edici ve gerçekten geniş kapsamlı katılımının bir sonucu olarak çözülecek ulusal soruna dair çözümü uygulamaya koymaya hazır olacaktır. Böylelikle çalışan insanlar artık yalnızca basit bir ideoloji olmayan, çalışan insanların mevcut krizde hayatta kalmalarını sağlayacak ve yoksullaşma ile çaresizliğe yol açmayacak yegâne yol olan birleşik bir Federal Sosyalist Kıbrıs için mücadele edebilecektir.
Böylesi bir mücadele elbette çevresindeki koskocaman bir boşlukta var olamaz. Hem destek ve dayanışma için hem de gönüllülük temelinde birleşik sosyalist bir Avrupa’nın ve bütün bölgenin bir parçası olarak sürdürülebilir, barışçıl, birleşik federal bir Kıbrıs’ın inşası için Yunanistan, Türkiye ve Avrupa’nın geri kalan bölümündeki güçlerle işçi hareketini birleştirmelidir.
[1] Özdil Nami, Kıbrıslı Türk müzakereci ve Andreas Mavroyiannis, Kıbrıslı Rum müzakereci, detayları tartışıyor, teknik komitelerle irtibata geçiyor ve iki liderin imzalayacağı ya da görüşeceği belgeleri hazırlıyorlar.
[2] Doğum belgesi, kimlik kartları, pasaportlar, hukuki belgeler vs. çıkarabileceğiniz yerler ki bu yerler Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası’na göre vatandaşlara hizmette Türkçe konuşanları işe almak zorundadır.
[3] Ya da Maraş 1974 savaşından beri terk edilmiş ve dikenli tellerle çevrili olan Mağusa’ya bağlı bir hayalet kasaba.
[4] DISY, 1974 sonrasında birçok EOKA-B üyesi ve aynı zamanda 15 Temmuz darbesine, Enosis-Yunanistan ile birleşme- yanlısı bir darbeydi ve Türkiye’nin adayı işgali için uygun bir zemin oluşturdu, katılanlar için politik bir çatı örgütlenmesi işlevi gördü.
[5] Bu kriz, Clerides hükümeti ve Türkiye arasında 1997 başı ile 1998 sonu arsında hızlı yükselen gerginlik sonucunda çıktı. Sürtüşme, Kıbrıs hükümetinin iki güçlü Rus yapımı hava savunma sistemi olan S-300 füze sistemlerini Kıbrıs’a kurma planı nedeniyle başladı ve Türkiye eğer füzeler Rusya’ya dönmez ise saldıracağı ya da savaş başlatacağı tehdidinde bulundu. 1998 yılının sonunda, Kıbrıs hükümetinin verdiği kararla, S-300 füze sistemlerini Girit’e gönderdi ve karşılığında farklı silahlar aldı, böylece kriz son bulmuş oldu.