ANC (Afrika Ulusal Kongresi) yöneticileri bu katliamladan bu yana, kendisiyle kitleler arasındaki uçurumun şimdi hiç kapatılamayacak kadar olduğunu gösterdi.
Weizmann Hamilton, Democratic Socialist Movement (Demokratik Sosyalist Hareket) (CWI Güney Afrika seksiyonu)Bu yazı Socialist Party’nin (Sosyalist Parti) (CWI İngiltere&Galler seksiyonu) yayın organı olan Socialism Today (Günümüzde Sosyalizm) isimli dergide yayınlanmıştır.
6 hafta süren Marikana madenciler grevi 18 Eylül’de sona erdi. Madenciler yüzde 22’lik maaş zammını, ve grev nedeniyle yaşadıkları ücret kaybına karşılık 2.000 Rand’lık (Güney Afrika para birimi) ödemeyi kabul ettiler. Bu zam madencilerin asıl taleplerinin altında kalmıştı ama madenciler ANC hükümetinin Grevi kırmak için yapmış olduğu ölümcül saldırıları boşa çıkardığı için bu zammı zafer olarak kutladılar.
Bu zafer sadece Lonmin işçilerinin değil aynı zamanda genel grevin de zaferiydi; bu zafer olmasaydı patronlar işçilerle masaya oturmaya yanaşmazdı. Lonmin patronları kendilerinden ve yardakçılarından bağımsız bir şekilde örgütlenmiş olan işçilerin gücünü tanımak zorunda kaldı.
Cosatu genel sekreteri Zwelinzima Vavi ‘kaosun’ yayılmasına karşı uyarıda bulundu ve devlet başkanı Jacob Zuma ise “Halkımızı kalbinden önemsiyen tek güç”ün ANC olduğunu iddia etti. Ama Marikana madenciler grevi ve „bu katliam“ ANC ve COSATU’nun içine şok dalgaları yayan çok daha geniş kitlesel bir hareketi tetikledi.
Grev başka madenlere de sıçradı ve Zuma sanayinin grev nedeniyle kaybının 548 milyon dollar olduğunu iddia etti. 15 bin civarında madenci hala altın madenlerinde grevde, aynı zamanda ‘Anglo American Plc’ şirketi geçen hafta kendi madenlerinde çalışan madencilerin kitlesel eylemleri nedeniyle madenlerini kapatmak zorunda kaldı.
Maden patronlarının Marikana madencilerini tanımak zorunda kalmasından bir gün sonra ANC’nin uyguladığı baskıyı katladı: ’Anglo American’ madeni yakınlarındaki Sondela gecekondu kampında gösteri yapan madencilere karşı polis göz yaşartıcı bombalar, sersemletici bombalar ve plastik mermi kullandı. Hatlar muazzam mücadeleler için çelilmiş durumda; bu mücadelelerin politik yansımaları artçı depremler gibi ülkeyi sarsmaya devam edecek ve siyasal ortam daimi olarak değişecek.
Ekyazı 19 Eylül
Silahlı Güney Afrika polislerinin grevdeki madencileri vurduğu sahneler eski apartheid rejiminin vahşetini anımsatıyor. Acak bugün büyük şirketler ANC tarafından yönetilen devletin arkasına sığınıyorlar. Ama baskı büyük bir hareketin zincirlerini koparttı. Weizmann Hamilton işçi mücadelesinde bu yeni yükselişin önemini anlatıyor.
Temmuz sonunda kamu sektörü sendikalarıyla devlet arasında imzalanan üç yıllık maaş sözleşmesi bir rahatlama yaratarak memnuniyetle karşılandı ve tarihi bir olay kabul edildi. İşçi sınıfının yakın zamandaki en mücadeleci kesimi olan kamu sektörü çalışanları gerçekleştirdiği 2007 ve 2010’daki kitlesel grevlerin tekrar etme olasılığı kalkmış ve çalışma istikrarı gelecek üç yıl için sağlanmış olacaktı. Bunun, Güney Afrika’nın 18 yıllık demokrasinin çalıma ilişkileri sisteminin etkinliğinin ispatı olduğu iddia edildi.
İki hafta sonra Marikana’da bir deprem oldu ve bu sınıflar arası dengeyi kuran bu sistemin (çalışma hayatında arabulucu) inandırıcılığına yıkıcı bir darbe vurdu. Ki bu ‘anlaşmalı çözüm’ sistemi ilk kez 1994’te tesis edildiğinde apartheid rejimi çözülmüi ve siyahi çoğunluğun egemenliği başlamıştı. Bir şimşeğin ışığı gibi Higveld’teki fırtına, işçi sınıfı ile kapitalitlerin uzlaşmaz karşıtlığını , sömürülenlerle sömürenler arasındaki kapanmaz uçurumu Marikana’da bütün çıplaklığıyla gözler önüne serdi. Aynı şekilde devletin görevinin, yöneten burjuva sınıfının zengiliğini silahlı güçleriyle korumak, olduğu gibi hükümetin görevinin de proletaryayı baskı altına almayı ve sömüryeyi kolaylaştırmak olduğunu gösterdi.
İşçilerin bu öfkesi Güney Afrika’nın kuzey batı bölgesindeki Rustenburg’daki başlatarak platin madenlerinin üstüne eriyen lavlar gibi aktı . Bu bölge dünya platin rezervlerin %80’ine ev sahipliği yapmasının yanında dünyanın en büyük birkaç maden şirketlerinin sömürüsüne de mazur kalmakta. 34 işçinin kanlı bir şekilde Wonderkop tepesinde, Marikana, polis tarafından katledilmesiyle ateşlenen bu büyük öfke, ülke sanayisinin kalbi olan Gauteng’deki altın madenlerini tehdit etmeye başladı.
2007 yılında kamu sektöründe olan grev oldukça önemli bir politik etki yarattı; bu grev, Afrika Ulusal Konseyi üyesi olan Devlet Başkanı Thabo Mbeki’nin geri (görevinden) çağrılması mücadelesine kapı araladı. Bu durum 100 yıllık kuruluşundan beri ANC içindeki en büyük ayrışmaya neden oldumuştu ama Marikana işçilerinin ayaklanmasının tetiklediği bu isyan dalgasının etkisi ile karşılaştırıldığında sönük kalır. Bu sarsıcı olaylar nedeniyle her tarafa saçılan enkaz, Ulusal Madenciler Birliği(NUM)’nin, bağlı olduğu sendikal konfederasyon(COSATU)’un, Güney Afrika Komünist Partisi(SACP)’nin ve bütün bu sayılanları kapsıyan, yönetimdeki ANC’nin güvenilirliğiydi.
Örgütlü işçi sınıfı ile ANC içindeki Jacob Zuma hizibinin ‘zorunlu evlilği’ ilk kez 2010’daki kamu sektörü grevinde keskin bir şekilde açığa çıktı; bu yanlış birleşme, sermayeye hizmet eden siyasi elit ile sermaye sınıfı tarafından insafsızca sömürülenler arasındaydı. Bu grevle birlikte ilk kez Zuma yönetimi ve bakanlarının kin dolu, ardı arkası gelmeyen küfürleri, grevdeki işçileri eşkiya, katil, sabıkalı gibi sözlerle itham etmesi, açık bir şekilde işçi sınıfının düşmanı olduğunu gösterdi. Sağlık emekçilerinin kitlesel bir şekilde işten atılmasına (sonrasında iptal edildi), hakları tırpanlanmış bütün kamu emekçilerinin (sağlık, eğitim, polis ve asker) grev haklarının ellerinde alınması tehdidi eşlik etti. Eğer ANC hükümeti kamu emekçileri ile 2010’da savaşa tutuştuğunda kılıcını kınında tutuysa, onu bu yıl Marikana madencilerine karşı intikam ile kullandı.
Acımasız Şirket
Savaşın, ister askeri ister sivil olsun -ki madenlerdeki bu sarsıntıcı çatışma ana hatlarıyla budur- ilk kurbanı „doğru“dur. Propaganda makinasının, medya, hükümet, patronlar, SACP ve en rezili NUM kadroları durmaksızın polisin meşru müdafaa yaptığını iddia etti. Sadece temelden bir yanlışa maruz bırakılma değil, bunu hem de dikkatlice hesaplanarak inkar edilemez bir gerçeği saklamak için yapıldığı kendini gösterdi: O da Marikana katliamının planlanmış olması.
Madenleri işleten Lonmin şirketi madenlerde güçlü bir acımasızlık soyağacına sahip sanal bir polis devleti kurmuştur. Özel güvenlik birimleri ve polis maden patronlarına hizmet edip cezalandırmadan muaf hareket ederler. Katliamdan önce iki polis, iki güvenlik görevlisi ve altı işçinin ölümüne mal olan olaylar, şirketin yıllar boyunca yeleştirdiği şiddet kültürünün doğrudan sonucudur.
Lonmin şirketi kötülüğüyle nam salmış Londra merkezli Lonrho şirketinin halefidir. Lornho, muhafazakar başbakan Ted Heath tarafından bile 1973 yılında Avam Kamarasında ‘’ Kapitalizmin kaba ve kabul edilemez yüzü’’ şeklinde tasvir edilmiş bir şirketdir. 24 Ağustos tarihli yazıda, Mmegi internet sitesinin belirttiği gibi, Tiny Rowland(Lonrho’nun baş yöneticisi) bütün Afrika kıtasına yolsuzluğu yaydığı gibi bütün kıtanın işçilerini de sömürdü.
Grev dalgası, patronların bir grup seçilmiş işçinin maaşlarına zam yapma kararı almasıyla tetiklendi. Patronların bu yolu seçmelerinin nedeni, bir söylentiye göre, aynı sektördeki işlere daha yüksek ücret veren diğer şirketlere yüksek maaş zammıyla geçmesini engellemekdi; çünkü maden sektöründe toplu sözleşme ya da eşit ücret gibi kavramlar yoktu. Bu zamlar NUM ile imzalanmış, 2013’te bitecek, 2 yıllık sözleşmenin ihlaliydi. İşçiler kendilerini bölmeye çalışan bu girişimi, patronların isteği ve NUM’un rızasıyla 2 yıllık sözleşmeyi fiilen hükümsüz bırakan, fark ettiler ve bağımsız bir şekilde örgütlenip tek ücret talebini ileri sürerek, çalışanların patronlara karşı birlk oluşturmasını sağladılar. Bu gelişmeler karşısındaki NUM’un acizliği işçileri çileden çıkardı ve NUM’un geçen yıl Lonmin madencilerine yaptığı ihanetin açtığı yaralar yeniden kanamaya başladı. NUM’dan bağımsız bir işçi komitesi kuruldu.
2011’deki NUM’da gerçekleşen sendika temsilcileri seçiminde, işçiler eski temsilciler komitesinde bulananların çoğunu temsilci seçmedi ve kendilerinin tercih ettiği adayları seçtiler. NUM’un bölge temsilciliği, seçimleri ‘anayasa aykırılık’ nedeniyle geçersiz saydı ve yeni komiteyi tanımadığını açıkladı. NUM bu sorunu üye işçlerliyle birlikte çözmek yerine; NUM’un bölge sorumluları, patronlara bu ‘örgütlü yapıyı’ tanımadığını bildirdi.
Patronların ‘seçilmiş komite’yi tanımama girişimine, fiili olarak seçilmemiş ya da seçilmiş kişilerin dikte edilmesi, işçiler kendi demokratik iradelerinin tanınmaması nedeniyle karşı çıktılar ve greve başladılar. NUM kendisini bu grevden uzak tutmayı tercih etti ve 9,000 işçi yasadaşı greve katıldıkları için işten atıldılar. İşçilerin NUM’a karşı öfkesi o kadar büyüktü ki, NUM yöneticileri kendi sendikasına üye olan işçilere hitaben, zırhlı bir polis aracının içinden konuşma yapabildi ve işçilerin araçtan inerek yüz yüze konuşma yapılması telibine görmezden geldiler.
Hesaplaşmaya HAZIRLIK
Bu yaz gerçekleşen tartışmalara paralel olarak ortaya atılan bu durumun NUM ile AMCU arasındaki rekabetin bir yan ürünü olduğu efsanenin karşı, grev komitesi bu iki sendikadan da bağımsız bir şekilde kuruldu. Hatta, katliam öncesi gerçekleşen işçi ölümleri, bağımsız grev komitesinin NUM’un bürosuna doğru, birlik tartışmaları yapılması amacıyla gittiği sırada, bu ofisin önünde oldu. Bağımsız grev komitesi delegelerinin ikisi, NUM’un bürosu yönünden gelen kurşunlarla öldürüldü. Polis ve özel güvenlik görevlileri, bağımsız grev komitesini baskı altında tutmak ve grevin büyümesini engellemek için bölgeye gönderildi. İşte tam da polislerin ve güvenlik görevlilerinin cinayetlerini işledikleri an ki koşullar belirsiz. Buna rağmen bu ölümler, işçilerin kana susamış şeytanlar olduğu ve bu bölgede akıldışı bir kargaşanın yaşandığı gibi düşüncelerin zihinlere ekilmesine bahane olarak kullandılar.
İşçiler maden kuyularında korumasız olduklarının bilincinde olarak, maden arazisinin dışına çıkmaya karar verdiler ve Wonderkop tepesini işgal ettiler. Başka bir deyişle bu, saldırı degil bir öz savunma davranışıydı. Buna rağmen, işçiler katliamdan önce, kötü şeyler olucağını sezinlemişti. Kendi birliklerini sürdürmekteki karalılıkları, bu savunmasız durumları nedeniyle, onları batıl ritüeller düzenlemeye ve muti (geleneksel büyü-tedavi) kullanmaya sevk etti. Bütün bu yapılanlar kendi kararlıklıklarını cümle aleme göstermek içindi; çoğunluğun safça bir inanışının, mutinin onları görünmez kıldığı, yerine, bütün polis ve patronlar tehditlerini göze alarak bulundukları alanda kalacaklarını gösteriyordu.
Maden yönetiminin kibirli, uzlaşmaz tutumu ve işçilerin taleplerini aşağılayıcı bir şekilde reddetmesi, bunun yanında güvenlik güçlerinin tehditkar bir şekilde mevzilenmesi ve önceki cinayetler, kanlı bir hesaplaşmaya doğru hazırlık yapıldığının sinyallerini veriyordu. İşçiler ellerinin altında bulunan yegane şey olan geleneksel silahlarla kuşandılar ,bu silahlar hemen hemen bütün işçi grevlerinde işçilerin elinde bulunuyordu, ve bu silahların savaş silahı sayılması neredeyse imkansızdı. İşçilerin sadece bir yalın talebi vardı: Yönetimin kendileriyle görüşmesi ve şikayetlerine yanıt vermesi.
15 Ağustos’ta toplumsal baskı önemli bir seviyeye ulaştı ve maden yönetimi, NUM ve AMCU ulusal radyoda açıklama yapmak zorunda kaldı. Açıklamada bütün halkın gözü önünde, takip eden gün başlayacak bir müzakareyi yapmayı kabul ettiler; hatta işçilerle masaya oturduklarında teklif sunucaklarını belirttiler. Bu önemli günde, yönetim toplantıya 90 dakika geç geldi ve AMCU’nun dediğine göre tek bir açıklama yapıldı; hiçbir müzakere yapılmayacaktı ve açıklama ise ürperticiydi:’’Bu konu artık generallerin işiydi.’’(Apartheid rejiminin yöntemi olan polisinin yeniden-askerileştirilmesi ve polisin öldürmek için ateş etmesi ilkesi, yolsuzluk nedeniyle görevden alınan eski emniyet genel müdürü ‘General’ Bheki Cele tarafından yaygınlaştırılmıştı.)
AMCU yöneticileri, işçleri kanın dökülmek üzere olduğu konusunda uyardı ve son bir beyhude çabayla işçileri tepeden aşağı inmelerine ikna etmeye çalıştılar. Gerçekte, AMCU yöneticileri işçilerle konuşuyorken katliam için geri sayım halihazırda devam etmekteydi. AMCU yöneticileri, üst düzey polis yetkilileri ile yaptıkları uzun görüşmeler sonrasında tepenin inmeleri için izin verildiğini bildirdi. Katliamın komplocuları, AMCU yöneticilerini de bu kıyıma dahil etmeyi planlamışlardı. Amcu yönetcilerinin tepeyi terk etmesinden hemen sonra katliam başladı.
Katliamın gerçekleştirilmesi
Grevi kan dökerek boğmak için bir karar alınmış olduğu çok açık. Bu kararı salt Lonmin yöneticileri ve polis almamış olamaz. Hükümet yetkilileriyle en üst düzeyde görüşülmüş olmalı. Bu olay bile kapitalist sistemin özünü oluşturan sınıfsal temeli bütün çıplaklığıyla gözler önüne seriyor: Polis serveti koruyan ve kapitalistlerin kontrolündeki bir güç; hükümet ise işçilerin patronlar tarafından sömürmesinde aracı ve siysi avukat; Sendika yöneticileri ise hükümetin ve patronların işbirlikçisidir, ve onların adına işçilerin elini, kolunu bağlar. Bu olayla, kitlelerin yanılsamaları nedeniyle ANC hükümeti ile aralarında oluşmuş olan göbek bağı da koparılmıştır.
İşçiler tepeden indikten sonra ise; tevevizyon kameralarının çektiği, işçilerin terk ettiği, küçük tepenin 300 metre uzağında katliam gerçekleşti. Polislerin öldürmek için ateş ettiğinin kanıtı ise, işçilerin teslim oluyoruz anlamına gelen bir şekilde ellerini havaya kaldırmasına ve arkadaki işçilerin kaçmalarına rağmen ateş edilmesiydi.
En fazla, işçilerin elinde bir tabanca vardı, ve bu tabanca büyük ihtimalle polisi veya özel güvenliği, birkaç gün önce madende, silahsızlandırdaklarında ellerine geçmişdi. Bunun ötesinde işçilerin elinde pala, sopa, kırbaç ve başka geleneksel gereçler vardı ve bunlar otomotik slahlı polislere karşı hiçbir tehdit oluşturmuyordu. Zırhlı polis, zırhlı araçlar ve helikopter, göz yaşartıcı gaz ve jiletli telleri yerleştiren araçlar ile başlayan operasyonun amacı tepeyi temizlemek, grevi kırmak ve işçileri işe dönmeye zorlamaktı.
Bu durum olayların akışı içinde kendiliğinden ortaya çıkmadı, aksine planlanmıştı. dikenli teller kasıtlı olarak küçük bir boşluk bırakılarak yerleştirilmişti; bu şekilde işçiler bu boşluğa doğru yönelicekti. Bu boşluğa yönelenler ise ölümcül bir kurşan yağmuruna tutulacaktı. Daha sonrasında yapılan açıklamalarda işçilerin tepeden inme denemesini, polise saldırı girişimi olarak sunuldular.
Sınıf Savaşımın İlanı
Lonmin grevi, keskinleşen bir sanyi krizinin arka planda olduğu koşullarda gerçekleşti. Uluslararası ekonomik daralma araba sanayasinde krize neden oldu; bu sanayide aşırı kapasite düzeyine gelen bir sermaye birikimi vardı, bu nedenle bütün çalışmayan fabrikaların çalışır duruma gelebilmesi için A.B.D. büyüklüğünde yeni bir pazara ihtiyaç duyuluyordu. Platin çıkarılması, araba sanayisinin ihtiyaçlarından olan katalitik konvertör üretimine tamamen bağlıydı ve bu durum beklenen çöküntüyü yarattı. Arz hızlı bir şekilde talebin üstüne çıktı, durum spekülatörlerin arz fazlası üzerinden yarattıkları fiyat dalgalanmaları nedeniyle daha da kötüleşti ve öyle bir noktaya geldindi ki, platin fiyatları, uzun dönemli fiyatının yarısına indi. Lonmin hisse senetleri ciddi bir düşüş yaşadı ve şirket bu yılki üretim hedeflerini yakalayamayacak.
Yine de, gerçekte üretimin durma noktasına gelmesi arz ve talep arasındaki dengeyi değiştirdi, ki bu, platin fiyatlarını arttırdı. Bun manada şirket üretim kaybı tehtidi altında değildir. Öyleyse şirket yönetimi, polis ve hükümet neden grevi kırma gereği duydu? Çünkü işçiler greve çıkmaya çalışarak, sömürülmelerinden fazlasını zorluyorlardı. İşçiler bütün düzene karşı ayaklanmıştı, özenli bir şekilde tasarlanmış olan toplu pazarlık sistemi işçileri sonu gelmeyen bir bürokratik süreç engeline takıp orda haps oması içindi; ki bu durum işçilerin ‘korumasız’ bir yasadışı greve gitmesini engelliyordu.
Grev prosdürü izlemediği için yasadışı idi. NUM ile şirket yönetimi arasında imzalanan, hala yürülükte olan 2 yıllık anlaşma, hem imzalayan taraflar hem de işçiler tarafından yok sayıldı. İşçiler NUM’un liderlerini benimsemedi ve işletmenin maşası oldukları için kınadılar. NUM’un bakış açısından durum daha da kötüydü; çünkü işçiler birliklerinin, kararlılıklarının ve mücadeleciliklerinin simgesi olarak ve kendilerini savunmak için gelenek silahlarla- yakın mücadelede etkili- silahlanmıştı. Bütün bu baskı sistemi, dayanağı olan aralaksız emek sömürüsü, tehlikedeydi. Patronların ,işçiler için, reva gördüğü zincirler içinde yürümeye, sefalet için yaşamaya ve köle gibi davranılmasına, işçilerin gösterdiği ‘vefasızlık’, patronları çileden çıkarmışdı.
Bu greve yanlızca ücret zammı için çıkılmadı. Bu silahsız bir ayaklanmaydı. Kuşkusuz Lonmin patronları, bütün burjuva sınıfı ve maden sanayisinin gözünden de böyle algılandı. Business Day (İş Günü) gazetesinin sıradışı başyazısı, Marikana madencilerine sınıf savaşı ilanı anlamına geliyordu. Açık bir dille işçilerin bu hareketinin olası politik etkilerinden bahsediyordu ve bu hareketin neden hoş görülemez olduğunu anlatıyordu. Bütün sermaye sınıfına birlik çağrısında bulunuyordu. Başyazı hayret verici bir açıksözlülükle yazılmıştı, alışık olduğumuz edebi üstü kapalı ifadelerden (Bütün sınıfları genel bir çıkar etrafında birleştiren Güney Afrika halkının ortak gayreti refaha kavuşmaktır.) yoksundu; tersine Lonmin yönetimini pasif tutum alması nedeniyle suçluyordu:
“Lonmin, Madendeki zorlu sorunun çözümünün bir parçası olmak durumunundadır .Bu yeni bir durum değil. Yeni kurulan AMCU, yavaş yavaş platin sanayinde örgütlü olan saygıdeğer NUM’dan madenleri tek tek koparıyor. Gerçekte bu durum bile, bütün siyası kurumlar için tehlike çanlarının çalması için yeterli olmalıydı. Buradaki sendikal hareketin sendikal hareketin ana unsuru olan NUM sorumlu bir sendika olarak değerlendiriliyordu.Örneğin, Cyril Ramaphosa(NUM eski başkanı, şu anki büyük işadamı) ve Kgalema Motlanthe(Güney Afrika Başkan vekili) NUM’da yetişmişlerdi. Sendika olarak, gürütülcü ve sabırsız hareketin içinde mantığın sesini temsil ediyor.”
“NUM kadir kıymet biliyordu; özel sermayeye ve güçlü şirketlere değer veriyordu. Bütün şirketler, NUM’un AMCU’nun saldırılarına karşı etkin bir savunma yapıcağını umuyordu. Grev, başlangıçta sadece ücretlerle ilgiliymiş gibi görünüyordu; bu nedenle, sorunu ne polis ne sendikalar çözebilirdi. İkinci olarak, şirket, sadece görüntüyü kurtarmak için, Güney Afrika’daki bu kriz durumunda olduğu gibi, karşı duruyormuş gibi gözükmek zorundaydı ve bu tutumu hiçte kötü sayılmazdı.”
“Perşembe günki grevin ve trajedi’nin etkileri bizi uzun süre etkilemeye devam edicek. Yeni toplum düzenimizin birçok açıdan başarısız olduğunu gösteriyor. En çarpıcı olanıysa çoğlunluğu siyahilerden oluşan (liderli NUM, yönetimdeki Afrika Ulusal Konseyi ve bir birlik olan COSATU ) kurumlarınmarjinal, yoksul ve çağresiz siyahi çoğunlukla uyuşamaması.”
“AMCU Transekii’nin Pondoland bölgesinin en kırsal kesiminde ateşten ve çelikten doğmuştu… AMCU’yu hiçbirşey durduramayacak. Yani şiddete yüksek seviyede bir çözüm bulunmalı ve NUM, COSATU ve ANC, çok az ya da hiç etkisinin olmadığı bir toprakta bir gücün oluşmakta olduğunun aşırı derecede rahatsız edici gerçeğini kabul etmelidir. Bu gücün onlara çok az saygısı vardı ya da hiç yoktu.”
İktidar yapısındaki fay hatları
Açık bir dille yazılan, timsah gözyaşlarının bile gazete sayfalarında mürekkep lekesi olarak görünmediği bu yazı, 34 insanın ölümü üzerine yazılmıştı ve burjuvazinin olaya bakışını gösteriyordu. Burjuvazinin olabildiğince ilgilendiği tek şey, Marikana işçilerinin Codesaii zamanında inşa edilmiş bu koca yapıya karşı oluşturdukları tehditti. Codesa sürecinde karar verilen düzenleme sayesinde, sermaye sınıfının ekonomik diktatörlüğü ile işçi sınıfının sömürülmesi; ANC,SACP ve COSATU Üçlü İttifakı tarafından demokratik bir maskenin altında sürekli kılınmıştır. ‘Demokratik’ polisin bu anlam verilemez vahşeti, 300 kanlı saniyede, bu demokratik maskeyi söküp attı.
Hükümet, COSATU ve SACP’nin yayılan grevler karşısında gösterdiği paranoya ve panik içinde verdiği tepkinin bir parçası olarak, ANC gençlik birliğinin azledilmiş başkanını, Julius Malema’yi, işçileri kışkırtmak ve ülkeyi istikrarsızlaştırmakla suçladı. Malema’yı hoşnutsuz askerlerle görüşerek ülkenin güvenliğini tehlikeye atmakla itham ettiler. Bunun sonucu olarak, bütün askeri üsler kırmızı alarma geçirildi. Ama, Malema’nın kendisininde belirttiği üzere, aslında o ANC’ye zarar vermek değil, tam tersine ANC’yi kurtarmak niyetindeydi. Malema’nın iddiasına göre, eğer kendisi devreye girmeseydi, oluşan boşluğu gizli gündemleri olan birileri dolduracaktı.
Malema ANC’nin Aralık ayındaki Mangaung Konferansına yoğunlaştı; ki bu konferansın hazırlıkları, bir sonraki başkanlık seçimi konusunda ANC’yi hali hazırda kutuplaştırdı. Bu kutuplaşma, önceki başkan Mbeki’nin devrilmesine yol açanından çok daha kötü bir hizip savaşına ve neredeyse sanal bir iç savaş boyutuna varan bir duruma dönüştü. Bu konferans ortamında, Malema eski görevine iade edilceğini umuyor. ANC içerisindeki ayrışmalara o kadar derindi ki, Halk Kongresinin(Cope) ortaya çıkmasına yol açan fay hatları boyunca yeni bir bölünme ihtimali göz ardı edilemez. Aralık Konferansının sonucu ne olursa olsun, işçi sınıfı açısından değişik hiçbir şey olmayacak.
Katliamdan beri ANC’nin bütün yaptığı işler, kitlelerle arasındaki uçurumun kapanamayacağını gösterdi. İş günü gazetesinin başyazısı AMCU’ya saldırmış olabilir. Ancak gerçek hedef AMCU değildi, çünkü bu yazı, işçi sınıfına gerçekçi başka bir alternatif sunulmadığı olgusunu, sadece kazara söylemişti. Gerçekte hedef işçi sınıfıydı. ANC, sermaye sınıfı ile aynı korkuları paylaştığını ve işçi sınıfından tiksindiğini gösterdi.
Demokratik Sosyalist Hareket(DSM)(CWI Güney Afrika seksiyonu) Marikana madencilerinin mücadelesinde çok önemli bir rol oynadı. Rustenburg İşçileri ve Mahalle Örgütlenmeleri Forumu’nun düzenlenmesini yardım etti. Güvenlik güçleri tarafından öldürülen ve yaralanan Marikana işçileri ve ailelerinin adalet için mücadelesi, en öncelik verdiği konu. Lonmin şirketi, polis ve siyasi kurumların üzerindeki baskı artırılmak zorunda. DSM üyeleri, ilk başta Rustenburg çapında bir genel grev, onun akabinde de Mart ayında ulusal çapta bir genel grev ve yürüyüş öneriyor. Bütün dünyadaki işçilerin ve aktivistlerin, uluslararası çapta baskısı azamileştirilmeli. DSM’nin bu görüşlerine işçilerin arasından verilen coşkulu karşılık, Güney Afrika emekçi sınıfdan insanların çıkarlarına savunacak, bir sosyalist program üzerinde yükselecek kitlesel bir işçi partisinin gelişimi için büyük bir potansiyelin olduğuna işaret ediyor.