Afro Amerikan ve İrlanda kökenli olan Muhammed Ali Clay; 1942 Kentucky Lousville doğumludur. 22 yaşındayken dünya şampiyonu olduktan sonra dinini değiştirerek İslam’a geçmiş ve Muhammed Ali ismini almıştır.
Tüm zamanların en iyi boksörü olarak kabul edilen Muhammed Ali, uğradığı bir haksızlık sonucu boksla tanışmış ve bu haksızlık hayatinin geri kalanını yon verecek gelişmelere yol açmıştır. Muhammed Ali’nin hayatını konu alan kaynaklara göre, 1954 yılının ekim ayında babasının noelde hediye ettiği ve cok sevdiği bisikleti bir panayırda çalınınca küçük Ali (o zamanki adıyla Classius Clay) polise şikâyette bulunmak ister. Irkçılığın ve ayrımcılığın had safhada olduğu o yıllarda ağlayan ‘zenci’ bir çocuğu polis dahi kimse önemsemezdi. Ali de bunun bilincindeydi. Fakat O, çok sevdiği bisikletini bulmaya kararlıydı. Bunun için polis aramaya başladı ve o polisi bulana kadar pes etmeyecekti. Aradığı polisi bir spor salonunda boks maçı izlerken buldu. Tahmin edildiği üzere polis onu dinlemedi ve ringi göstererek bisikletini kendi gücüyle alabileceğini söyledi. Muhammed Ali, içinde bulunduğu atmosferden ve bokstan çok etkilendi. Ancak bisikletini alamadığı için de çok üzgündü. Bu yüzden şikâyetiyle ilgilenmeyen polisi ve bisikletini çalanları ringdeki boksör gibi yere sermeye yemin etti. Polis ararken girdiği spor salonunda ilk boks hocası Elbsy Martin ile tanıştı ve boks hayati uğradığı bir haksızlığın etkisiyle böylece başlamış oldu.
Muhammed Ali Clay, dünyaca tanınan bir boksör olarak birçok başarıya imza attı. Kisa sure içinde National AAU ve Altın Eldiven yarışmalarında amatör olarak başarı elde etti ve 1960 yılında Roma’da ağır hafif sıklette altın madalya alarak profesyonel boks hayatına giriş yaptı. 1964 yilinda da S. Liston’u yenerek Dünya Şampiyonu oldu ve bokstaki basarisini böylece tescillemiş oldu. Ne var ki bokstaki basarisinin zirvede olduğu bir donemde (1967-1970) boksa üç yıl ara vermek zorunda kaldı. Bunun tek sebebi ise savaşa karşı çıkmasıydı. Vietnam Savaşı’nın başladığı donemde onun da askere giderek savaşa katılması istendi. Ancak o bu çağrıya uymadı ve savaşa katılmayacağını söyledi. Savaşa karşı olması onun lisansını kaybetmesine ve pasaportunun elinden alınmasına sebep oldu. Dahası, mahkemede yargılandı ve 5 yıl hapis, 10 bin dolar para cezasına mahkûm edildi. Savaşa katılmayıp ülkesini korumayı reddetmesi gerekçesiyle de vatan haini ilan edildi. Bundan sonra onun için hayat zordu. Çünkü kapitalist bir sistemin olmazsa olmazı olarak görülen savaşa dünyaca tanınan bir sporcunun karşı çıkmasının halk üzerinde büyük etki yaratacağı düşünülüyordu. Bu etkiyi engellemek liderlere düşüyordu ve onlar da Muhammed Ali’nin ideolojik etkisini kırmak için kariyerini bitirip onu susturmaya çalıştılar. Kendisine verilen hapis cezası, pasaport ve lisansının elinden alınması ve maddi sıkıntılar çekmesi liderlerin amaçlarını gerçekleştirmeleri için yeterliydi. Ancak o küçük bir çocukken dahi haksızlığa göz yummamıştı. Bundan sonra da tüm baskılara direnecek ve bu zorluğun üstesinden de gelecekti.
Mahkûm olduğu hapis ve para cezasını temyiz etti ve Yüksek Mahkeme tarafından hâkli görüldü. Hakkında verilen karar bozuldu. Lisansı ve pasaportu iade edildi. O, yeniden Dünya Şampiyonu olmayı hayal ederek boks hayatına geri dondu. Ancak üç yıl ara verdikten sonra tekrar Dünya Şampiyonu olmak kolay değildi. Nitekim profesyonel kariyerindeki ilk yenilgilerini de verdiği bu aradan sonra aldı. Artık kendisine olan güven azalmıştı. Kendisi ve ailesi dışında herkes kariyerinin sona erdiğini düşünüyordu. Onun ise pes etmeye niyeti yoktu. Hem yeniden Dünya Şampiyonu olacak hem de ayrımcılık ve haksızlıklarla mücadele etmeye devam edecekti. Bu yüzden boksun devleri ile ringlere çıkmaya karar verdi. Joe Frazer, George Freeman ve L. Spinks gibi dünyaca unlu boksörlerle karşı karsıya geldi. Bu devleri yenerek Dünya Şampiyonluğunu 3 kez elde eden ilk boksör olarak tarihe geçti.
Savaş, haksızlık ve ayrımcılığın yon verdiği hayat
Muhammed Ali, başarılı bir boksör olmanın yanısıra kişiliği, ideolojisi ve haksızlığa boyun eğmemek için gösterdiği direniş ve sabrı ile de takdir edilen, karşıt görüşlülerin de tepkisini çeken biri idi. Nitekim ayrımcılığın ve haksızlığın yoğun olduğu bir dönemde Amerika’da yasayan bir siyahi olması onun haksızlıklara kayıtsız kalmaması için yeterli bir nedendi. Birçok sporcunun aksine hükûmete yaranmaya çalışmadı; daima haksızlığa uğrayan, ezilen, kendisine dil, din, irk ayrımcılığı yapılan tarafın savunucusu oldu. Bunun en güzel kanıtı da hükûmete karşı gelerek kariyerini kaybetme pahasına Vietnam Savaşı’na girmeyi reddetmesidir. Savaş karşıtı olduğunu ve bu savaşa katılmama sebebini ise söyle anlatır: “Louisville’de insanlar hâlâ ‘pis zenci’ diye çağırılıp köpek muamelesi görüyorken ve en basit haklarından bile mahrumken benden üzerime bir üniforma geçirip 10000 mil ötedeki bir ülkede bomba atıp kurşun sıkmamı nasıl beklerler? Hayır, 10000 mil öteye gidip beyaz köle efendilerinin beyaz olmayan başka bir millet üzerine baskı kurmalarına, onları öldürmelerine, evlerini yakmalarına yardımcı olmayacağım. Gün böyle kötü işlerin sona ermesinin günüdür. Böyle bir tavır içinde bulunmanın bana milyonlarca dolara mal olacağını söylediler. Daha önce de söyledim ve yine söylüyorum: Benim halkımın gerçek düşmanı burada, Amerika’da. Kendi özgürlüğü, kendi adaleti ve eşitlik için savaşan o insanları köleleştirmede kullanılan bir maşa olmayacağım. Dinimi, halkımı ve kendimi küçük düşüremem. Eğer bu savaşın benim 22 milyonluk halkıma özgürlük ve eşitlik getireceğini düşünseydim kendim gidip orduya katılırdım. Kendi inandığım değerler için direniyorum. Kaybedecek hiçbir şeyim yok. Beni hapse atacaklarmış, ne olmuş sanki? Zaten 400 yıldır hapisteyiz.”
Vietnam Savaşı’na katılmayı reddetmesi devletin tepkisine yol acarken birçok kişi tarafından da desteklendi. Kendisini destekleyen kişilerden birçok telefon ve mektup aldı. Mektup yollayanlardan biri de 20. yy’in en büyük filozof ve matematikçilerden biri olan Bertnard Russel’dir. -Bertnard Russel, önde gelen savaş karşıtlarındandır. Serbest ticareti ve emperyalizm karşıtlığını desteklemiştir. Barışsever tutumundan dolayı Birinci Dünya Savaşı sırasında cezaevinde yatmıştır. Daha sonra Adolf Hitler’e karşı kampanyalar düzenlemiş, Stalinci totalitarizmi eleştirmiş, Vietnam Savaşı’ndaki tutumu nedeniyle Amerikan hükümetini suçlamıştır. Aynı zamanda nükleer silahsızlanmanın dobra savunucularındandır. Son eylemlerinden bir tanesi İsrail’in Orta Doğu’daki ülkelere karşı izlediği tutumu eleştirdiği bir bildiri yayınlamasıdır. İnsan haklarını ve düşünce özgürlüğünü savunduğu yazıları dolayısıyla 1950 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görülmüştür.- Russel Muhammed Ali’ye yazdığı mektubunda şunları dile getirir: “Gelecek aylarda şüphe yok ki Washington’daki adamlar sana ellerindeki tüm imkânlarla zarar vermeye çalışacaklar. Sen Amerikan iktidarına meydan okuyarak kendi halkın ve tüm mazlumlar adına konuştun. Seni susturmaya çalışacaklar çünkü yok edemedikleri bir gücü temsil ediyorsun; yani korku ve baskıyla zulüm görmeye ve aşağılanmaya direnmekte kararlı bir halkın uyanış şuurunu. Tüm kalbimle seni destekliyorum. İngiltere’ye geldiğinde beni ara. Sevgilerle. Bertrand Russel”. Gerçekten de Russel söylediklerinde haklı çıkar ve Muhammed Ali kariyerinin zedelenmesi için her turlu zorlukla karşı karsıya bırakılır.
Muhammed Ali, kendi ırkinin uğradığı haksızlıklara karşı da her turlu mücadeleyi vermeye çalışır. Siyahların haklarını savunmak ve yapılan ayrımcılığa dikkat çekmek için uğraşır. Zaman zaman sergilediği eylemlerle de bu konuda başarılı olur. Örneğin hakkında yazılanlara göre, bir keresinde, siyahların alınmadığı bir restoranda yemek yeme ‘cüretinde’ bulunur. Doğduğu, büyüdüğü ve ülkesi adına kazandığı olimpiyat altın madalyası ile bir kahraman gibi döndüğü memleketinde herhangi bir beyaz ile ayni yerde karnini doyurmaya niyetlenir. Ancak kim olursa olsun, restoranda siyahlara servis yapılmadığı soylenir. Bunun üzerine, söylentilere göre altın madalyasını Ohio Nehri’ne atarak ayrımcılığa dikkat çeker.
Muhammed Ali’ye kadar sporcuların fikri, düşüncesi, ideolojisi, toplumsal olaylara karşı söyleyecek sözleri olamazmış gibi ezber bir algı yürürlükteydi. Ali sadece boks sporuna veya boksörlere değil, genel anlamda spora ve sporculara bir saygınlık getirmiştir. Tavır alan, karşı çıkan, kural bozan ve kural koyan bir kişilik olarak dengeleri değiştirmeyi başarmıştır. Kendisinden sonra gelen siyah boksörlerin onun izinden yürüyüp siyahlara yapılan haksızlıklara dikkat çekmeleri de bunun göstergesidir. En güzel örneği de 1968 olimpiyatlarında box şampiyonlarının sergilediği tutumdur. 1968 Olimpiyatları’nda 200 metre finalinde Amerikalı atletler Tommie Smith birinci, John Carlos ise üçüncü olurlar. Ödüllerini almak üzere kürsüye çıplak ayakla çıkarlar. Bir çift siyah eldiven de getirmişlerdir yanlarında. Tommie eldivenin sağ tekini, John ise sol tekini eline geçirir. Ulusal marşları çalınırken, boyunlarında madalyaları asılı bu iki zenci sporcu başlarını öne eğerler ve siyah eldivenli ellerini yumruk yaparak Siyah Güç (Black Power) selamı verirler. Amerika’ya, hileye başvuramayacağı en savunmasız anında “hayır” demiş ve itiraz etmişlerdir. Siyahların Amerikan politikası sonucu ezildiklerini, yoksul bırakıldıklarını ve fakat direnmek, güç birliği içinde dayanışmak gerektiği mesajını bütün dünyaya iletmişlerdir.
Muhammed Ali’ye şampiyon olmak için güç veren şey, ayrımcılık ve haksızlıklara karşı mücadelesidir. Kendisini dünya şampiyonu yapacak olan zorlu karşılaşmada kenar ekibinde yer alan Bundini tarafından söylenen su sözlerin etkisiyle karşılaşmayı galip olarak bitirdiği söylenir:
“Dans et şampiyon, kimsesizler yurdundaki yalnız çocuklar için dans et. Çocuklar için salla yumruklarını. Kiralarını ödeyemeyen işsizler için dans et. Şu alçağın işini bitir! Meyhanedeki ayyaşlar için dans et şampiyon, kanserden ölen yoksul hastalar için, kefaletleri ödenmeyen sefil mahkûmlar için, herkesin terk ettiği eroinmanlar için, kocaları olmayan gencecik hamile kızlar için. Dans et şampiyon, savaş onlar için! Şu aşağılık herifin işini bitir, çenelerini dağıt hepsinin. Düşkünler yurdundaki zavallılar için, emeklilik maaşı alamayan yaşlılar için, pis bir sokakta müşteri bekleyen yaşlı ve yorgun fahişeler için… Meyhanelerde oturmuş demlenen bütün yalnız kalpler için, bilardo salonlarındaki yalnızlar için, sokak köşelerindeki yalnızlar için. Dans et şampiyon, savaş onlar için! Temizlik işçileri için salla yumruklarını; hava limanlarında, otobüs duraklarında, benzin istasyonlarında yerleri süpüren küçük insanlar için. Savaş onlar için şampiyon. Otellerde yatakları yapıp tuvaletleri temizleyen küçük odacı kızlar için dersini ver şu aşağılık herifin! Seni kurtaranlar senatör değildi, vali değildi, başkan değildi. Sokaktaki insanlar kurtardı seni. Şimdi sokaklar adına savaş, hadi evlat, işini bitir şu aşağılık herifin! Bu ring ikinize fazla. Hadi bitir işini, suratını paramparça et. Yoksullar adına şampiyon, yoksullar adına! Hadi yavrum salla yumruklarını! Muhammet Ali’yi hiç kimse yenemez, hiç kimse. Sadece Cassius Clay yenebilir ama o da bu akşam aramızda değil! Dans et şampiyon, hadi oğlum dans et!”
Vedası
Muhammed Ali, uzun suren boks hayati nedeniyle sağlık sorunları ile karşı karsıya kalır. Vücudun dengesini koruma yetisi zedelenir, hareketleri yavaşlar ve konuşma güçlüğü çeker. Doktorlar tarafından “Parkinson” teşhisi konur. Geçtiğimiz haziran ayında bu hastalığın hazin sonucu olarak sevenlerine ve haksızlık ve ayrımcılık üzerine kurulduğunu düşündüğü dünyaya veda eder. O’nun bu vedası dünya kamuoyunu etkiler. Dünyanın dört bir yanından insanlar cenazesine katılır, onun efsaneleşmiş sözleriyle kendisini uğurlarlar.
Uğurlamadan Erdoğan’a
Cenazeye Cumhurbaşkanı Erdoğan ve ekibi de katılır. Buyuk harcamalar yaparak Amerika’ya götürdüğü heyetle birlikte planlanan zamandan önce geri döner. Haksızlık yapan bir ülke liderinin haksızlıklarla mücadele eden bir kahramanın vedasında sonuna kadar dayanması beklenemezdi. Hakkında yazılanlara göre, Erdoğan’ın seyahatini yarıda bırakmasının nedeni cenazede konuşma yapmak istemesi ancak bu isteğinin reddedilmesidir.
Kahramanın veda uğurlamasında dünya liderlerine yönelik uyarı ve eleştiriler de vardir. Bu eleştiriden Türk liderleri de nasibini alır. ABD’nin önde gelen Hahamlarından Micheal Lerner Muhammed Ali için düzenlenen cenaze töreninde şunları söyler: “Seçimle işbaşına gelen yetkililere işkenceye son vermelerini söyleyin. Bu ülkede 2008’de ekonomik krize sebep olan bankalara ve büyük şirketlere, gelir adaleti istediğinizi söyleyin. Şiddet kullanan politikacılara, savaşlara dur deyin. Türkiye’deki liderlere söyleyin, Kürtleri öldürmeyi bıraksınlar. İsrail Başbakanı Netanyahu’ya, iç güvenliği sağlamanın yolunun Batı Şeria’yı işgal etmeyi durdurmak, Filistin devletinin kurtulmasına yardımcı olmaktan geçtiğini söyleyin.”