Teknolojik gelişmeler, istihdama yönelttikleri tehditler ve kapitalizmin karşısında – insanlığın geleceği için mücadele perspektifleri
|Sosyalist Mücadele Hareketi (CWI – İsrail ve Filistin) üyesi Shahar Ben-Horin’in Peter Taaffe ile yaptığı röportaj
|Yakın zamanlarda Grant Thornton tarafından 36 ülke ve 2.500’ün üzerinde işyerinde yapılan bir küresel araştırma, şirketlerin yarısından fazlasının halihazırdaki işlerin otomasyonu için girişimde bulunduklarını ya da bulunmayı düşündüklerini gösteriyor. Sanayi şirketlerinin yöneticilerine göre bu gelişme, kendi şirketlerinde işgücünün en az yüzde 5 azalması anlamına gelecek.
İki yıl önce Oxford tarafından yapılan bir çalışmada da ABD’de tüm işlerin neredeyse yarısının 20 yıldan daha az bir süre içerisinde bilgisayarlara devredileceği öngörülüyordu.
Emeğin otomasyonunun hızlanması işçi sınıfı ve sosyalist hareket için gerçekten yeni bir engel. Sol içinde bazı yorumcular teknolojik gelişmelerin determinist bir şekilde kapitalizmin ötesine geçmeyi beraberinde getirecek kademeli bir büyüme anlamına geldiğini ileri sürüyor. Kapitalist basından kalemleri de içeren diğer bazı yorumcular ise kısa vadede küresel bir facia kehanetinde bulunuyorlar.
Bu röportajda CWI Uluslararası Sekretarya üyesi ve Sosyalist Parti (CWI İngiltere) Genel Sekreteri Peter Taaffe farklı yorumcuların anlamaya çalıştığı süreci inceliyor, potansiyel tehlikelere dikkat çekiyor. Ama Taaffe aynı zamanda tek yönlü ütopik veya distopik perspektifleri anlayarak eleştiriyor. Ona göre, sosyalistlerin görevi büyümekte olan yoğun krizinden gerçekçi bir çıkış yolu bulmak.
Peter, çağımızda insan toplumları nereden nereye doğru evriliyor?
Dünya çapında derin bir krizle sarsılmış kapitalist toplumun içinde evriliyor.
İlk olarak, söz konusu olan, burjuva ekonomistleri ve teorisyenleri “iyileşme”den söz etmelerine karşın, 2007’de başlayan ve hala devam eden bir küresel ekonomik kriz. İyileşme ise tek yönlü oldu; mutluluk ve istihdam getirmeyen bir iyileşmeden söz edebiliriz ancak. Sorunlar çözülmemiş olarak duruyor. Pek çok ülke 2007-2008’e göre mutlak bir ekonomik büyüme gösterdi, ancak yapısal bir iyileşme olmadı.
Aynı zamanda büyük bir siyasal kabarışla, yönetici sınıf ve onun partilerinde yaşanan bir siyasal kriz ve dağılma ile karşı karşıyayız. Bunu AB içinde çok rahatlıkla izleyebiliyoruz.
Çalışanlar ise geçmişte var olan yaşam standartlarını korumak için bu sisteme karşı olmaya itiliyor. Yaşam standartlarına saldırıya ciddi toplumsal ve çevresel krizler eşlik ediyor. Tüm bunlar işçi sınıfının ve gençlerin sistemden yabancılaşmasını beraberinde getiriyor.
Büyüyen muhalefet, bize göre bu bozuk sisteme karşı bir alternatif arayışıdır –ki bizce bu alternatif sosyalist bir alternatiftir. Bu alternatif, toplumun pazarın diktatörlüğünden kurtulma potansiyeline dayanır ve herkesin yararına bir toplumu demokratik yollarla yeniden örgütlemeyi önüne hedef koyar. Dolayısıyla, bizim çağımızda sosyalist dönüşüm ana gündemimizdir.
Çağımızda emeğin otomasyonu süreci o kadar hız kazandı ki, gelecekte insan emeğine ihtiyaç duyulmayacak bir noktaya gidiyoruz gibi gözüküyor. Siz de geçenlerde Jeremy Rifkin’in bu eğilimi ve diğer gelişmeleri incelediği “Sıfır Marjinal Maliyetli Toplum” adlı kitabına bir eleştiri yazdınız. Bu sürecin doğal sınırının ne olduğunu ve istihdamı ne kadar tehdit ettiğini düşünüyorsunuz?
Kapitalizm üretim araçlarını devrimcileştirmiş bir sistemdir. Önce biliyorsunuz 18 inci yüzyılda başlayan birinci sanayi devrimi ile fabrika düzeyinde üretim başladı. Daha sonra motorlu taşıtların elektriğin ve diğer unsurların yaygın kullanılmasını ifade eden ve erken yirminci yüzyıla kadar süren ikinci sanayi devrimi dalgası geldi. 20 inci yüzyılın sonundan itibarense, dijital bilgisayar teknolojisi, cep telefonları, internet, 3 boyutlu baskı teknikleri, gelişmiş robotikler gibi unsurların yer aldığı, Rifkin ve diğerlerinin iddiasına göre bir üçüncü sanayi devrimi, ya da onların deyimiyle “dijital devrim” yaşıyoruz.
Şimdi tam otomasyona geçmiş fabrikalarda, “ışıklar kapalı” denilen üretim çağına giriyoruz. İnsan müdahalesi olmadan, ışıklar kapalı bir biçimde saat etrafında üretim yapan makinelerin olduğu örnekleri yavaş yavaş görmeye başladık. Bu üretim biçimi Amerika, Çin ve diğer yerlere doğru genişleyecek.
Ancak bu süreç sadece yeni teknolojilerin endüstriyel işleri tehdit etmesi şeklinde ilerlemiyor. Tıp doktorlarına ve hemşirelere hizmet eden robotlar var ya da online eğitimin gelişmesiyle eğitimciler teknolojiyi daha fazla kullanıyor. Hayatın her alanında var.
Yeni istihdam alanlarının otomasyon nedeniyle ortaya çıkan istihdam boşluğunu doldurması ne kadar mümkün? İspanya ve Yunanistan gibi ülkelerde yüzde 25’lere varan işsizlik oranları gelişmiş kapitalist ülkelerde bir norm haline mi gelecek? İşçi sınıfını sınıf-altı olmaya iten uzun vadeli kitlesel ve yapısal bir işsizlik durumu beklemeli miyiz?
Şu andaki gelişmelere bakarak, dünyanın sanayi merkezi olan Çin’de görülebilir gelecekte robotların sanayi üretimine kitlesel girişiyle birlikte sanayi istihdamında bir kıyım yaşanacağını tahmin edebiliyoruz. Örneğin bir milyondan fazla işçiyi istihdam eden Çinli sanayi devi Foxconn dört yıl önce, üç yıl içinde bir milyon robot satın alacağını ve işçilerin yerine bunları geçireceğini ilan etti. Ancak şu ana kadar bunu yapabilmiş değiller, hatta geçtiğimiz yıl daha da fazla işçi aldılar. Ama her yıl fabrikalarına 30.000 yeni robot ekliyorlar, Chengdu kentindeki fabrikalarını da tam otomasyona geçirdiler. Böyle bir fabrikada işçi sınıfının defteri dürülüyor tabii ki.
Daha önceki sanayi devrimlerinde yeni sanayi alanları tarımsal nüfusu ya da daha önceki sanayilerin işçilerini istihdam etmeyi başarmıştı. Şu andaki durum bu değil. Bu gelişme sadece işçi sınıfını etkilemiyor, aynı zamanda örneğin Amerika’da orta sınıf sayılan bazı mesleklerde de adeta kıyıma neden oluyor. Mesela ülkenin kişi başına geliri en yüksek kentlerinden olan San Fransisco’da içinde orta sınıftan gelen kişilerin de yer aldığı yoksullaşmış alt katmanlar da var. Baltimore gibi yerlerde işsizlik oranı yüzde 50’yi geçen mahalleler söz konusu. İşte iyileşme diye buna diyorlar.
Kapitalistler her zaman teknolojinin kitlesel bir işsizlik doğurup doğurmayacağı ile ilgili kaygılara sahip oldular. 1930’larda Keynes bile bu sorunla başa çıkmaya çalışıyordu. Teknolojik işsizliğe karşı uyarıyor ama bunun karşısında da şu anda, 21 inci yüzyılda mümkün olan bir öneri yapıyordu: Kapitalizm teknolojiyi kullanarak haftalık çalışma süresini 15 saate düşürmeye muktedirdi. Ama şimdi hem yeni teknolojilerimiz var hem de haftalık çalışma saatlerinin uzatılmasına tanık oluyoruz. Bu sistem yeni teknolojiyi denetim altında tutmayı beceremiyor.
Var olan ekonomik krizin etkisi altında şu anda Yunanistan ve İspanya’da sınıf-altı kitle büyümekte. Sanayide kullanılan tekniklerin gelişimi kapitalizmde yapısal, uzun vadeli ve kitlesel işsizliği hızlandırabilir.
Ancak içinde yaşadığımız durumun en ilgi çekici yanı, aynı zamanda sistemin içinden ve aşağıdan, sistem hatasına karşı uyaran ve bu gelişmelerin olası sonuçlarına dikkat çeken seslerin gittikçe fazlalaşması. Bunlardan bazıları gelişmelerin kısa vadede yaratacağı sonuçlarla ilgili apokaliptik (kıyamete dair kehanet – ç.n.) bir bakış açısına sahipler.
Bu apokaliptik bakış açısının potansiyel siyasal yansımalarından korku duyacak bazı kapitalist hükümetlerin bankalara sağladıkları korumanın ötesine geçerek ekonomide daha baskın bir rol oynamasını beklemeli miyiz?
Engels’in 19 uncu yüzyıl kapitalizmi ile ilgili olarak sözünü ettiği “istilacı sosyalizan toplum” (Ütopik Sosyalizm ve Bilimsel Sosyalizm, 3. Bölüm) kavramıyla belirli bir paralellik kurmak lazım burada. Engels bununla ne demek istiyor? Tekelleşme yönündeki eğilimin büyümesi ve ekonomik krizin etkisi birleşince kapitalist devlet, çöken fabrikalara el koymak ve onları millileştirmek zorunda kalıyor.
Bu tür bir süreci örneğin İngiltere’de 1945 sonrası dönemde gördük: Devlet ekonominin yüzde 20-25’ine el koydu. Kapitalistler özel sermayenin daralan rolüne uyum sağlamaya zorlandılar. Harold Macmillian gibi insanlar (1957-63 döneminde İngiliz Muhafakazar Başbakan) karma ekonomi sisteminden bahsediyorlardı, kapitalizmden değil.
Daha sonra, sanayinin bürokratikleşmesinin verimliliği düşürdüğü görülüp, Stalinizmin de çöküşüyle birlikte yeni bir siyasal bağlam oluşunca kapitalist sınıf aşama aşama büyük özelleştirmeler yapmaya başlayabildi. Ama süreç, sistemin kendi bakış açısından bile bir felaket oldu. Ve kapitalist ekonominin içinden geçtiği derin ekonomik kriz nedeniyle bazı hükümetlerin daha sonraki aşamalarda benzer yollar izleyeceğini (kamulaştırma) öngörmek yanlış olmaz.
Daha eleştirel liberal teorisyenlerin kapitalist sistemi temel alarak, teknolojik gelişmenin neden olduğu derinleşen çelişkileri çözmek konusunda başka ne gibi farklı düşünceleri var?
Liberal entelijansiya ve ekonomistlerin bir bölümü kendi alternatiflerini geliştirmeye çalışıyor. Birisi daha önce bahsettiğimiz Rifkin. Bir diğeri ise İngiltere’de Guardian gazetesinde çalışan bir gazeteci olan Paul Mason. Mason yakın zamanda “Postkapitalizm: Geleceğimiz İçin Rehber” adlı kitabını tanıtan bir makale kaleme aldı.
Mason’un değindiği konu heyecan verici. Aslında o da bizimle, Marksist analizle üretim sürecinin kapitalistlerin maliyetlerini sıfıra ya da sıfıra yakın bir noktaya getirdiği konusunda hemfikir. Sonuç olarak da kapitalizm yaşam pınarı olan karlılık bir şekilde sistemden elde edilecektir.
Örneğin internette müzik gibi şeyleri ücretsiz alabiliyorsunuz. Bugünlerde pop müzik grupları kaset ya da CD satmıyorlar, isteseler de istemeseler de müzikleri internette ücretsiz olarak dolaşıyor, paralarını konserlerden, reklamlardan kazanıyorlar. Bilgi de bu yönde ilerliyor. Bilgi büyük oranda ücretsiz hale geliyor. TV dizileri, TV programlarının ve filmlerin indirilebilir olması gibi. İşler bu yönde ilerliyor.
Ve şimdi, yeni sanayi devriminde 3D yazıcılarla birlikte Marx’ın “makine üreten makineler” (Grundrisse, Makinelerin parçalanması”, 13. Bölüm) hayali yavaş yavaş gerçek olmaya başladı. Bilim kurgu sınırından bilimin sınırına doğru geliyor. Bunlar inanılmaz gelişmeler ve hala her şeyin başındayız. Teknik, her alanda gelişmeye devam edecek.
Bunun hemen akabinde ortaya atılan iddia ise, işçi sınıfının sanayide çalışan kesimi zayıfladığı için işçi sınıfına, kamu mülkiyetine, ekonominin demokratik planlamasına, toplumun sosyalist dönüşümüne değil de, bunların “arasında” başka bir şeye yüzümüzü dönmemiz gerektiği iddiasıdır. Rifkin’in söylediği de buna benzer bir şey.
Sosyalist olmayan post-kapitalizm
Evet, kapitalizm sonrası toplum Rifkin ve Mason’un “müşterekler” dediği şeye dayanıyor. Müşterekler, İngiltere’de feodalizmden kapitalizme geçişte kapitalizmin yağmaladığı müşterek toprakları ifade eden kavramdan alınmış.
Bu iki yazar, dünya çapında dayanışmanın ve işbirliğinin arttığını, insanların evlerini, arabalarını vs. paylaştığı gerçeğinden yola çıkıyor. Sürücüsüz arabalar ortaya çıkmaya başlayacak ve gidişat “dayanışmacı ekonomi” yönünde olacak. Bu mantığa göre, kapitalizmi alaşağı etmeye gerek yok. Müşterekler kapitalizmin bağrında gelişiyor ve 10,15, 20 ya da biraz daha fazla yıl sonra kapitalizm aşılacak. Bu tamamen ütopik bir perspektif.
Söylediklerinde bir gerçeklik payı var; toplumdaki güncel ve önemli gelişmelere işaret ediyorlar. İnsanlar bir araya geliyor, var olan teknikleri geliştiriyor ve paylaşıyorlar. Örneğin bilim insanları buluşlarını paylaşıyor, kendisine saklamıyorlar. Büyük ilaç şirketleri böyle yapmıyor, o nedenle, örneğin Ebola virüsü ile başımız derde girebiliyor. Ama bilim insanları bilgilerini internette kar için değil insanlığın yararı için paylaşabiliyorlar. Bu harika. Ama kapitalizm sahneye giriyor ve alanı sömürgeleştiriyor. İnternet de dahil olmak üzere her şeyi ticarileştiriyor. Aynı zamanda bir toplumsal devrim korkusuyla internet üzerindeki siyasi kontrolü de elden bırakmıyor. Çin’in çok etkili güvenlik duvarları (firewall) bunun bir göstergesi.
Yeni yeşeren alternatif toplumun aşamalı olarak kapitalizmin yerini alacağı fikri 19 uncu yüzyıl ütopik sosyalisti Robert Owen’ın, modern kolonilerin yavaş yavaş kapitalizmi aşacağı fikrinin modern bir versiyonu. Sosyalist adalar ya da planlama adaları yaratmak. Ama bu toplumun arkasından toplum adına iş çevirme girişimiydi ve olaylar kapitalizm okyanusunda cereyan ediyordu. Ve bu örnek ile ya da karma ekonomi örnekleri ile birlikte görüldüğü gibi, kapitalizm kaçınılmaz olarak bu sosyalizm adalarını fethediyor, işbirliği ve müşterekler fikriyatını ortadan kaldırıyordu.
Diğer bir deyişle, bilinçli bir siyasal mücadele olmadan kapitalizmin kendiliğinden ortadan kalkması mümkün değil.
Kesinlikle. Bu yeni bir tür reformizm. Bu yöntemleri kullanırsan kapitalist sınıfla yüzleşmek zorunda kalmıyorsun. Mücadele tabandaki işbirliği ve güçlü müşterek örnekleri sayesinde sözde kendiliğinden kazanılıyor. Çok çocukça bir kavrayış!
Örneğin bu dayanışmacı ekonomi projeleriyle İsrail’in kapitalist egemen sınıflarını ve onların yüksek teknoloji kullanan devasa ordularını yenebileceğini düşünmek son derece absürd!
Paul Mason Yunanistan’da ve diğer ülkelerde solun eski moda olduğunu düşünüyor. Ona göre sol 20 inci yüzyıla ait, modası geçmiş bir fikir olan işçi sınıfının toplumu yukarıdan aşağıya doğru toplumsal ve ekonomik olarak dönüştürmek için iktidarı alması gerektiği fikrine sağlanıp kalmış. Biz buna inanmıyoruz. Biz merkezi ekonomik planın demokratik olması gerektiğine ve aşağıdan yukarıya doğru denetime, yerel demokratik planlamaya, karar almaya inanıyoruz.
İronik olan şu ki, kapitalizmin en iyi beyinleri kapitalizmi en temelinden sarsacak bazı sorular soruyorlar, ona alternatif üretilmesini gerektirecek sorular soruyorlar ama açık alternatif bir ekonomik sistem önermiyorlar. Engels “istilacı sosyalist toplum” kavramını öne sürerken haklıydı. Yeni bir toplum için maddi temel var, ama bu dönüşümü gerçekleştirmek için kapitalist sınıfı alt etmek gerekiyor. Bunu yapmanın tek yolu ise sosyalist bir devrim, sanayi proletaryasını, ya da ondan geriye ne kaldıysa onu, yüksek derecede güvencesiz işlerde çalışan prekaryayı da içeren yeni yarı proleter ve proleter katmanları harekete geçirmek.
Şu anda hizmet sektöründe ve yüksek teknolojili sanayide yeni bir proletarya var. Beyaz yakalı bir proletaryadan ve yarı proleter katmanlardan söz etmek mümkün. Bunların bazıları ortalama ücretin altında kazanıyor. Bu yeni katmanların gelişmesinin sosyalist mücadele açısından engelleyici bir faktör olmadığını belirtmek önem taşıyor. Dünyanın yüksek teknoloji başkentlerinden Seattle’de yüz yıl sonra ilk kez bir sosyalist belediye meclis üyesinin seçilmiş olması iyi bir örnek.
İşçi sınıfının bu yeni katmanları bu çağın sınıf mücadelesinin baskısı altındalar ve olmaya devam edecekler: Sendikalara katılmak, grev örgütlemek gibi işçi sınıfı yöntemlerini kullanıyorlar ve kullanacaklar.
Dolayısıyla sendikal mücadele de canlanacak mı?
Evet, sendikalar canlanacak. Sadece işçi sınıfı içinde değil, örneğin Amerika’da düşük ücretle güvencesiz işlerde çalışan orta sınıf katmanları içinde de… Onların kızları ve oğulları hiçbir zaman onların sahip olduğu yaşam standartlarına sahip olamayacak. Çok belirleyici hareketler olacak ve çok farklı katmanlarda sendikalar üye kazanacak, yeniden gelişecek.
Ama aynı zamanda daha uzun vadede sanayi proletaryasının zayıflaması sadece işçi sınıfına değil, küçük burjuvaziden gelen insanlara ve hatta burjuvaziden gelenlere hitap etme meselesini de beraberinde getiriyor. Burjuvazinin olan bitenin farkında olan oğulları ve kızları da bir alternatif arayışı içindeler. Çoğunluğu oluşturmamalarına karşın, bu katmanların belirli kesimleri teknolojiyi emrine almış yeni bir toplum perspektifine kazanılabilir.
Bu nedenle bizim mücadelemizin çok önemli bir bölümü üniversitelerdeki öğrencilere ulaşmaksa, onun kadar önemli olan bir diğer şey, sol entelektüellere, bilim insanlarına ve fütürolojistlere ulaşmaktır. Bu bakış açısına kazanılacak insanlar, özellikle içinden geçtiğimiz süreçte işçi sınıfı mücadelesi için kritik bir rol oynayabilirler. Occupy (ABD) ya da Indignados (İspanya) gibi özellikler taşıyan hareketler işçi sınıfı mücadelesinde de ön açıcıdır.
Son onyıllardır sınıf bilinci ve sosyalist bilinçte kitlesel bir geri çekilme olmasına karşın, Çin’de ve diğer sanayisizleştirilmiş ülkelerde işçi sınıfının tarih tarafından kitlesel bir siyasi mücadeleye zorlanacağını düşünüyor musunuz? İşçi sınıfı militan ve giderek devrimci partiler kurabilir mi?
Evet, ben bunun hala doğru bir perspektif olduğunu düşünüyorum.
Paul Mason eğilim olarak, Stalinizmin çöküşünden sonra neler olduğunu hala doğru bir biçimde kavramış değil. Basitçe solun parçalandığını ve geri çekildiğini düşünüyor. Ama neden? Neden diye sormanız gerekiyor.
Bilincin geri çekilişi gökten inen zembille olmadı. Bürokrasi ve totaliter rejime rağmen uluslararası işçi sınıfı için referans noktası olan planlı ekonominin çöküşü, kapitalistler tarafından işçi sınıfına saldırıyı kolaylaştırmak için kullanıldı. Eski işçi sınıfı partileri tamamen neoliberal mantığa adapte oldular ve kapitalizmden daha iyi bir şeyin olamayacağı propagandası yapan liderleriyle birlikte sağcılaştılar.
Devrim tarihin lokomotifidir. Karşı devrim, hatta ideolojik karşı devrim bile bilinci geriye atar, çok büyük bir kırılma yaratır. Ama bu kapitalizmin 1930’lardan sonra ikinci kez küresel olarak çok büyük bir çözülme ile karşı karşıya olduğu gerçeğini değiştiremez.
Son yıllarda dünya çapında bir durgunlukla karşı karşıyayız. Durgunluğun etkisi henüz kapitalizmi tamamen yok etmeye yetmedi, kapitalist ekonomistler de yeni bir krizin ufukta belirdiğini söylüyorlar. Çok daha kötü bir ekonomik durumda yakalayan bu yeni krizin etkileri de çok daha derin olacak.
Dünyanın pek çok yerinde işçi sınıfı ve orta sınıf katmanları son yıllarda çalışma ve yaşama koşullarının ağırlaşmasını tecrübe ediyorlar. Siyasi bir maya ve kabarma oluşmaya başladı. Pek çok ülkede kapitalist partilerin açık bir reddi ve alternatif arayışları var.
Tüm bu arka plan dahilinde, solda da yeni siyasi formasyonların oluşumu ile karşı karşıyayız. Syriza Yunanistan’da birkaç yıl önceye kadar marjinal bir güçtü ama toplum onun kemer sıkma politikalarına karşı bir alternatif olduğunu düşündüğü için kitlesel bir destek buldular ve iktidara geldiler.
Aynı şeyi, kapitalist çerçeve içinde ABD’de neoliberal Demokrat Parti ve İngiltere’de İşçi Partisi’nde de gözlemliyoruz. İşçi sınıfı lehine sınırlı olarak kullandıkları retorik bile Sanders ve Corbyn’e belirli bir popülarite kazandırmaya yetiyor. Güney Afrika’da ANC egemenliği tarafından dayatılan kapitalist sefaletten çıkış yolu arayan işçi sınıfı kitleleri, popülist EEF’yi solun etki alanına sokmayı başardı.
Son yıllarda buna benzer birkaç deneyim daha yaşadık. Farklı siyasi güçlerin siyasi zayıflıklarının aynı zamanda değişime susamış ve siyasi alternatif arayan kitlelerdeki somut potansiyellere işaret ettiğini gördük. Bu süreç büyük toplumsal hareketlerin etkisi altında hızlanacak. Ancak sadece sosyalist bir programla net çözümler ve net alternatifler üretilebileceğini de gördük. Bu nedenle, sosyalistlerin örgütlenme ve siyasal netleşme sürecinde yol göstericilik gibi önemli bir görevi var. Önümüzdeki yıllarda yeni kitlesel sosyalist partilere giden yol, yeniden açılacak.
Teknolojik gelişmelere geri dönecek olursak, Stephan Hawking yakın zamanlarda potansiyel düzeyde son derece gelişmiş olan Yapay Zeka’nın yarattığı varoluşsal tehlike hakkında uyarıda bulunmuştu. Buna katılır mısınız?
Böyle bir tehlike mevcut. Genel olarak teknoloji iki şekilde kullanılır. İnsanlık için yeni olanakların önünü açabilir ya da bir kâbusa dönüşebilir. Son zamanlarda, örneğin otonom robot katillerden, her iki tarafından da katil-robotlara sahip oldukları savaşlardan, savaşların bu robotların çatışmasından oluşmasından ve hangi tarafın robotları galip gelirse savaşı o tarafın kazanmasından bahsediyorlar. Bu, hastalıklı, kriz güdümlü kapitalizm bağlamında geliştirilen teknolojinin grotesk bir imgesi. Üretici güçler bir yandan özel mülkiyet diğer yandan da ulus-devlet tarafından boğazlanmaktan kurtardığımızda farklı teknolojiler yeni ve daha iyi bir toplum için çok iyi araçlar da olabilirler. Stephan Hawking elbette dizginlenmemiş teknolojinin yanlış ellerde, yönetici sınıfların bazı kesimlerinin ellerinde, toplum tarafından denetlenmeden, örneğin, diktatörlük rejimlerinde son derece tehlikeli olabileceği konusunda haklı.
Fakat bundan ayrı olarak, Hawking başka bir noktaya büyüteç altına alıyor.
Teknolojik tekilliğin önümüzdeki on yıllarda, bazı öngörülere göre 30 yıl içinde oluşabileceği görüşüne katılıyor. Kendi kendini geliştiren makineler, insanlardan daha akıllı olacak ve muhtemelen insanlığı yok ederek onun yerine geçebilecek.
Böyle bir tehlike var. Belki size bunun bir zamanlamasını veremem, muhtemelen o zamanlar yaşamıyor olacağım. Bu sorunun sonuçlarıyla uğraşmak zorunda kalmayacağım. Fakat aynı zamanda gelecek kuşaklar da bizden daha akıllı olacaklar. Temmuz başlarında Financial Times’da dünyanın ve diğer galaksilerin insanlık-sonrası geleceğine dair varsayımların yer aldığı bir makale yayınlandı. (“Neşelenin, insanlık-sonrası dönem doğuyor”, Martin Rees, 10 Temmuz). Diğer bir değişle, bizim geliştirdiğimiz, biyosferin bir parçası olan ve yeryüzü ve gökyüzü arasında 22 kilometrelik bir kuşakta yaşayabilen yumuşak ıslak beyinlerin robot bilimdeki gelişmelerle muhtemelen eşleri üretilecek ve hatta onlarla yer değiştirecek. Bu bize fantastik görünebilir, çünkü milyonlarca yıl içinde gelişmiş bir türüz. Gelecek akıllı robotlar (ya da insan benzeri androidler), en azından bir süreliğine, durumları bizim terimlerimizle kavramalarını sağlayacak bizim sahip olduğumuz duyarlılıklara sahip olmayacaklar. Örneğin, bir binadan bir teröristi almak için bir robot kullanıyorsunuz diyelim, bu robot mantık kullanmak zorunda ve teröristin üçüncü katta olduğunu görüyor, tek taraflı bir formel mantık bu robotu tek yolun binayı havaya uçurmak, dolayısıyla içindeki herkesi öldürmek olduğu sonucuna götürebilir. Bu robotların ilkel düşünce süreçleri olabilir. Kimin daha akıllı olacağı gelecek kuşakların sorunu olacak. Bizim görevimiz ise kapitalizmi yenmek, sosyalizmin ilk günlerini, kapitalizmden sosyalizme demokratik işçi devleti aracılığıyla geçişi kurmak ve sosyalizmi şu an dünyanın her hangi bir yerinde olandan daha ileri bir teknik düzeyde başlatmaktır. Sonrasında kapitalizmin kalıntıları ve uyumlu bir planlı ekonomi geliştirmek gibi sorunlarımız olacak. Geleceğin sosyalist toplumunun tam olarak neye benzeyeceğini şimdiden tarif edemeyiz. Gerekli uyarılarda bulunabiliriz, ama aynı zamanda insanlığın bir yolunu bulacağı konusunda iyimser olabiliriz.
Sosyalist bir dönüşüm teknolojik riskleri hangi yollarla kontrol altında tutabilir?
Gözetleyenleri kim gözetleyecek? Bilim insanlarını kim denetleyecek? İnsanlık bu soruları tüm teorik okulları kapsayacak şekilde demokratik tartışma ve münazaralarla çözmek zorunda kalacaktır. Sınıflar yok olacak, sınıf mücadelesi ortadan kalkacak ama bu demek değil ki yan gelip yatan, günleri tüketen bir zevk ve sefa toplumu olacak. Nasıl bir gelecek toplumun gerekli olduğu konusu dâhil fikirler üzerinde yoğun münazaralar ve mücadeleler olacak. Robotlar bizden daha mı akıllı olacak? Mantıksal bir bakış açısından bu soruya hayır demenin bir sebebi yok. Bizimle aynı duyarlılığa ve duygulara mı sahip olacaklar? Bu olasılığı göz ardı etmiyorum, ama asıl sorun robotlar bu durumda insanlıkla bir çatışma içinde mi olacak yoksa onlarla işbirliği yapabilecek miyiz? Robot kelimesi köken olarak köle ile aynı anlama gelen bir kelimeden geliyor (Çekçe’de “robota, köle-emeği, ağır iş’den geliyor) Yani kölelerimiz isyan edecek mi? Yeni bir Spartaküs olacak mı? İnsanlığı yıkacak yeni bir kölelik isyanı ortaya çıkacak mı ya da bu makinelerle birlikte gelişip, uyumlu bir ilişki içinde gezegenler mi fethedeceğiz?
[contact-form][contact-field label=’İsim’ type=’name’ required=’1’/][contact-field label=’E-Posta’ type=’email’ required=’1’/][contact-field label=’Web Sitesi’ type=’url’/][contact-field label=’Yorum’ type=’textarea’ required=’1’/][/contact-form]