Nihat HALEPLİ, 16 Kasım 2021
Erdoğan rejiminin yıkılmakta olduğu her geçen gün daha belirginleşirken, rejim buna karşı çeşitli çareler arayışında. Erdoğan, bir süre önce Suriye’de iki askerin ölümünün ardından verdiği mesajla Suriye’nin Kuzeyinde Rojava Bölgesi’ne yeni bir askeri harekatla yapacağı sinyali verdi. Belli ki Suriye’de kendince elde edeceği bir “zafer”in rejimin ömrünü uzatacağını umuyor. Ancak bunun için Rusya ve ABD’nin onayı gerekli.
Suriye iç savaşında Türkiye’nin yeri
Türkiye, Suriye savaşının en başından itibaren Suriye savaşının bir parçası oldu. Suriye’deki belirleyici politikası ilk başta Suriye’deki cihatçı gruplar üzerinden Suriye rejiminin devrilmesi ve bölgede emperyalist bir güç olmaktı. 2012 yılında Kürtlerin yaşadığı bölge olan Suriye’nin kuzeyinde kontrolü ele geçirip özerk bir yönetim inşa etmelerinin ardından, bunu engellemek Türkiye’nin önemli öncelikleri arasına yerleşti. Özellikle son yıllarda ülke içinde kötüleşen ekonomi ve işçi sınıfının yoksullaşması; demokratik hakların ortadan kaldırılması ve artan baskılarla birlikte rejime olana desteğin erimeye başlamasıyla Suriye politikası, milliyetçiliği körüklemek ve içerdeki sorunlardan dikkat dağıtmak için de kullanılan bir faktör olarak öne çıktı.
Rojava
Rojava en batıda Efrin, ortada Kobane ve en doğuda Irak ile sınır olan Jezire kantonu olmak üzere birbirinden kopuk üç kantondan oluşuyor. İlk başlarda bu kantonlar arasındaki bölgeler İslam Devleti (İD)’nin kontrolü altındaydı. Kobane özellikle İD’nin kuşatması ve uzunca süren mücadeleler sonunda püskürtülmesi ile dünya gündemine oturmuştu. Bu, İD’nin ve dolayısıyla Erdoğan rejiminin Suriye’deki emperyalist hedeflerinin sonunun başlangıcı olmuştu aynı zamanda. ABD’nin Suriye’ye direk müdahil olması da Kobane savaşıyla birlikte olmuştu.
İD’nin yenilmeye başlamasıyla Türkiye Kobane ve Efrin kantonlarının birleşmesinin önüne geçmek için hızlı davranarak ID’den boşalan o bölgeye (Cerablus) girmişti. 2018 yılında Efrin’i işgal ettikten sonra da 2019 yılında da Koban ile Jezire Kantonu arasındaki bölgeye (Tel Abyad) yerleşti.
Suriye rejiminin hamisi olan Rusya tüm bu işgallere onay verirken karşılığında Türkiye üzerinden cihatçı gruplardan tavizler kopardı. Bu şekilde başta Halep olmak üzere Suriye’nin çeşitli bölgelerinde kontrolü elinde bulunduran cihatçıların adım adım bir bölgede sıkışması sağlandı. Cihatçı gruplar şu an esas olarak Suriye’nin kuzey batısında, Suriye’yi en batıdan en doğuya Irak sınırına kadar kesen stratejik önemde olan M4 karayolunun üst kısmında bulunan İdlip’te yığılmış durumdalar ve bunların dış dünya ile olan bağlantısını Türkiye sağlıyor ve çeşitli gözlem noktalarıyla buradaki cihatçı gruplara kalkanlık yapıyor. Sadece Suriye’nin bu kuzey batı bölgesinde Türkiye’nin asker sayısının 15 bin olduğu söyleniyor.
Şimdiki muhtemel hedefler
Bu seferki askeri harekatın muhtemel hedeflerinin Ayn İsa, Menbic, Tell Temir, Tell Rıfat veya Kobane olabileceği söyleniyor. Erdogan böyle bir harekata yeşil ışık vermeleri için Biden ve Putin’le görüşmeler yaptı. Her iki görüşmede de bu seferliğine istediği izini koparamadığı söylense de durum henüz belirsiz. Özellikle de Putin ile pazarlığın Kobane üzerinde olduğu iddia ediliyor. Buna göre diğer tüm bölgelerin Suriye rejimi ve dolayısıyla Rusya için kritik stratejik öneme sahip olmasından dolayı, Putin’inin, İdlip’in güneyindeki M4 karayolunun rejim güçlerinin kontrolüne geçmesini sağlaması karşısında Türkiye’ye Kobane için yeşil ışık yakabileceği söyleniyor. Bunun yanında Putin’in ayrıca ABD’nin karşı olduğu bir harekata yeşil ışık yakarak diğer NATO içinde halihazırda olan çatlağı provoke etmek istediği iddialar arasında. Türkiye’nin Rusya’dan S400 roketlerini alması ve Türkiye’nin parçası olduğu F35 savaş uçakları projesinden çıkarılması gibi nedenlerden dolayı halihazırda iki NATO devleti arasında sorunlar zaten devam ediyor.
Erdoğan için bir “zafer” gerekli
Her ne kadar Erdoğan rejimi Suriye’deki cihatçı güçlerden Azerbaycan, Libya vb. yerlerde kullandığı bir paramiliter güç oluşturmuş ve mülteciler üzerinden AB devletlerinden tavizler koparıyor olabilse de rejimin Suriye’deki emperyalist emelleri iflas etmiş durumdadır. Suriye rejiminin İdlip’i temizlemesi durumunda oradaki cihatçı grupların Türkiye’ye doluşup doluşmayacağı bugün Türkiye kamuoyunu en çok meşgul eden başka bir sorudur. Özellikle göçmen (şantaj) politikasının sonucu olarak, halihazırda göçmen karşıtlığı ve ırkçılık oldukça yaygın hale gelmiş durumda.
Şuan hayat pahalılığı işçi sınıfının hayatını belirleyen en belirgin faktör. Türk lirasının durmayan değer kaybının sonucunda elektrik, doğalgaz gibi kritik ihtiyaçlara üst üste gelen zamlar ve özellikle de gıda fiyatlarındaki artışlar işçi sınıfının geniş kesimlerinin hayat standardının gözle görülür bir biçimde kötüleştiriyor. Yolsuzluk, yoksulluk ve yasaklarla özdeşleşen rejime destek her geçen gün daha da küçülürken öfke de büyüyor.
Suriye’ye yapılan bundan önceki operasyonlarındaki anti-Kürt politikalarının baskın olduğu nedenlerin aksine, bu seferki niyetin daha çok içeriye yönelik olduğu çok belli. Öncelikle rejim bu harekatla birlikte oluşacak milliyetçi hava ve demagoji ile kitlelerin sosyal sorunlarının arka plan atılacağını bekliyor. Ayrıca milliyetçilik konusunda AKP/MHP koalisyonu ile yarışa girmesiyle Kürt oylarının muhalefet partilerine kaymayacağını de hesaplıyor -son yerel seçimlerde AKP büyük şehirlerdeki önemli yenilgisini Kürt oylarının muhalefet adaylarına gitmesiyle yaşadığıyla birlikte düşünüldüğünde… En önemlisi de tabii ki Suriye’de elde edilecek bir “zafer” ile “teröre darbe vurduk” demagojisiyle kaybettiği desteği yeniden kazanmayı umut ediyor.
Fakat nafile. Erdoğan rejiminin çatırdamakta olduğu ve yıkılmasının neredeyse kesin olduğu artık aleni olarak görüldüğü bir atmosferde Suriye’ye yapılan bu askeri yığınağın Erdoğan’ın rejiminin, ömrünü uzatmak için çare umduğu çırpınışlarından biri olduğu herkes tarafından görülüyor. Böyle bir askeri müdahale ilk birkaç gün işçi sınıfının dikkatin dağıtacaktır belki ama kısa süre de bu etki dağılacak ve işçi sınıfı tekrar kendi gündemine geri dönecektir: İşsizlik, enflasyon, düşük ücretler yani sömürü ve sosyal adaletsizlik… Üstelik böyle bir harekatın sonuçları işçi sınıfının hali hazırdaki bu sorunlarını katlayacağı da diğer bir gerçeklik.
Sonuç olarak Erdoğan rejiminin böyle bir harekâtı her şeye rağmen başlatıp başlatmayacağı henüz netlik kazanmamış olsa da artık bu ve buna benzer manevraların Erdoğan rejiminin tarihin çöplüğüne atılmasının önüne geçemeyeceği ise kesindir.