7 Haziran seçimlerinde büyük bir yenilgi alan Erdoğan, Kürt halkına savaş açtı. Bu savaş Erdoğan ve AKP’nin tek başına iktidar olmak için devreye soktukları B planıdır. Bunu ancak Türk ve Kürt işçi sınıfı ve gençleri birlikte durdurabilir. Fakat PKK’nin eylemleri bunu her geçen gün daha da güçleştiriyor.
Hemen herkes Erdoğan’ın 7 Haziran’da yapılan genel seçimler öncesinde bahsettiği B planının devrede olduğunu biliyor. Erdoğan ortaya çıkan kaotik durumdan yararlanarak seçim yenilgisini 1 Kasım’da yenilenecek olan seçimlerde telafi etmek istiyor.
Erdoğan ilk önce çeşitli hamlelerle AKP’nin diğer burjuva partileriyle koalisyon kurmasının önüne geçerek seçimlerin tekrar edilmesi sağlandı. Paralel olarak PKK’ye karşı askeri ve siyasi operasyonları başlatarak Kürt illerinde 100’ün üzerinde bölgeyi “özel güvenlik bölgesi” ilan etti. Varto, Yüksekova, Cizre vb. birçok kentte defalarca sokağa çıkma yasağı uyguladı ve uyguluyor. Bir buçuk ayda 150’den fazla asker, polis, gerilla ve sivil hayatını kaybetti. Binlerce insan gözaltına alındı, yüzlercesi tutuklandı. Halen köyler boşaltılmaya çalışılıyor. Uçakların bombalamaları sonucu çıkan orman yangınlarına müdahale edilmiyor. Kentlerde Suriye benzeri sokak çatışmaları yaşanıyor.
Kurulamayan hükümet, Batı’ya gelen hayatını çatışmalarda kaybeden askerlerin cenazeleri, korku ve iç savaş endişesi içindeki kitlelere Erdoğan’ın destekçileri “bakın işte başkanlık sistemi olsaydı bütün bunları yaşamazdık” diyorlar. AKP ve Erdoğan çatışmalarda ve PKK’nin saldırıları sonucunda ölen güvenlik kuvvetleri mensuplarının cenazelerinde milliyetçi söylemler üzerinden kendine destek toplarken, diğer taraftan da HDP’yi bunlar üzerinden itibarsızlaştırarak yenilenecek seçimlerde barajın altında kalmasını hedefliyor.
İki yıllık çatışmasızlık ve görüşme sürecinin ardından AKP ve Erdoğan PKK ile 2013 yılında başlattığı görüşme sürecini Mart ayında keskin bir dönüşle sonlandırdı. Görüşmeler, 28 Şubat’ta Dolmabahçe Sarayı’nda hükümet yetkilileri ve Abdullah Öcalan’la görüşme heyetinin bir araya gelip bir yol haritası üzerinde anlaşmaya vardıklarını açıkladıkları en üst aşamasında kesildi. Erdoğan bu toplantıdan çok kısa bir zaman sonra aniden Türkiye’de Kürt sorununun kalmadığını iddia etmişti. Bu ani kesintinin nedeninin, o zamana kadar AKP’ye oy veren Kürt seçmenin ona sırtını çevirdiği ve oyların HDP’ye kaymaya başladığını gösteren, Erdoğan’ın eline gelen anket sonuçları olduğu biliniyor.
AKP on iki yıllık iktidarı süresince Kürt sorununda “barışçıl” bir çözümü gerçekte sadece seçimlerde kritik eşiği geçmek için kullandı. Erdoğan Kürtlerin demokratik hak taleplerine her seferinde bir takım ufak ödünler vererek kritik eşikleri atlıyordu. 7 Haziran’da yapılan genel seçimler ise Erdoğan’ın tek başına hâkimiyetini güvenceye alacak anayasal değişiklikle başkanlık sistemine geçiş stratejisini hayata geçirmek için aşılması gereken hemen hemen son eşikti. Fakat özellikle son üç yılda AKP’nin yolsuz, baskıcı ve antidemokratik iktidarına karşı gelişen muhalefet onun yolunu kesti. AKP Kürt illerinde oy alabilen HDP’den sonra ikinci partidir. Bu onun on üç yıl iktidarını sürdürebilmesinde önemli bir faktördü. Ama AKP’nin özellikle Rojava’ya karşı takındığı Anti-Kürt politikaları maskesinin düşmesine yol açtı ve destek gördüğü Kürtlerin AKP’yle ilgili illüzyonlarını dağıttı.
20 Temmuz’da bir IŞİD militanı tarafından Suruç’ta 33 gencin ölmesine yol açan katliam Erdoğan’ın bahsettiği “B Planı”nın başlangıcı oldu. Katliam bir IŞİD militanı tarafından gerçekleştirilse de IŞİD bunu üstlenmedi. Daha sonra yaşanılan gelişmeler ise bu katliamın da “B planının” bir parçası olduğu şüphelerini yaratıyor. Seçimden sonra kurulan geçici AKP hükümeti katliamdan dört gün sonra PKK, DHKP/C ve IŞİD’e karşı büyük bir polis operasyonu başlattı. Yüzlerce kişi gözaltına alındı. Hükümet Türkiye’nin büyük bir terör saldırısı altında karşı karşıya olduğunu ve ona karşı büyük bir hamle gerçekleştirdiği algısını ustaca yarattı. Fakat IŞİD’e karşı bir iki göstermelik hava saldırısının ardından tüm bombardıman sadece PKK’nin bulunduğu alanlara yöneldi.
PKK’nin Saldırıları İşçi Sınıfını Milliyetçilerin Kucağına İtiyor
Suruç katliamından iki gün sonra Kobane’nin karşısında bulunan Ceylanpınar ilçesinde iki polis yataklarında öldürülmüş bulundular. PKK bu eylemi önce üstlendi. Daha sonra reddetse de bir faydası olmadı. Ardından, daha çok IŞİD ve El Kaide gibi İslamcı terör örgütlerinden bildiğimiz bomba yüklü araçlarla intihar eylemleri düzenlemesi, PKK’nin IŞİD’den kopyaladığı eylem tarzlarına yöneldiği yorumlarına yol açtı. Şimdi ölüm haberinin olmadığı bir gün geçmiyor. Medya Kürt illerinde olup bitenleri tek taraflı ve sınırlı bir şekilde veriyor. TV kanalları hayatını kaybeden asker ve polis cenazelerini saatlerce canlı yayınlayarak insanların duygularını istismar ediyor. Örneğin, sivil ölümlerinden bahsederken kimler tarafından öldürüldüğüne özellikle değinilmemesi Batı illerinde ölümlerin sadece PKK tarafından kaynaklandığı gibi tek taraflı bir algı oluşuyor. Bu da PKK’ye olan öfkenin büyümesine ve genel olarak Kürtlere yönelmesine yol açmış durumda.
Son zamanlarda asker ve polis cenazelerinde AKP’ye karşı da öfke büyüyor. Fakat bu öfkeyi Kürtlere karşı savaşmayı savunan milliyetçiler kullanmakta. Milliyetçiler bu öfkeyi AKP’nin masayı devirmesine karşı değil, Kürtlere ödünler verildiği yönüne çeviriyorlar. Artık herkes bir iç savaş tehlikesini yüksek sesle dillendiriyor.
İç savaşla, Türk ve Kürt işçi sınıfının ve yoksulların eski Yugoslavya’da olduğu gibi birbirilerini karşılıklı boğazlaması kastediliyor kuşkusuz. Bunu sadece işçi sınıfının birliği önleyebilir. Fakat PKK’nin seçtiği mücadele yöntemleri bunun altını oyuyor. Her ne kadar PKK son zamanlarda, bu yönden saldırıların olmaması gerektiği açıklamaları yapsa da, kitleler nezdinde inandırıcı olamıyor.
Devlet tarafından sürdürülen saldırıyı önlemenin en iyi yolu her iki tarafın da katıldığı birleşik, kitlesel bir hareket inşa etmekten geçer. Böyle bir mücadeleyi savunmakta başarısız olunursa ve hedef gözetilerek yapılan cinayetler devam ederse PKK’nın Türk işçi sınıfına ve yoksullara yaptığı “zorunlu askerliğe gitmeyin” çağrısı da sadece bir kulaktan girip diğerinden çıkacaktır. Bu yüzden PKK mücadele yöntemlerinde titizlik göstermemesinden dolayı özeleştiri vererek, kendini koruma dışında tüm saldırıları derhal durdurmalıdır.
Sosyalist Alternatif Kürtlerin demokratik taleplerini koşulsuz desteklemektedir. Buna ayrılma hakkı da dahildir. İster ayrılmayı tercih etsinler isterse de birlikte yaşamayı Kürtlerin özgürlük mücadelesinin tek müttefiki Türkiye işçi sınıfıdır. Bu ittifakın da bir tek yolu vardır, o da işçi sınıfını buna “ikna” etmektir. İki yıllık çatışmasızlık bu ittifakın gelişmesinin önünü açtı. Gezi hareketi bunun bir örneği, HDP’nin sansasyonel seçim zaferi ise bir diğeridir. Şimdi yapılması gereken mücadeleyi bunun üzerine inşa etmektir. “Zengin olan asker de olmaz, şehit de olmaz” cümlesi hayatını kaybeden bir askerin annesini teselli eden başka bir asker tarafından söylendi. Bu sınıfsal yaklaşım içgüdüsel de olsa toplumun geniş kesimlerinde var. Yapılması gereken buradan kavrayarak Kürt özgürlük mücadelesini Türkiye işçi sınıfının mücadelesiyle birleştirmek olmalıdır. Türkiye’de bunun sağlanması tüm Ortadoğu karanlığından çıkış için bir ışık olabilir.
Bunun İçin:
- Sarayın savaşına hayır, tüm askeri operasyonlar derhal durdurulsun!
- PKK saldırılara derhal son versin!
- Savaşa karşı, demokratik taleplerle işçi sınıfının sosyal taleplerinin birleştirildiği tabandan bir barış hareketinin inşası için bir eylem planı oluşturalım!
- 1 Kasım’daki seçimlerde AKP’yi durdurmak için HDP etrafında sol güçlerle sınıf hareketinin geniş kesimlerini içine alan bir seçim birliği oluşturalım!
- Rojava’da Türkiye-ABD emperyalist tampon bölgesi oluşturulmasına hayır!
- Türkiye’nin cihatçı gruplara desteğine son!
- Cihatçı teröre ve AKP hükümetine karşı Türk ve Kürt işçi sınıfının birlikte mücadelesi!
- Baskıya ve kapitalizme karşı, gönüllülük temeli üzerinde sosyalist bir Ortadoğu konfederasyonu için mücadele.