Savaş, terör ve sömürünün panzehri Türk ve Kürt işçi sınıfının birliği
Bir ay içerisinde Ankara’nın merkezinde yapılan iki terör saldırısı sadece masum insanların canını almakla kalmadı, aynı zamanda Kürt halkının haklı özgürlük talebini ve Erdoğan rejimine karşı meşru mücadeleyi de itibarsızlaştırarak rejimin ekmeğine yağ sürmüş oldu. Şengal’de, Kobanê’de, 10 Ekim’de Ankara’da Kürtlere, işçi sınıfı hareketine ve sosyalistlere karşı cani cihatçı IŞİD örgütünün yaptığı saldırılardan yöntem ve sonuçları itibariyle hiç farkı bulunmayan bu eylemler özgür ve güzel bir dünya için yola çıkanların yöntemi olamaz. Sosyalist Alternatif, gerekçesi ne olursa olsun Kürt halkının ve işçi sınıfının haklı mücadelesini itibarsızlaştırıp egemenlerin ekmeğine yağ süren her türlü eylem ve yöntemlerle arasına net olarak mesafe koymaktadır; en başta da terörizmle.
Türkiye’nin en büyük iki şehrinin merkezinde bir hafta içerisinde iki terörist saldırı meydana geldi. Ankara ve İstanbul’da birini TAK’ın üstlendiği, diğerinin de bir IŞİD’linin yaptığı kesinleşen saldırılarda, saldırıyı düzenleyenlerle birlikte 42 kişi öldü.
Doğrudan sivilleri hedef alan iki terör saldırısı herkeste panik, korku ve endişeye yol açarken iktidarını koruma hesapları yapanlar bizi bunun “kader” olduğuna inandırmaya çalışıyorlar. Erdoğan ve Davutoğlu Ocak ayında yapılan saldırıyı PYD’ye yükleyip Rojava/Suriye’ye askeri olarak müdahale etme bahanesi olarak kullanmak istemişlerdi, bu son saldırıyı da tüm kendilerine muhalif olanları terörist olarak damgalayıp bastırmak için kullanmak istiyorlar. Buna göre “terör” tanımını kendilerince “genişletip” Erdoğan’dan taraf olmayan herkesi terörist kapsamına alacaklar. Daha şimdiden “silahlı olmayan terörist” diye bir kavram uydurup kullanmaya başladılar bile.
Her seferinde Batılı devletlere karşı meydan okuma havasında “ey” diye cümle kuran Erdoğan aslında onları taklit etmektedir. Nasıl ki ABD, Fransa vb. emperyalist devletler ülkede yapılan saldırıları işçi sınıfının hak taleplerine karşı demokratik hakları törpüleyip, güvenlikçi polis devletleri inşa etmek için fırsata çevirmeye çalışıyorlarsa Erdoğan ve AKP hükümeti de aynı yöntemi uygulama çabasındalar. Son saldırıların kitlelerde yarattığı panik, korku ve endişeyi “kontrollü” olarak körükleyip kendi politik amaçlarına uygun yasalar çıkarma hesabı yapmaktadırlar.
Erdoğan ve hükümetin çıkaracağı yeni yasalar ve uygulamalar Türk ve Kürt işçi sınıfının her türlü hak talebini baskıyla bastırmak için tasarlanıyor. Bunlar Kürtlerin demokratik hak taleplerinin yanı sıra yolsuzluğa, işsizliğe, pahalılığa, Artvin Cerrattepe direnişinde olduğu gibi doğasına sahip çıkan herkese karşı kullanılacak baskı araçlarıdır. Bu yasalar Bursa’da haklı talepleri için mücadele eden metal işçisine karşı ve önümüzdeki günlerde ortaya çıkacak olan grevleri bastırmak için kullanılacaktır.
Yaşanılanların sorumlusu Erdoğan ve AKP hükümetidir
Şu anda tüm yaşadıklarımız sorumlusu Kürt sorununu bir “iç savaş” haline dönüştüren, Suriye’de neo-Osmanlıcı emperyalist hayallerle cihatçı gruplara destek veren Erdoğan ve onun destekçisi AKP hükümetidir.
Hiçbir terör saldırısı devletin katliamlarını örtemez. Kürtler 2015 Temmuz ayından bu yana büyük bir trajedi içinde bulunuyorlar. Çözüm sürecini bitiren Erdoğan her türlü teknolojik silahla donatılmış tüm ordu ve polisi önüne katmış şekilde “terörle mücadele” adı altında Kürtlere karşı kural tanımayan büyük bir savaş yürütüyor. Özellikle de Cizre’de yaklaşık 3 ay süren sokağa çıkma yasaklarının ardından ortaya çıkan manzara ancak Halep’te veya IŞİD kuşatmasıyla harap olan Kobanê’de görülebilecek türden. En son Cizre’de üç binanın bodrum katında mahsur kalan çoğunluğu sivil ve yaralı yaklaşık 200 insan tüm Türkiye’nin gözünün önünde katledilmiştir. Kürtlere karşı bu katliamları kanıksamak Ankara’da, İstanbul’da terörü kanıksayıp ses çıkarmamaktan farklı değildir.
Erdoğan ve AKP Suriye’de neo-Osmanlı yayılmacı hayaller ve orada yaşayan Kürtlerin kaderlerini kendilerinin belirlemesi ihtimalinin yarattığı kabustan dolayı cani cihatçı örgütlere her türlü desteği vermekten çekinmemiştir. Bunun sonucu olarak Türkiye cihatçıların arka bahçesi haline gelmiş durumda. Bu cihatçılar şimdiye kadar Kürtlere, emek hareketine, sosyalistlere ve Müslüman olmayan yabancı turistlere saldırılar düzenledi. Temmuz ayında Suruç’ta 33 sosyalist genç, Ankara Garı önünde “Barış, Demokrasi ve Emek” mitinginde 102 insan bu canilerin saldırıları sonucu öldürüldü. Ocak ayında İstanbul Sultanahmet’te ve en son 19 Mart’ta İstiklal Caddesi’nde toplam 16 turistin hayatını kaybettiği saldırılar yaşandı. Öyle görülüyor ki IŞİD taktik olarak devleti halen hedef olarak belirlemiş değildir, fakat bu durum değiştiğinde Türkiye’nin “Pakistanlaşması” esas o zaman başlayacaktır. Gerek Türkiye içerisinde örgütlü olan gerekse de Suriye’de IŞİD saflarında savaşan yüzlerce cihatçı militan Türkiye’yi her gün bombaların patladığı, tüm altyapının ortadan kalktığı ve her gün insanların hayatını kaybettiği bir Afganistan, bir Pakistan’a çevirme potansiyeli taşıyorlar. Erdoğan ve hükümet bu politikalara karşı gelen herkesi terörizme destek vermek ya da casuslukla suçlamaktadır. Cumhuriyet gazetesi yazarları Can Dündar ve Erdem Gül hükümetin tam da bu politikalarına dair belgeler yayınladıkları için casuslukla suçlanıp tutuklanmışlarıdır. Bu ortamda sessiz kalmak Türkiye’nin “Pakistanlaşmasına” sessiz kalmak demektir.
Bizim yöntemimiz grevler, kitlesel işgal ve boykotlardır
Kürt halkının haklı mücadelesi adına yaptığını iddia eden TAK’ın (Teyrêbazên Azadiya Kurdistan) Ankara’da gerçekleştirdiği iki saldırının, Suriye’de kendisinden olmayanların kafasını kesen, diri diri yakan ve her türlü acımasız yöntemlerle insan öldüren bir ölüm makinası cihatçı IŞİD örgütünün İstanbul’da yaptığı saldırının aynı karede yer alması son zamanların en büyük trajik ironisidir.
KCK sözcülerinden Serhat Varto BBC Türkçe’ye verdiği bir röportajda „… Biz sadece Kürtlerin mücadelesini vermiyoruz. Türkiye’deki tüm halkların eşit, özgür ve kardeşçe yaşaması için mücadele veriyoruz… bu tür eylemler bizim hedeflerimize zarar veren eylemlerdir. Herkesi de bundan kaçınmaya çağırıyoruz. Devletin güçlerine yönelik eylem geliştirirken halkların bir arada yaşama istek ve iradesine zarar veren tutumlardan uzak durulması gerektiğini düşünüyoruz” diyerek yapılan saldırılarla ilişkilerinin olduğunu reddetse deTAK’ın PKK’ye rağmen bu tür eylemler yapacağı kimseye inandırıcı gelmemektedir. Bu böyle olduğu sürece Kürt halkının haklı mücadelesi ile sınıf mücadelesinin birliği imkansız hale gelecektir.
Terör saldırılarını açık ve net bir biçimde reddeden HDP çok doğru bir tutum alarak Erdoğan’ın ve milliyetçi güruhun beklentilerini kısmen boşa çıkarabilmiştir. Sosyalist Alternatif HDP’nin bu tutumunu desteklemektedir. Ne Kürtlere karşı yapılan katliamların sorumlusu Türkiye’nin batısında yaşayan halktır ne de kendi meşru haklarını talep eden Kürtler bu terör saldırılarından sorumludur.
Erdoğan ve AKP hükümetine karşı mücadele birlikte sürdürülmek zorundadır. Anayasa kararlarını bile tanımayacak kadar kendi sisteminin hukukunun zerresinin bile ortada bırakmayan, akademisyenleri savaşa karşı bir bildiriye imza atmaktan dolayı tutuklatan, gazetecileri işlerinden edip hapse atan, en ufak bir gösteri ve yürüyüşe dahi copla, TOMA’yla karşılık veren, baskının ve sömürünün ayyuka çıktığı bu rejim ancak ve ancak bizi bölüp kutuplaştırarak ayakta kalabilir.
Egemenlerin bizi kutuplaştırıp bölerek egemenliklerini sürdürmelerine izin vermemek zorundayız. Sınıf olarak bizler çoğunluğuz, onlar ise bir avuçlar. Biz daha güçlüyüz; yeter ki bunun farkına varalım. Elimizde üretimden gelen çok büyük gücü bulunduruyoruz. Grevlerle, kitlesel işgal ve boykotlarla biz istemezsek hiçbir şey olmaz:
Ne savaşlar, ne katliamlar, ne de sömürü; ne Ankara’da, ne de Cizre’de!