15 Mayıs 2023
Ecehan Balta/Nihat Halepli
14 Mayıs 2023’te Türkiye’de Cumhuriyet tarihinin en kritik seçimleri gerçekleşecek. Tüm göstergeler Erdoğan rejimin tarihin çöplüğüne gömüleceğine işaret ediyorsa da rejimin oyları çalıp çalamayacağı ya da iktidarı devretmemek için ne gibi girişimde bulunacağı en büyük endişe konusu.
14 Mayıs’ta başkanlık ve parlamento seçimleri olmak üzere iki seçim birlikte yapılacak. Ancak çok açık olduğu üzere Cumhurbaşkanlığı seçimi şimdilik daha belirleyici önemde. Bunun nedeni Türkiye’de halihazırda tüm yetkilerin Cumhurbaşkanı olarak Erdoğan’ın ellerinde toplanmış olması.
Türkiye, iktidarı denetleyen gerek bürokratik kurumların gerekse de medya gibi ara kurumların bağımsızlıklarını yitirerek siyasetin denetimine girdiği, seçimlerin varlığına rağmen siyasal aktörlerin siyasette eşit şartlarda yarışma imkânlarının ellerinden alındığı, muhalefetin en sert yöntemlerle bastırıldığı, bireysel ve kolektif özgürlüklerde olağanüstü bir gerilemenin yaşandığı koşullarda bu seçime gidiyor.
Cumhurbaşkanlığı seçimi
Başkanlık seçiminde bir adayın ilk turda %50’nin üzerinde oy alamaması halinde en yüksek oy alan iki aday arasında ikinci bir tur yapılacak. 21 yıldır iktidarda olan ve kendini ülkenin son Sultanı olarak gören Erdoğan’a destek hala hafifsenemeyecek kadar büyük olsa da tüm göstergeler sonunun geldiğine işaret ediyor.
10 Kamuoyu araştırma şirketinin Nisan ayında yaptıkları araştırmaların ortalamasına göre Erdoğan’ın rakibi Kılıçdaroğlu, Erdoğan’ın devletin tüm kurumlarını ve geniş bir medya kesiminin kontrolüne sahip olmasından kaynaklanan olanaklarına rağmen, yarışı önde götürüyor. Buna göre göre Kılıçdaroğlu %47,5 oy alıyor. Erdoğan’ın oy oranı ise %44,4. Bu ilk başta yüksek bir fark olarak görünmese de bunun arkasında, bunların dışında iki adayın daha yarışa dahil olması yatıyor. Diğer adaylardan M. İnce, CHP’nin (Cumhuriyet Halk Partisi, Kılıçdaroğlu’nun partisi) bir önceki seçimlerinde Erdoğan karşısına koyduğu adaydı. Yeni kurduğu parti ile popülist söylemlerle kendine alan açmak istiyor ve oy oranı nisan ayında ortalama %6 civarlarındaydı. Bu oran son haftalarda %4’lere kadar gerilemiş görünüyor. Yarışın dördüncü ve ultra milliyetçi olan adayının ise oy oranı %2 civarlarında. Bu adayların her ikisi de politik olarak önemsiz olsalar da aldıkları toplam oyla, Kılıçdaroğlu’nun ilk turda %50’nin üzerine çıkamamasına ve böylece seçimin ikinci tura kalmasına neden olabilirler. Diğer taraftan ama bu adayların seçmenlerin büyük çoğunluğunun oyları ikinci turda Kılıçdaroğlu’na gidecektir.
Kılıçdaroğlu
Kemal Kılıçdaroğlu, 2010 yılından bu yana, Kemalist ve kendini sosyal demokrat olarak tanımlayan CHP’nin genel başkanlığını yürütmektedir. Parti içinde “ulusalcı” olarak bilinin Kemalist milliyetçileri zaman içerisinde etkisizleştirerek partinin görece daha sosyal demokrat bir resim vermesini sağladı.
Mevcut burjuva partileri içinde kuşkusuz en solda duran bir figür. 15 Haziran 2017 tarihinde Hak, Hukuk, Adalet sloganıyla Ankara’dan İstanbul’a yaptığı 450 km’lik “Adalet Yürüyüşü” en önemli çıkışlarından biriydi.
Kampanyasında sürekli sosyal devlet vurgusuyla Keynesçi ekonomik politikaları çağrıştıran söylemleri olsa da, Kılıçdaroğlu son kertede büyük sermayenin çıkarlarını gözeten bir burjuva siyasetçisidir. En önemli meziyeti hiç kuşkusuz, Erdoğancı bloka karşı, farklı renklerdeki altı partiden bir muhalif burjuva bloku oluşturması oldu.
Sosyal devlet, adalet, demokratik haklar ve yolsuzlukla mücadele Kılıçdaroğlu’nun vaatlerinin temelini oluşturuyor. Erdoğan rejiminin Kamu Özel İşbirliği projeleri üzerinden sermayenin bir kesimine aktarılan paranın peşine düşeceğini, halihazırda yurtdışına çıkarılan bu paraları ülkeye geri getireceğini söylüyor. Türkiye’de kamu ihalelerini bu şekilde alan Erdoğan’a yakın beş şirket en çok öne çıktığı için ülkede bunlar “beşli çete” olarak anılıyorlar. Kılıçdaroğlu’nun yeniden Türkiye’ye getireceğini iddia ettiği toplam 418 Milyar dolar gibi devasa bir para miktarı söz konusu.
Profil olarak Erdoğan ne kadar kaba ve kibirli ise, Kılıçdaroğlu onun kontrastı, nazik ve mütevazı bir resim veriyor. Erdoğan’ın kendini ülkenin son Sultanı olarak görürken, Kılıçdaroğlu, ortalama bir işçi ailesinin standardındaki evinin mutfağında kısa videolar ile seçmene ulaşmaya çalışıyor. Cumhurbaşkanı seçildiğinde ise Erdoğan’ın yaptırdığı 1000 odalı başkanlık sarayında yaşamayacağını söylüyor.
Kılıçdaroğlu seçildiğinde ayrıca, Türkiye’de kurumsal baskıdan mustarip olan Alevi azınlığa mensup biri olarak ilk yüksek kademedeki devlet yöneticisi olacak.
Parlamento Seçimleri
Türkiye’de seçim barajı %7 ve Seçim kanunu seçimlere partilerin ittifak halinde girmesini olanaklı kılıyor. Bir ittifakın ya da ittifaktaki partinin %7 seçim barajını aşması halinde, bu, ittifaktaki diğer partilerin içinde geçerli. Bu da seçimlerde partile arasında ittifakların önemini artırıyor.
Rejimi temsil eden Cİ (Cumhur İttifakı), burjuva muhalefetini temsil eden Mİ (Millet İttifakı) ve solda EÖİ (Emek ve Özgürlük İttifakı) olmak üzere üç ittifak hali hazırda belirleyiciler.
Rejimin Cumhur İttifakı
Cumhur İttifakı esasen AKP ve ultra milliyetçi Milliyetçi Hareket Partisinden oluşsa da, Erdoğan rejimi güç kaybettiği ve her bir oyun önemi arttığı için, ayrım gözetmeksizin toplayabildiği kadar grubu yanına aldı. Başkaca milliyetçi ve İslamcı küçük partilerin yanında ittifağına aldığı en tartışmalı parti ise cihatçı bir Kürt partisi olan Hüda-Par oldu. Şeriat ile yönetilen bir Kürdistan’ı savunduğunu söyleyen bu parti 1990’lı yıllarda devlet desteğiyle Kürt Özgürlük Hareketine karşı dehşet verici işkenceler de dahil olmak üzere her türlü metodu kullanmış olan Kürt Hizbullah’ı terör örgütünün legal alandaki partisidir. AKP kendi listesinden bu partiden milletvekili adaylarını seçilebilir sıralarda seçime sokarak, bunlara gelecek dönemde parlamentoda temsiliyet garantisi sağlamış oldu. AKP ve MHP gibi ultra milliyetçi, Türkçü, partilerin bu partiyle yana yana gelmek zorunda olması bile rejimin ne kadar çıkmazda olduğunun başka bir delildir. Diğer taraftan belli ki Erdoğan bu partiyi aynı zamanda mevcut Kürt hareketini ileride bölmek için kullanmak istiyor.
Diğer taraftan tüm bunlara rağmen AKP %30-35 arasında oy oranıyla halen birinci parti konumunda. Küçük ortağı MHP son yıllarda kaybettiği oy oranı ile %7 civarlarında seyrediyor. Bu bağlamda Cumhur İttifakı’nın oyu %40 bandında kalırken parlamentoda çoğunluk elde etmesi mümkün görünmüyor.
Gelinen noktada seçmene sunacağı yeni bir şey kalmayan, bilakis ekonomik ve sosyal bir krize süreklemiş olan rejim bloku, uzun süre ola geldiği gibi yine saldırganca, yalanla ve manipülatif manevralarla yine kutuplaştırma üzerinden sonuç elde etmeye çalışıyor.
Karşıtlarını batıcı, terörist olarak suçlarken. LGBTIQ ve kadınların haklarına karşı aile kurumunun korunması, ahlaklı gençler yetiştirilmesi, gibi muhafazakar ve gerici söylemlerle “itibarsızlaştırmak” istiyor.
Burjuva muhalif Millet İttifakı
Cumhur İttifakının karşısında, kendini “sosyal demokrat” olarak tanımlayan Cumhuriyet Halk Partisi, Milliyetçi Hareket Partisinden kopma ve merkez sağ olmayı hedefleyen İyi Parti, AKP’den kopmuş iki küçük parti: bir süre başbakanlık da yapmış olan Ahmet Davutoğlu’nun kurduğu Gelecek Partisi, eski Ekonomi Bakanı Ali Babacan liderliğindeki DEVA Partisi; ve islamcı muhafazakar Saadet Partisi’nden oluşan Millet İttifakı yer alıyor. Bu partilerden CHP %25-30 bandında, İyi Parti ise %10-15 bandında yer alıyor. Diğer partiler ile birlikte bu ittifakın oy oranı da Erdoğan bloku gib %40 civarında kalıyor.
AKP son yıllarda kendi çıkarı doğrultusunda seçim sistemi üzerinde sürekli oynadığı için sistem oldukça karmaşıklaşmış durumda. Bu da partilerin karmaşık seçim taktikleri uygulamasını zorluyor. Millet İttifakının iki büyük ortağı, CHP ve İyi Parti, İttifak çatısı altında olmalarına rağmen seçimlere kendi listeleri ile giriyorlar, fakat bazı illerde birbirlerinin lehine seçimden çekildiler. AKP’den kopma küçük partiler olan Gelecek Partisi ve Deva Partisi ile Demokrat Parti ve Saadet Partisi’ne CHP kendi listelerinde toplam 71 kişilik bir kontenjan ayırdı. Bunların hemen tamamı seçilebilir yerlerden.
Millet İttifakı, Cumhur İttifakından farklı olarak, ortak bir program etrafında seçime giriyor. Bu program metni bir yıla yakın bir süre boyunca bu siyasi partiler arasında müzakere edildikten sonra kamuoyuna açıklandı. Metin, temel olarak “Cumhurbaşkanlığı Hükümet sisteminden” güçlendirilmiş parlamenter rejime geçiş, yolsuzlukla ve rüşvetle mücadele, yargının yeniden bağımsızlaştırılması, ekonomide istikrar ve büyüme, çeşitli kilit sektörlerin büyümesi, buna uygun olarak da bilişim altyapısının vb. geliştirilmesi başlıklarından oluşuyor. Metinde, hem liberal hem kamucu bir anlayışı aynı anda bulunuyor.
Millet İttifakının Cumhurbaşkanı adayının kim olacağı ise taktik nedenlerle seçimlere iki ay kalaya kadar belli değildi. Aday olarak adları geçen her ikisi de CHP üyesi olmasına rağmen liberal bir profile sahip İmamoğlu (İstanbul Belediye başkanı) milliyetçi Yavaş (Ankara Belediye Başkanı ) İyi Parti’nin Kılıçdaroğlu karşısında tercih ettiği adaylardı. Kılıçdaroğlu’nun adaylığının açıklanması İYİ Parti tarafından dirençle karşılandı ve genel başkanları çok keskin eleştirilerde bulunarak ittifaktan çekildiğini duyurdu. Buan karşı toplumdaki hayal kırıklığı ve tepki o derece büyük oldu ki İYİ Parti her iki belediye başkanının Başkan Yardımcıları adayı olmaları formülüyle ittifaka geri dönmek zorunda kaldı. İYİ Parti’nin kendi kaynaklarına göre partinin ittifaktan çekilmesine tepki olarak üç günde 30 bin kişi istifa etti.
Emek ve Özgürlük İttifakı
Emek ve Özgürlük İttifakı HDP/YSP (Halkların Demokratik Partisi/Yeşil Sol Parti) ve TİP (Türkiye İşçi Partisi) ile birlikte beş sosyalist partinin oluşturduğu sol ittifak. Büyük oranda Kürtlerin oylarını alan HDP, ilk olarak katıldığı 2015’teki seçimlerden bu yana Türkiye’de anahtar pozisyonda. Hiç bir burjuva ittifakı HDP, dolayısıyla da EÖİ oyları olmadan parlamento seçimlerinde yeterli çoğunluğu elde edemiyor. Aynısı başkanlık seçimi için de geçerli. Oy oranı tüm baskılara rağmen %12-15 bandında konstans. Bu yüzden rejim iki yıl önce HDP’ye kapatma davası açtı, dava sürüyor, fakat seçimler sırasında kapatılması riskinden dolayı parti, bileşenlerinden küçük bir parti olan Yeşil Sol Parti listelerinde seçime katılıyor.
HDP cumhurbaşkanlığı seçimlerine, başta, kendi adayı ile gireceğini duyurmuştu, Şubat ayında yaşanan büyük depremin ardında koşulların değiştiğini belirterek, Kılıçdaroğlunu desteklediğini açıkladı. En önemli önceliği Kürt sorunun barışçıl yollarla çözülmesini oluştururken, seçimlerde ana motivasyonu Erdoğan rejiminin yıkılması oluşturuyor.
İttifakın diğer öne çıkan partisi ise 2017’de kurulan ve bir yıl sonra HDP’nin listesinden parlamentoya 2 vekil taşıyan TİP. Halihazırda 4 milletvekili ile temsil edilen TİP oy oranı düşük olsan da son bir yılda üzerine çektiği ilgi nedeniyle sol bir kitle partisi olma potansiyeli taşıyor. Üye sayısı bir yılda 8 binden 45 bin civarına yükselmiş durumda. Buradan hareketle TİP’in %3 gibi, ulaşılması bu koşullarda güç görünen bir hedefi var. Bu yüzden ittifakın diğer partileri HDP/YSP listelerinden seçime katılırken, TİP ittifakta yer almasına rağmen ülkenin yarısında kendi başına seçime girme kararı aldı. Özellikle de seçim kanunun karmaşıklığı ve partinin milletvekili çıkarmak için gereken oy sayısını elde etmediği takdirde alınan oyların büyük partilere gideceği gerçeğinden hareketle bu karar ittifak içinde tartışmalara yol açtı. Ayrıca birçok kritik seçim bölgesinde iki parti rakip konumdalar ve bazı yerlerde her iki partinin de adaylarının seçilememe riski var, her ne kadar bunun üzerine önceden titizlikle çalışılmış görünse de.
Bu tutumun ve dolayısıyla EÖİ içindeki tartışmaların etkileri seçim sonuçlarına bağlı olarak seçim sonrasında yapılması gereken bir politik analizin konusu olacaktır.
Seçim güvenliği
Seçim güvenliği AKP’li Türkiye seçimlerinde en önemli konuların başında geliyor. Tüm diğer kurumlar gibi Yüksek Seçim Kurulu (YSK) da rejimin güdümünde. 2019 yılında İstanbul seçimlerini sırf AKP adayı kazanamadığı için uyduruk gerekçelerle tekrar ettirmişti. Aynı şekilde 2017 referandumunda da usulsüz oy pusulalarını geçersiz sayarak Erdoğan lehine karar vermişti.
Son on yılda yapılan tüm seçimlerde özellikle AKP’lilerin saldırgan tutumları çeşitli usulsüzlüklerle birlikte bildirildi. Zaten hemen tamamı iktidarın elinde olan medya seçim sonuçlarını manipüle edebilecek şekilde kullanıldı. YSK yukarıda anıldığı gibi, bazı durumlarda açıkça yasaya aykırı olan kararlar vererek AKP yanlısı bir tutum sergiledi.
Seçimi kazanmak ne kadar çabaya mal oluyorsa seçimleri çaldırmamak da o derece çaba gerektiriyor. Çok farklı siyasal ve sosyal kimlikten yüz binlerce insan sandıkları korumayı öncelikli bir konu olarak değerlendiriyor ve Türkiye’de oy kullanma hakkı şimdilerde bir “oy koruma” mücadelesine de dönüşmüş durumda. Cumhur İttifakının seçim güvenliği noktasında hangi deliklerden sızmayı deneyeceğini kestirmek zor, ancak bunu bir defa daha deneyeceği kesin. Bu nedenle Millet İttifakının da diğer tüm siyasi partilerin de seçim güvenliği konusunda halka açık eğitimleri sürüyor.
Ekonomik enkaz
6 Şubat 2023’te Türkiye ve Suriye’yi etkileyen iki büyük depremde çoğunluğu Türkiye tarafında olmak üzere, resmi rakamlara göre 60 bin kişi hayatını kaybetti. Depremin bütçeye yükünün ise 107 milyar dolar olduğu hesaplanıyor.
Türkiye tarım arazilerinin %15’i, hayvancılığın %16’sı, meyve ve baharat bitkileri yetiştiriciliği yapılan alanların da %25’i depremden etkilendi ve orta ve uzun vadeli ekonomik etkileri henüz hesaplanabilmiş değil.
Türkiye’de son üç yıldır hanelerin, şirketlerin ve kamunun borçları rekor üstüne rekor kırıyor. Bunlar arasında özellikle şirketlerin özel finans kuruluşlarına olan borçları, ana kalemi oluşturuyor. Enflasyon son üç yıldır roket hızıyla yükseliyor ve hangi “mucizevi” ekonomik pakete geçilirse geçilsin, düşmüyor.
Girdilerde neredeyse tamamen dışa bağımlı olan Türkiye’de gıda üretim maliyetlerindeki artış, gıda fiyatlarının dünya ortalamasının çok üzerinde artmasına neden oldu. Depremden sonra, zaten son birkaç yıldır aşırı derecede yüksek olan ve durdurulamayan konut fiyatları (kiralık ya da satılık) iç göç ve güvenli konut ihtiyacı gibi iki temel nedenle daha da arttı.
Gıda ve barınma kalemlerindeki inanılmaz artışa elbette reel ve sosyal ücretlerdeki artış eşlik etmiyor.
Mart 2023 dönemi için Birleşik Metal-İş Sendikası tarafından dört kişilik bir aile için hesaplanan açlık sınırı 9 bin 752 TL (456€), yoksulluk sınırı ise 33 bin 754 TL (1.579€). Asgari ücret ise 8 bin 500 TL (397€) ve ülkede ortalama gelir yaklaşık asgari ücret kadar.
Resmi rakamlara göre toplam işsizlik %10,7. Bunlar arasında kadın ve genç işsizliğinin yüksek olması da hemen göze çarpıyor. Kadınların üçte biri sigortasız, üçte biri ise ücretsiz aile işçisi olarak çalışıyor ve aynı işi yapan kadın- erkek arasındaki ücret farkı %20 düzeyinde. Diğer yandan işgücüne katılma oranının %50’ler düzeyine gerilemiş olması, insanların iş aramaktan vazgeçme noktasına geldiğinin de bir göstergesi. Zaten Türkiye İstatistik Kurumu’nun 10 Nisan’da açıklanan verilerine göre bile, geniş tanımlı işsizlik oranı da %23,4’e yükselmiş durumda. Aşırı esnek emek piyasası gizli işsizliğin sürekli artması anlamına geliyor.
Gelişmiş kapitalist ekonomilerinin sadece bir karikatürü olan sosyal devlet uygulamalarının dahi sistematik ve yaygın olarak sürdürüldüğünü söylemek mümkün değil. Keza, işsizlik ödeneğinden de ağır ön şartlar nedeniyle işsizlerin sadece %10’u yararlanabiliyor. Yaşlı, engelli, gazi, tek ebeveynli aile, dul kadın vb kategorilere yapılan aylık, gıda, yakacak vb tüm “haklar” yardım adı altında ulufe olarak dağıtılıyor.
OECD 2020 yılı verilerine göre Türkiye, haftada 60 saatten fazla çalışanların en fazla olduğu ülke. İstihdam edilenlerin haftada 60 saat ve üzerinde çalıştırılma oranı %15,1’i buluyor. Haftalık ortalama çalışma saatinde ise Türkiye 45,6 saat ile 34 OECD üyesi ülke içinde ikinci sırada yer alıyor. Buna sendikalaşma oranının %14 gibi son derece düşük olması, milli güvenlik, genel sağlık gibi gerekçelerle grevlerin sürekli yasaklanması, işçi ölümlerindeki sürekli artış, emekli aylık bağlama oranlarının neredeyse %20 seviyesinde artması gibi hususları da ekleyince, Türkiye’nin işçi sınıfı açısından giderek daha fazla cehennem haline geldiğini net olarak görülebilir.
Türk Lirasındaki değer kaybı ekonominin en kırılgan olduğu noktalardan biri ve döviz uzun zamandır rejim tarafından yapay olarak baskılanıyor. Öyle ki burada artık bir hareket alanı kalmamış durumda ve döviz her an patlayabilir.
Bunlara ek olarak işçi sınıfının geniş kesimlerinin hoşnutsuzluğu karşısında rejim en az son bir yıldır seçim ekonomisi uyguluyor. Örneğin, AKP öncesi dönemde, 1999 öncesinde işe girenlerin çalışma koşullarının sonradan değiştirilmiş ve emekli olmak için yaş şartı getirilmişti. 2,8 milyon kişiyi ilgilendiren bu durumla ilgili olarak, rejim geri adım atarak, bu kişilerin emekli olma haklarını sınırlı da olsa iade etti. Diğer taraftan asgari ücrete iki kez üst üste %50 oranında zam yapıldı, enflasyon ve TL’nin değer kaybı göz önünde bulundurulduğunda bu kaçınılmaz olsa da rejimin bunu daha çok oy kaygısı ile yaptı açık.
Bunlar sadece bir kaç örnek ve seçimlerin ardından oluşacak hükümet ekonomik bir enkaz devralacağını görmek için yeterli.
Dönüm noktası
Bu seçimlerin sonucu ne olursa olsun, şimdiden, Türkiye toplumu için bir dönüm noktası olduğu ve yeni bir dönemin başladığı söylenebilir.
Erdoğan’ın kaybetmesi, 21 yıldır Erdoğan’da cisimleşmiş ve sayısız yolsuzluk ve suça bulaşmış belli kesimlerin çıkarlarının ifadesi olan bu rejimin yıkılması ve Erdoğan ve şürekasının bu suçlardan hesap vermesini gündeme getirecektir. Bundan dolayı Erdoğan’ın seçimleri kaybetmesi durumunda iktidarı devretmek istemeyeceği genel olarak insanların ortak kaygılarından bir tanesi. Son zamanlarda rejim mensuplarının sarf ettiği sözler bu endişeyi körükler türünden. İçişleri Bakanı çok net bir biçimde gelecek seçimleri kast ederek “14 Mayıs bir darbe girişimdir” dedi. MHP genel başkanı “Nasıl geliyorsunuz? Kiminle gelmeyi düşlüyorsunuz? Biz bir yere gitmiyoruz, gitmeyi aklımızdan geçirmiyoruz” dedi ve rejim savunucularının önde gelenleri tarafından buna benzer birçok demeç verildi.
Erdoğan ve şürekasının bu iktidarını kaybetmemek için her tür girişimde bulunabileceği kaygısı haklı bir kaygıdır. Ne var ki bu girişimlerin ne olacağını kestirmek kolay olmasa da rejim, bir darbe veya buna benzer bir yolla iktidarı elinde tutmak istemesi durumunda çok büyük bir toplumsal dirençle karşılaşacaktır ve başarısız olacaktır. Gerçek olan şu ki söz konusu olan raf ömrünü çoktan tüketmiş bir rejimdir ve bu gerçeği hiçbir kriminal çaba değiştirmeyecektir.