VURGUNUN YENİ ADI |
Şehir hastaneleri, kamu özel ortaklığı ile hayata geçirilen çok büyük projeler olarak biliniyor. Hatta hükümet “dünya standartlarında, ultra lüks, binlerce yataklı, teknoloji harikası” olarak tanıttı şehir hastanelerini.
Kalkınma Bakanlığı’nın 2017 yılı Şubat ayında yayımlanan raporuna göre sözleşmesi imzalanan şehir hastanesi projesi sayısı 17, karar aşamasında olan proje sayısı 2, ihale sürecinde olan proje sayısı 3, Yüksek Planlama Kurulu’nun onayını bekleyen proje sayısı 8, ön fizibilite çalışması devam eden proje sayısı 1 olmak üzere, toplam şehir hastaneleri proje sayısı 31. Sözleşmesi daha önce imzalanan 17 hastaneden 5’i açıldı (Mersin, Adana, Yozgat, Kayseri, Isparta). Bu sene içinde 4 tanesinin daha açılması planlanıyor.
İhaleleri Sağlık Bakanlığı açıyor. İhaleyi alan firmaya devlet araziyi veriyor ve şirket, devletin hastane yapması için verdiği arazi üzerine yaptığı binayı yine devlete 25 yıl boyunca kiraya veriyor. Yani bu yolla devlet kendi arazisinde kiracı oluyor. Buna ek olarak arazide hastane dışında kalan yerler de şirkette kalıyor. Şirket buralara AVM, eğlence yerleri, oteller, dükkânlar ve otopark gibi yerler inşa edebiliyor. Hastane dışında inşa ettiği yerleri işletiyor. Elbette buraların geliri de şirkete gidiyor.
3 yılda parasını çıkarsın, 22 yıllık kira yandaşın cebinde kalsın
Her ne kadar Sağlık Bakanlığı “ticari sır” bahanesiyle ihale sözleşmelerini açıklamasa da Kalkınma Bakanlığı’nın açıkladığı rapora göre 18 şehir hastanesinin toplam yatırım tutarı 10,5 milyar ABD doları. Devlet bu hastaneleri 25 yıl boyunca kiralıyor. Bu 25 yılda devlet inşaat şirketlerine toplam 30,2 milyar ABD doları ödeyecek. Yapılan hesaplamalara göre 18 şehir hastanesinin yıllık kira bedelleri toplamı 3 milyar TL’yi geçmiş durumda. 31 şehir hastanesi tamamlandığında ise kira bedelinin yaklaşık 5 milyar dolar olması bekleniyor. Hastaneleri yapan şirket bunun maliyetini 3 yılda çıkarıyor ama 25 yıl boyunca kira alıyor. Kısacası fazladan ödenecek 22 yıllık kira bedeli kâr olarak yandaşın cebine girecek.
AKP’nin peşkeşi bununla da kalmıyor. Hastane çevresinde yapılacak yerlerin (AVM, eğlence yerleri, dükkânlar, seyyar satıcıların yerleri) gelirleri de şirketlerde, yani yandaşlarda kalacak.
Şehir hastanelerine hasta garantisi
Şehir hastaneleri ile birlikte Türkiye sağlık sistemi değişiyor. Eski hastaneler kapatılıyor, yeni hastaneler açılıyor. 5 tane yeni şehir hastanesi açıldı bile. Ama sanki köprü yaptırır, tünel yaptırır gibi… Hükümet köprülerde yolcu garantisi veriyordu; şehir hastaneleri için de özel sektöre yüzde 70 hasta garantisi veriyor. Böylelikle ister kullanalım ister kullanmayalım, bunların parası bizim cebimizden çıkacak.
Avrasya Tüneli, Osman Gazi Köprüsü ve Yavuz Sultan Selim Köprüsü’nde de bu sistem uygulanıyor. Bu yolları kullanan da kullanmayan da parasını ödüyor. Halkın parası her türlü şirketlere peşkeş ediliyor. Şirketler asla zarar etmemiş oluyor. Olası zararlarını biz karşılıyoruz vergilerimizle.
Sağlık özelleştiriliyor
Bununla da bitmiyor: Şehir hastanelerinde tedavi gören hastalar, özel hastane faturasıyla karşı karşıya kalıyor. Şehir hastaneleri için yapılan ilk yasada şirketlerden alınacak hizmetler “temel tıbbi hizmetler dışındaki hizmetler/çekirdek hizmetler dışındaki hizmetler” olarak tanımlanmış iken daha sonra bu tanım değiştiriliyor. Bugün “ileri teknoloji ve yüksek mali kaynak gerektiren hizmetler” olarak belirsiz bir çerçeve ile ihale yapılıyor. Şehir hastanelerinde vatandaşlardan alınacak muayene ücreti bile meşru değilken; görüntüleme merkezi, ameliyathanenin işletilmesi, laboratuvar, hastaların yemek ihtiyacı, restoranlar ve otoparklar özel sektöre devredilmiş olduğu için vatandaş tüm bunların ücretini cebinden verecek. Böylece şehir hastanelerine giden vatandaş, özel hastaneye gitmiş gibi bir faturayla karşı karşıya kalacak. Sonuçta halkın hastanecilik hizmetleri için cebinden yaptığı ödeme muhtemelen epey artacak.
Orda bir hastane var uzakta
Şehir hastanelerine ulaşım ciddi bir sorun olarak halkın karşısına çıkıyor. Örneğin, Bilkent Şehir Hastanesi hizmete girdiğinde her gün sağlık personeli ve hasta-hasta yakınlarından oluşan yaklaşık 70 bin kişinin sağlık hizmeti almak üzere yollara düşeceği tahmin ediliyor. Tahmini yapanlar ise şehir hastanesi ihalesini kazanmış şirket için ÇED (Çevresel Etki Değerlendirmesi) raporunu hazırlayanlar.
Sadece Ankara’da değil, diğer şehirlerde de bu büyük kamu arazilerinin olduğu yerler, ana yerleşim merkezlerinin epey uzağında. Bu durum, ulaşım sorununu ve masraflarını da beraberinde getiriyor. Hastanenin şehirden uzak olması, hastalar için ciddi hatta yeri geldiğinde hayati bir tehlike arz edeceği anlamına geliyor. Özellikle engelliler için hastanelere ulaşım çok büyük bir sorun ve risk teşkil edebilir. Bir hastanenin taşıması gereken en önemli özellik, tüm kesimler için kolay ulaşılabilir nitelikte olmasıdır. Engellinin, ulaşım için para ayıramayan yoksulun, o kadar uzun yola gidemeyecek olan yaşlının ve diğer kesimlerin ulaşamadığı hastane işlevini kaybeder.
“Ama bir nine su faturasını ödeyemeyince gözaltına alınıyor”
Bundan iki ay önce, Adana’da ancak yakınının yardımıyla yürüyebilen 81 yaşındaki Gazal Nine su faturasını ödeyemediği için gözaltına alınmış, daha sonra kendisine üç bin lira para cezası verilmişti.
Yaşlı kadının faturasının peşine düşen devlet, şirketleri milyonlarca lira vergiden muaf tutuyor. 2012 yılında 6288 sayılı yasayla Kamu Özel Ortaklığı (KÖO) alan şirketlere tam KDV muafiyeti getirildi. 1980’lerin sonundan beri her türlü harcamadan alınan KDV bu şirketlerden alınmayacak. Nedeni: Teşvik. Peki neye teşvik ediyorlar bu şirketleri? Hastalara sağlık satmaya! “Beş yıldızlı otel konforunda hastane olacak”, “kapısında valeler arabalarınızı karşılayacak”, “sıra beklemeyeceksiniz” sözleriyle açılan Şehir Hastanelerine giden hastalar beş yıldızlı yatak, vale, öncelikli hasta parası gibi bedelleri ödüyorlar. Devlet ayrıca 6428 sayılı yasa ile şirketlerin her türlü borçlarına tam Hazine garantisi veriyor. Yani Hazine şirketlerin tüm borçlarına kefil oluyor.
Diğer hastaneler kapanacak
Türkiye’de bin kişiye iki doktor, üç yatak düşüyor. Ancak şehir hastaneleri, bin kişiye düşen yatak sayısını artırmaya yaramıyor. Yüksek Planlama Kurulu Şehir hastanelerinin yapılmasına, açılacak hastanenin yatak sayısı kadar yatağın mevcut hastanelerde azaltılması ya da mevcut hastanelerin kapatılması kaydıyla izin veriyor.
Ankara’ya birbirine yakın ölçekte iki şehir hastanesi yapılıyor. Biri Bilkent, diğeri Etlik’te. Toplam yatak sayısı 7 bin 500 civarında olacak iki devasa hastane bittiğinde, konumlarıyla “şehir hastanesi” adını hak eden merkezdeki sekiz hastaneyle birlikte toplam on iki hastane kapatılacak. Bu noktadan itibaren kent merkezinde halkın yararlanabileceği tek kamu hastanesi olarak üniversite hastaneleri kalmış olacak. Böylece kentin sağlık gereksinimi özel hastanelerin ellerine bırakılacak.
Önemli bir diğer sorun da şu: Kapatılacak olan hastanelerin tamamı şehir merkezinin önemli yerlerinde bulunuyor. Yani arazileri çok değerli. Kapatılan hastanelerin akıbeti ne olacak? Yerlerine yeni AVM’ler mi yapılacak?
Samanla beraber başarısız model de ithal ediliyor
Kamu Özel Ortaklığı (KÖO) ile yapılan şehir hastaneleri modelinin anavatanı İngiltere. Türkiye’de bu alana ilişkin çalışmalar Sağlık Bakanlığı ile İngiliz Hazine Kamu Özel Ortaklığı Tanıtım Birimi’nin yaptığı toplantılar sonrasında başlıyor.
İngiltere’de 2017 yılında yayımlanan bir raporda KÖO uygulamasının İngiliz Sağlık Sistemini (NHS) çökerttiğinden söz ediliyor. Raporda, KÖO sözleşmelerine göre özel şirketlerin kamusal altyapı oluşturup kamu hizmeti verdiği; ancak ortadaki finansal riskin büyük bölümünün kamunun üzerine kaldığı belirtiliyor. Bu modelle hastaneler, hükümetlerin bu hastaneleri kendileri borçlanarak yapmaları durumunda ortaya çıkacak maliyetten çok daha fazlasına mal oluyor. Kamu Özel Ortaklığı’nda özel sektör, tüm riskin kamu tarafından üstlenilmesini sağlayacak şekilde hükümet güvencesi istiyor.
Manchester İşletme Okulu’ndan Prof. Jean Shaoul, KÖO hastanelerinin “maliyet açısından büyük bir finansal felaket olduğunu” belirtiyor. Ve şöyle devam ediyor: “açık söylemek gerekirse tam bir vurgunculuk… YURTTAŞLARIN ÇIKARLARINI BİR BÜTÜN OLARAK GÖZETEN RASYONEL HİÇBİR HÜKÜMETİN BUNU YAPMAMASI GEREKİR.”
Örgütsüz emekçi ucuz işgücü demektir
Şehir hastaneleri modeli ile sağlıkta hizmet ve yatırım alanları daha da şirketleştiriliyor. Kâr oranlarını arttırmak isteyen şirketler güvencesiz istihdama yöneliyor ve sözleşmeli çalışmayla sağlık emekçilerinin kamu çalışanı olma vasfı ortadan kaldırılıyor. Kamudaki örgütlü işgücünün yerini örgütsüz ve ucuz emek gücünün aldığı; dolayısıyla sömürü mekanizmalarının giderek derinleştiği bir sistem de ortaya çıkmış oluyor. Zaten kamu sendikalarının yetkileri son derece sınırlı ve AKP’nin iktidarıyla birlikte hükümete yakın sendikalar güç kazandı. Oysa hükümetin her sözüne evet diyen değil, onlarla mücadele eden diğer sendikaların varlığı, dayanışmanın sağlanması ve çalışanlar aleyhine yapılan düzenlemelere karşı çıkılabilmesi için son derece önemli. Şehir hastaneleri, sağlık alanındaki sendikalar başta olmak üzere, işçi örgütlenmelerini de zayıflatacak. Sağlık çalışanlarının ellerinden alınan haklarına her gün yenileri eklenecek.
Peki, ne yapılması gerekir?
- Sağlığın ücretsiz ve ulaşılabilir bir hak olduğunu tartışmasız kabul edip, düzenlemelerini ona göre yapması gerekir.
- Sağlık çalışanlarının çalışma koşullarını zorlaştırması değil, iyileştirmesi gerekir.
- Şirketlere değil, hastalara hizmet etmesi gerekir.
- Yurttaşlardan toplanan vergileri çeşitli adlar altında yandaşlara peşkeş çekmek için değil, yurttaşa sağlık hizmeti vermek için örgütlemesi gerekir.
- Şehir hastaneleri ile yaratılan yeni vurgun alanına karşı hep beraber, kendi hakkımız için mücadele etmek gerekir.