Tarihi seçimlerin ardından
Türkiye 7 Haziran’da sonuç ve etkileri açısından tarihi bir seçimi geride bıraktı. Erdoğan’ın başkanlık hayalleri tarumar, burjuva parlamenter sisteminde aritmetik dağılım alt üst oldu. HDP’nin seçim başarısı bir yandan Türkiye’de Kürt sorununda silahlı mücadeleden politik mücadeleye geçişin koşullarını uygun hale getirirken diğer yandan da işçi sınıfının birlikte mücadelesi için iyi bir temel sağladı. Fakat bu henüz başlangıç ve belirleyici olacak olan, bunun üzerine girişilecek inşa faaliyeti.
Seçim günü genel olarak hâkim olan atmosfer iki yıl önce aynı günlerde Gezi direnişiyle ortaya çıkmış olan havaya benziyordu. İki yıl önce sokakta “Tayyip İstifa” sloganlarıyla milyonlarca insan AKP ve o günkü başbakan Tayyip Erdoğan’ın kibirli tutumuna, anti demokratik ve otoriter yönetimine karşı sokaklara taşmıştı. “Yüzde 50’yi zor tutuyorum” ve üsten bakan bir tavırla sürekli “sandık, sandık” diyen Erdoğan’a bu kez sandıkta da dur denilebildi. Gezi direnişi hem parkın yıkılmasını engelleyerek hem de başkanlık planlarını uzun bir süre rafa kaldırarak Erdoğan’a önemli bir yenilgi tattırmıştı. 7 Haziran’da ise sadece başkanlık hülyaları suya düşmekle kalmadı, aynı zamanda AKP’nin 13 yıllık tek parti iktidarı da sona erdi.
Seçim günü yaklaştıkça HDP’nin AKP’yi durdurabilecek tek parti olarak anahtar pozisyonu herkes tarafından daha iyi fark edilmeye başlandı. HDP’nin AKP ve Erdoğan ile yeni Anayasa ve başkanlık sistemi üzerinde anlaştıklarına dair ithamları Selahattin Demirtaş’ın çok akıllıca boşa çıkardığı tarihi ve kısa Meclis grubu toplantısındaki “Seni başkan yaptırmayacağız!” sözü “Tayyip İstifa” sloganının yerini aldı. Daha sonra HDP’nin AKP ile hiçbir şekilde koalisyon yapmayacağının net olarak ifade edilmesi de birçok kesimde kafaların HDP konusunda iyice berraklaşmasına neden oldu. Sanatçılardan yazarlara, küçük siyasi oluşumlara kadar geniş kesimlerden HDP’ye açık siyasi destek açıklamaları ardı ardına geldi. Ayrıca seçimde oy toplamak için masa çalışması, afişleme, tek tek evleri gezerek oy toplamak gibi tamamen kendi imkânlarıyla finanse edilen aktif seçim çalışması yapan HDP’nin dışında aktivistlerin inisiyatifiyle birlikler oluştu. Seçim yaklaştıkça herkesin çılgınlaşan iktidarla bağlantılı olduğu kanısında olduğu, HDP’ya yapılan kanlı saldırılar ve provokasyonlar safların daha sıklaşması etkisi yarattı.
Diğer taraftan çok geniş kesimlerde meydana gelen bu heyecanla birlikte son zamanlara doğru derinden bir kaygı da oluşmaya başladı. Yüz binlerce insanın toplandığı HDP’nin Diyarbakır mitinginde bombalar patlatılmasını, dolaylı ya da doğrudan, göze alan bir iktidar elbette oyları da çalabilirdi. Özellikle de HDP oylarını çaldırmamak binlerce gönüllüden oluşan seferberlik, Gezi direnişinde sokaklara taşmış heyecanın sessiz haliydi adeta. İki yıl önce ortaya çıkan Gezi direnişindeki sol dinamiğin büyük bir kesimini parlamento seçimleri zemininde de olsa yanına çekebilen ve %13 gibi sansasyonel bir sonuçla anti demokratik seçim barajını aşıp AKP’nin 13 yıllık tek parti iktidarını sonlanmasına neden olan HDP bu yanıyla bir “Gezi” partisi oldu aslında.
7 Haziran Genel Seçimleri Türkiye’de bir yol ayrımı niteliğini taşıyordu. HDP’nin barajı aşamaması durumunda AKP’nin Erdoğan’ın arzusuyla başkanlık sistemine geçmek için bir Anayasa değişikliğine gitmede eli oldukça güçlenecek ve tek parti iktidarından Erdoğan’ın başkan olduğu tek adam iktidarına giden yol açılmış olacaktı. Bu ise sınıf mücadelesi açısından etkisi uzun sürecek büyük bir yenilgi anlamına gelecekti.
Eşikten dönüldü
AKP’nin yaklaşık %9 oy kaybı ve parlamentoda sadece 258 sandalye elde etmesiyle şimdilik önlenerek adeta eşikten dönüldü. AKP her ne kadar %40,9 ile parlamentoda hala birinci parti ise de tek başına hükümet kurmasına yetecek sayıda milletvekili çıkartamamış olması kuşkusuz önümüzdeki aylarda önemli etkileri olacak yeni bir duruma işaret ediyor. Burjuva parlamentosunda parti aritmetiği alt üst olmuş durumda. Şu an bir yanda istikrar isteyen burjuvazi ve Erdoğan’ın kişisel kaygı ve muktedirlik hesapları duruyor. Diğer yanda ise büyük oranda Erdoğan karşıtlığı üzerinden seçmenlerinden oy alan CHP ve MHP gibi burjuva partilerinin içine düştüğü çıkmaz; yani onların Erdoğan’a rağmen yeni bir burjuva hükümetini oluşturmak için bir yol bulma arayışı ve bunun zorluğu.
Erdoğan ise hızlı bir manevrayla %25 oy alan CHP’nin eski genel başkanı Deniz Baykal ile seçimlerin hemen ertesinde görüşme yaparak kendini çarçabuk oyuna dâhil ettirdi. Baykal’ın, seçimlerin esas mağlubu olan Erdoğan ile görüşmeye koşa koşa giderken, sonunda varlığı fark edilmiş birinin heyecan ve coşkusu içinde olduğu her halinden belliydi.
Gerek TÜSİAD gerekse de MÜSİAD gibi büyük sermayenin ilk tercihi AKP-CHP koalisyonu olmasına rağmen CHP’nin Erdoğan’dan nefret eden seçmenine bunu açıklayamamanın muhtemel sıkıntısı (hele de seçimde HDP’ye bu yönde ithamlarda bulunduktan sonra) CHP’nin işin içinde çıkamadığı bir durum. Her ne kadar Kılıçdaroğlu %60’lık blok şeklinde CHP-MHP-HDP gibi imkânsız bir kampı önermişse de bunun daha çok tribünlere bir mesaj olduğu açıktır. Nitekim Kılıçdaroğlu’nun MHP’ye, isterse olası bir AKP’nin olmadığı bir koalisyonda başbakanlık teklifini MHP hiç de Kılıçdaroğlu’nun saflığına vermeyerek kendisine karşı politik bir manevra olarak yorumladı ve oldukça sert tepkilerle karşılık verdi. İşin esası, gerek CHP gerekse de MHP, AKP ile koalisyona istekliler fakat bunu kendi seçmenlerine karşı rasyonalize etmenin yolları için manevra ve taktikler geliştirme çabasındalar.
%16 oy oranı ile HDP ile eşit sayıda sandalyeye sahip olan MHP, AKP’ye karşı pozisyonunun revize edebilmek için son zamanlarda HDP üzerinden taktik manevralar yapıyor. Özellikle de TBMM Başkanı seçimlerinde Baykal’a oy vermemeye gerekçe hazırlamak için HDP’ye karşı tavrını yüksek sesle keskinleştirerek “HDP kime oy verirse biz ona oy vermeyiz” tutumuna kadar vardırdı. Bu manevranın ibrenin AKP-CHP koalisyonuna doğru döndüğü bir anda gelmiş olması birçok şeyi açıklar nitelikte. Sonunda MHP’nin Meclis Başkanlığı seçiminin son turunda geçersiz oy kullanarak AKP’nin adayının seçilmesini sağlaması, AKP’nin elini güçlendirerek inisiyatifi elinde bulunduran pozisyonuna geçmesine imkân verdi.
Öyle görülüyor ki seçimlerin ardından esas oyun kurucu hala Erdoğan’dır. Seçimlerin ardından 1 ay geçmiş olmasına rağmen Cumhurbaşkanı henüz kimseyi hükümet kurmak için görevlendirmiş değil. Normal koşullar altında bu prosedür seçimin hemen akabinde gerçekleşir. Tüm göstergeler Erdoğan’ın zamana oynadığı yönünde. İster CHP ya da MHP ile bir koalisyon, isterse de AKP’yi çözüm sürecini askıya alması karşılığı MHP tarafından desteklenen bir azınlık hükümeti kurulsun, kurulacak hükümet bir seçim hükümeti olacak. Yasalar gereği 45 gün içerisinde bir hükümetin kurulamaması durumunda seçimlere kadar parlamentodaki tüm partilerden oluşan geçici bir hükümet kurulması gerekiyor. Bu ise MHP’ye yine HDP’nin içinde bulunduğu bir hükümeti engellemek gerekçesiyle AKP’yi dışardan destekleme bahanesi verecektir.
HDP’nin zaferi ve olanaklar
HDP % 13 oy aranı ile anti demokratik seçim barajını aşıp 80 sandalye alarak kendisini Türkiye’nin doğal sahibi olarak gören MHP’nin sandalye sayısına eşit sayıda sandalyeyle Meclis’e girdi. 14 ilde birinci parti olan, İstanbul’da oyunu 3’e katlayan, Bursa ve Kocaeli gibi batı illerinde bile birer milletvekili çıkartmayı başaran HDP Türkiye’nin yeni sol kitle partisi olduğunu ilan etmiş oldu. Burjuva parlamentosundaki aritmetik dağılımı alt üst eden HDP böylece reformist de olsa bir kitle partisinin etkisi ve önemini açıkça ortaya koydu. Artık 3 burjuva partisi ve 1 sol reformist partinin bulunduğu burjuva parlamentosunda durum burjuvazinin aleyhine, emekçi sınıfların lehine olmak üzere daha da karmaşıktır.
6 milyon kişi HDP’ye oy vererek Kürt sorununda demokratik ve barışçıl çözüm istediklerini gösterdiler. Temmuz’un ilk haftası itibariyle devlet Suriye sınırına ağır silahlarla donatılmış 54 bin asker, yani tüm kara kuvvetleri gücünün % 15’ini yığmış durumda. Özellikle YPG güçlerinin (İŞ)İD’nin Türkiye’den Rakka’ya giden lojistik destek yolunun üzerindeki Tel Abyad kentini ele geçirmesin ve seçimlerin hemen ardında Rojava işgal tartışmalarının başlaması, muktedirlerinin iktidarlarını koruma stratejilerinin bir parçası olarak çılgınlıklarına işaret ediyor. Buna karşın HDP’nin seçim zaferi her şeyden önce başta Kürt ve Türk olmak üzere çeşitli etnik, din ve mezhepten işçi sınıfının birlikte mücadelesi açısından öne doğru atılmış devasa bir adım ve bu çılgınlıkların önüne geçebilecek bir potansiyel taşıyor.
HDP geniş tabanlı ve talepleriyle de sol bir kitle partisidir. Fakat gelişiminin nasıl bir seyir alacağının ucu henüz açıktır. Bu da HDP’ye oy vermiş ve onun için oy toplamış başta sosyalist kesimlerin adeta diken üzerinde durmasına yol açıyor. Seçimlerin hemen ardından HDP’yi ziyaret eden büyük burjuvazinin örgütü TÜSİAD başkanı Cansen Başaran Symes’ın Eş Genel Başkan Figen Yüksekdağ ile samimi pozu HDP’nin sınıf politikaları konusunda endişelere yol açtı. Oysa HDP’nin yüzünü gerek barış konusunda gerekse de emek mücadelesi açısında taleplerini elde etmek için tek dayanacağı kesime yani işçi sınıfına dönmesi gerekiyor. Elbette burjuva sisteminin oyun kurallarının geçerli olduğu parlamenter sistem içerisinde reformist bir parti olan HDP’nin burjuva temsilcisiyle tokalaşması tek başını her şeyi ifade etmez. Fakat görüşme öncesinde veya sırasında ya da sonrasında HDP pek ala seçimlerden kısa süre önce başlattıkları ve hızla birçok fabrikaya yayılan grev dalgasının aktörleri olan metal işçisine yönelik bir mesaj verebilirdi. Böylece HDP bu görüşmede grev yasaklarına karşı bir demeçle işçi sınıfına net bir mesaj göndererek kimin tarafında olduğunu gösterip işçi sınıfına doğru ilk büyük hamlesini yapmış olurdu.
Benzer şekilde HDP’nin yeni milletvekili Celal Doğan’ın Erdoğan’ı çözüm sürecinin gidişatı kaygısıyla ziyaret etmesi, yeni bir Baykal olayı olarak skandaldır. Bu davranış Erdoğan’a adeta Başkan muamelesinde bulunmaktır. Oysa HDP’nin barış sürecinin ilk başlarında yapılmaya çalışıldığı gibi yapıp barışı tekrar alttan örmenin yolları üzerine tartışma başlatması gerekir. Gerçek ve kalıcı barış sadece Türk ve Kürt işçi sınıfı arasındaki köprü kurularak yapılabilir. Bunun koşulları ise HDP’nin seçim zaferiyle birlikte 3 yıl öncesine göre daha da elverişli duruma gelmiştir.
Önümüzdeki dönemin her açıdan burjuva politik sisteminde bir istikrarsızlık dönemi olacağı çok açıktır. Erdoğan bu durumu yeniden başkanlık modeli lehine çevirmek için elinden geleni yapacaktır. Gerek bölgede gerekse de Türkiye içerisindeki politik çalkantıların üzerine muhtemel bir ekonomik kriz geniş kesimlerin yaşam standardını direk etkileyecek ve işçi sınıfındaki hoşnutsuzluk büyüyecektir. Bu durumda, yeni arayışlar içerisine girecek olan geniş kitleleri kendisine çekecek gerçek bir alternatif ortaya çıkmaz ise kitleler pek ala “güçlü” bir lider etrafında toplanma eğilimine de girebilirler. Bu yüzden AKP ile her türlü koalisyona kapıları baştan kapatan HDP’nin diğer tüm burjuva partilerine de kapatarak, gelmekte olan sınıf mücadelesi fırtınasına işçi sınıfının perspektifiyle kendini hazırlamalı. İlk adım olarak bir taraftan, gerek HDP içerisinde gerekse de dışında bir “program” tartışması başlatırken diğer taraftan işçi sınıfı hareketi ve parlamento dışı hareketlerle güçlü bir bağ kurmanın yollarını araması gerekiyor. Buna AKP’nin çıkarmış olduğu iç güvenlik yasası, grevleri fiilen yasaklayan yasalar gibi bir dizi yasanın iptali için parlamentoda zaman kaybetmeden girişimde bulunarak başlanabilir. Ayrıca seçim programındaki taleplerden bir olan 1800 TL asgari ücret için ülke çapında başlatılacak bir kampanya işçi sınıfının da yüzünü HDP’ye dönmesinin yolunu açabilir.
Bu yazı Sosyalist Alternatif dergisinin 2. sayısından alınmıştır.