Sorunlar ve Perspektifler: Yeni İşçi Partilerinin İnşaası Üzerine

Views 501
Okuma Süresi19 Dakika

Peter Taaffe, 10 Mart 2008

Siyasi temsiliyetler sorunu işçilerin tüm dünyada karşı karşıya kaldıkları en önemli konulardan bir tanesidir. Geleneksel işçi örgütleri sağa doğru sürekli bir gelişim göstererek sosyalizm fikrini bir kenara attılar. Bu yazıda Peter Taaffe (İngiltere ve Galler’de Sosyalist Parti’nin Genel Sekreteri) tarihten ve de yakın zamanda İtalya ve Almanya’daki gelişmelerden; özellikle de Brezilya’daki taze deneyimlerden dersler çıkarıyor.

Dünya çapındaki işçi sınıfı hareketi için cevaplandırılması gereken temel bir sorun, şuan belki de en belirleyici sorun; bağımsız siyasi bir sesin, işçilerin bir ya da birden fazla kitle partisi biçimindeki örgütlülüklerinin yokluğudur.

Berlin Duvarı‘nın ve nefret edilen Stalinist rejimin devrilmesi, planlı ekonomilerinin de yıkımını beraberinde getirdi. Bu, işçi sınıfının ve özellikle onun sınıf bilincinin üzerinde önemli etkileri olan tarihsel bir dönüm noktası oldu. Bunun doksanlı yılların uzun dönemli ekonomik büyüme ve neoliberal kapitalizmin amansız saldırılarıyla aynı zamana denk gelmesi, sosyal demokrat ve “komünist“ partilerin alt yapılarının çürümesine neden oldu. Geçmişte Lenin ve Troçki tarafından “burjuva işçi partileri“ olarak tanımlanan bu partiler, baştan sona burjuvazinin oluşumlarına dönüşerek “işçi“ tabanlarını bütünüyle kaybettiler. Bunun anlamı işçi sınıfının kuşaklardan beri sahip olduğu –Büyük Britanya’da yüzyıldan fazladır- kitle karakterli bir zemine  artık sahip olmadığıdır.

Ancak, Marksistler böyle bir durumla tarihsel olarak ilk defa karşı karşıya kalmıyorlar. Ne Marks ne de Engels işçi sınıfının sadece ajitasyon, propaganda, hatta onların güçlü teorik fikirleri sayesinde, bağımsız bir sınıf olacakları ve dolayısıyla da sosyalist bilince ulaşacakları görüşündeydi. Bundan dolayı Marks işçi sınıfının dağınık güçlerini, kendi teoritik fikir hazinesini sulandırmaya kaçmadan, sürekli birleştirme çabasındaydı. Birinci Enternasyonal’in kuruluşu bu çabaya bir örnektir.

Marksistler Enternasyonal’de İngiliz sendikacılarla, hatta anarşistlerle çalışıyorlardı. Marks, her zaman işçi sınıfını mevcut örgütlülük ve bilinç seviyesinden yola çıkardı ve paha biçilmez çabalarla onu daha yüksek bir aşamaya taşımaya çalıştı. Birinci Enternasyonal işte bu devasa görevi yerine getirmişti. Paris Komünü‘nün yenilgisinden ve Bakunin’in önderliğindeki anarşistlerin sabotaj ve geçimsizliklerinden sonra Birinci Enternasyonal tarihsel misyonunu yerine getirmiş olarak fes edildi. Fakat işte bu deneyimlerdir, kitle partilerinin ortaya çıkmasını ve sosyalizmin kabul görmesini sağlayan İkinci Enternasyonal’in kuruluş koşullarını yaratan.

Engels ve İşçi Partisi Sorusu

Marx gibi Engels de aynı temel yaklaşım tarzını, örneğin 19. Yüzyılın sonunda Büyük Britanya’da işçi sınıfı “uzun kış uykusundayken“ uyguladı. Sabırla o zamanki “sosyalist“, hatta “Marksist“ sekter güçlerin itirazlarına rağmen “çalışan adamın bağımsız partisinin“ propagandasını yaptı. Mesela o kendisini biçimsel olarak ”bilimsel sosyalizmi“ savunan Social Democratic Federation ile ilişkilendirmiyordu. Bir zamanlar 10.000’e varan üyesi olan bu [örgüt], diğer güçlere ve özellikle de işçilerin bağımsız bir partisini oluşturmak için onları bir araya getirme düşüncesine karşı ultimatist (son raddeci) ve sekter bir tutum takınıyordu. O tarihte işçi hareketi içinde adı tarihsel olarak Marks’la anılan Engels’den daha büyük bir teorisyen yoktu. Engels, Britanya işçi sınıfının o zamanki mevcut bilinç ve siyasi örgütlülük düzeyinden dolayı “ileriye doğru gerçek [pratik] bir adımın” bir düzine programdan daha değerli olduğu fikrinde diretiyordu. Bu, Büyük Britanya’da “tertemiz” lekesiz Marksist bir örgütün kitlelerce kabul edilip sahiplenilmesinin, ancak ve ancak işçi sınıfı kitlelerinin daha önce “kendi” bağımsız parti deneyimlerini edinmesiyle mümkün olabileceği varsayımının kabulüydü; sonradan Labour Party [İşçi Partisi]’nin oluşması ile de doğruluğu teyit edilmiş olacaktı. Lenin de Labour Partynin kuruluşu karşısında, sosyalist prensiplere sahip olmayan bir parti olduğu halde aynı tutumu almıştı. ”Labour Party sınıf mücadelesini tanımazsa bile, sınıf mücadelesi Labour Party’yi muhakkak tanıyacaktır“ şeklinde savunuyordu. Rus Devrimi’nden sonra Büyük Britanya’da gelişen keskin bir sola dönüş ile –çok belirgin devrimci çıkışlarla –bu durum da teyit edilmiş olacaktı. Bu, Labour Party’de sosyalizmin hedef olarak kabul edildiği meşhur ”dördüncü madde“ (Clause Four) biçiminde ifadesini buldu. Bu madde “burjuva entristi“ olan Blair tarafından 1995’te kaldırılacaktı.

O tarihten beri de “New Labour“ın (Yeni İşçi Partisi) yozlaşma süreci durdurulamaz ve değiştirilemez halde devam etti. Bu durum neoliberalizmin “New Labour denizindeki“ izole, sol reformist bir dış karakolunda bekleyen Tonny Benn gibilerin beyhude umutlarına rağmen böyledir. Bu yozlaşma sadece ideolojik sonuçlarıyla kalmadı, aynı zamanda işçi sınıfı mücadelelerinin üzerinde somut (cismani) bir etkisi oldu. Burjuvazi Stalinizm’in yıkılmasını dünya çapında ideolojik bir karşı devrim için kullanmakta çok başarılı oldu. En büyük tesir de sosyal demokrasinin tepesindekilerde ve sendikaların sağ kanadında kendini gösterdi. Onların piyasaya heveslice sarılmaları, burjuvazinin, neoliberalizmi Thacher’ın “başka alternatif yoktur“ parolasıyla birlikte satma becerisini güçlendirdi. Bu düşünce seksenlerde güçlü bir şekilde reddediliyorken, bugün sosyal demokratların eski önderleri ve sendikaların sağ kanadı sayesinde güçleniyor.

Kentteki yegane gösteri

Reformist “burjuva işçi partileri“ henüz mevcutken, egemen sınıf en azından sağına soluna bakma zorunluluğundaydı. Bu partiler burjuvazinin “çok ileri“ gidememesine etki yapan, belli bir ölçüde, en azından bir nebze “denetleyici“ idiler. Günümüz Almanyası‘ndaki durum bunun altını çiziyor.  Oskar Lafonaine’nin liderliğindeki DIE LINKE (Sol)’nin ortaya çıkışı –[ikisinin de] bütün eksikliklerine rağmen–sosyal demokratların (SPD) üzerine etkide bulunuyor. Merkel’ın Hiristiyan demokratlarıyla bir burjuva koalisyonuna dolanmış olan SPD, gerek seçim sonuçları gerekse de üye sayısı açısından dramatik bir çöküntü yaşadı. Diğer taraftan SPD’ye olan desteği DIE LINKE kendisine çekti ve araştırma sonuçlarına göre şu an yüzde onikilerde. Ve bu durum Sosyal demokratlar’ı şimdi bulundukları koalisyonda ve önceki Schröder hükümetlerinin elliyle işsizlerin haklarına acımasız saldırılar gibi hayata geçirdikleri bazı “reformlara“ karşı tutum almaya zorladı.

Büyük Britanya’da Thatcher’ın parolası artık Brown’un da parolası. Sendika yöneticilerine “New Labour’un alternatifi nedir“ diye soruyor. Onlar ise cevaben, bir soygunda kurbanın soyguncunun ayaklarına kapanması gibi hem işçi sınıfına hem de sendika liderlerinin kendisine vuran Brown’ın bacaklarına sarılıyorlar. Büyük Britanya’da seçimler neredeyse kaba bir güldürüye dönüşmüş durumda. Çünkü “ortanın karmakarışıklığı içerisinde” bütün büyük partiler arasında esaslı bir fark görülemiyor. Çoğunlukçu seçim sistemi gerçek bir “seçim”in var olmadığı gerçeğiyle birlikte düşünüldüğünde, “Guardian”dan Polly Toynbee’nin de işaret ettiği gibi önümüzdeki seçimlerin “marjinaller” (kararsız seçim bölgeleri) tarafından belirleneceği anlaşılıyor. En nihayetinde seçim sonuçlarını belki de bu seçim bölgelerindeki seçmenin      20 000 kaygan oyu belirleyebilecektir.

Bu durum aynı zamanda sendikaların en tepesinde kemikleşmiş sağcı bürokratik bir kastın hakimiyetiyle de ilintilidir. Bunlara, etkili işçi mücadelelerine –kısa süre önce, belediye işçilerinin grev oylamasında ve posta işçilerinin mücadelesinde de görüldüğü gibi çok büyük bir fren etkisi yapan UNISON (Büyük Britanya’da en büyük kamu çalışanları sendikası ç.n.)  içinde [Dave]Prentis ve diğerleri dahildir. Ancak, tabanda oluşan çok büyük bir hoşnutuzluk bu duruma karşı hem politik hem de işletme düzleminde tepkisiz kalınmayacağını gösteriyor. Sendikalardaki sol kanatla birlikte solun ciddi bir karşı duruşu olamadığı sürece Brown sendikaları, özellikle de yöneticilerini küçümsemeye devam edecek ve kendinden emin halde: “Kentteki yegane gösteri New Labour’dur“ tavrında olacaktır.

Fransa işçi sınıfı da edinilmiş haklarına ve çalışma koşullarına saldırıp onları devirmekte kararlı olan Sarkozy hükümetine karşı verdiği destansı mücadelede benzer bir çıkmazla karşı karşıya kalmış durumda. Son 15 yılda Fransız burjuvazisinin işçi sınıfıyla bu tarzdaki her karşı karşıya gelişi, burjuvazi açısından ya kısmi yenilgi ya da beraberlikle bitmiştir. Ancak Fransız burjuvazisi Avrupa’daki ve uluslararası kapitalist rakiplerinin gerisine düştüğü görüşünde olduğu için “bu sefer“ işçi sınıfını ödünler vermeye zorlamaya çok kararlı. Kitle partisi formunda bir kitlesel çekim gücünün olmayışı hiç şüphesiz işçi sınıfının Fransa’daki mücadelesini zayıflatmakta bir faktördür.

Sarkozy son seçimleri güya “bloke edilimiş toplum” ile yüz yüze kalmış kendi hükümetine karşı bir kampanyayla kazanabildi.  Bunu yapabildi, çünkü Ségolène Royal ve  onun artık burjuva olmuş partisi olan “Sosyalist” Parti onu zerre kadar bile zorlamadı. 35 saatlik haftalık çalışma süresiyle ilgili sözlerini seçimlerin hemen ardından geri aldı. 1995’te Fransız işçi sınıfı bujuvaziyi ve onun “Juppé planını” yendiklerinde bile, kitle tabanlı politik bir alternatifin yoksunluğu kendini hissettiriyordu. O zaman kapitalistler her ne kadar mağlup edilmiş olsalar da, bir hükümet altenatifi ve böyle bir alternatife götürebilecek politik bir kitle partisi olmadığından gereken bütün sonuçlara ulaşılmadı.

Brezilya Dersleri

Aynı durum Özgürlük ve Sosyalizm Partisi (P-SoL)’nin kuruluşundan dolayı Brezilya’da söz konusu değil. Bu parti Lula hükümetinin 2002 seçimlerinin akabinde sağa kaymasına isyanın sonucu olarak 2004’te kuruldu. Kuruluşu ve gelişimi bu partinin Brezilya için çok önemli olmasının  ötesinde uluslararası çapta işçi ve sol hareketler açısından da bir çok ders içeriyor. P-SoL’un kuruluşu her şeyden önce kamu emekçilerinde oluşan, Lula ve onun İşçi Partisi (PT) hükümetinin Brezilya kapitalizminin buyruğuyla kendilerine saldırı şeklinde gerçekleşen hızlı ihanetine karşı son derece büyük bir öfkenin ürünüydü.

Bu gelişmelerden önce, Berezilya solunun bir kısmı hatta bunların içinde Troçkist geçmişi de olan bazıları Lula’nın “sol bir hükümeti“ başa getireceğine dair umutlar beslemişti. Üstelik Lula daha seçimlerden önce, neoliberalizmin “Washington Konsensüsü“ –özellieştirme, düzensiz çalışma koşulları, yabancı sermaye önünde diz çökme – karşısında pes ettiğini ima ettiği halde böyle bir durum söz konusuydu. Onun sağa kaymış olduğu, “sosyal demokrat“ neoliberalizminin baş rahiplerinden aldığı övgülerden de anlaşılabiliyordu. Blair ve Mandelson geçmişte Lula ve PT’ye salıdırıyorlarken şimdi onlardan sadece övgüler alıyordu. Lula söylediği gibi Brezilya kapitalizminin ve empeyalizmin “güvenilebilir bir yardımcısı“ olduğunu kanıtladı. Fakat devlet sektörü çalışanlarına saldırıları PT içindeki muhalefeti tahrik etti ve içlerinden Heloisa Helena, Baba und Luciano Genro’un olduğu bazı parlamenterler bunu güçlü bir şekilde dile getirdiler. Bunlar hemen, başka bir milletvekiliyle birlikte Lula tarafından emeklilik reformu programına karşı çıktıkları için partiden alelacele ihraç edildiler.

Aldaltılmış olma duygusu Lula’nın köken olarak –Blair’den farklı olarak –Brezilya işçi sınıfının en dibinden gelmesi nedeniyle de çok şidetliydi. P-SoL Brezilya solunun en mücadeleci ve mücadele eden kesimlerini bir araya getirdi. 2004 yılındaki kuruluş kongresinde parti belirgin biçimde sosyalistti ve oldukça solda duruyordu, katılımcıların çoğunluğu Troçkist geçmişe sahiptiler. Troçkizm Latin Amerika’da, özellikle de Brezilya ve Arjantin’de sağlam köklere sahip  iki ana akımla kendini gösteriyor: Ernest Mandel’in  IV. Enternasyonal Birleşik Sekreterlik (IV. Bir-Sek) ve Nahuel Moreno liderliğindeki “Morenocu“ örgütler. “Morenocu“luk ve örgütü Liga Internacional des los Trabajadores (LIT – Uluslararası İşçi Birliği) belli bir dönem ultra sol bir politikayı (şehir gerillacılığı hareketlerine verdiği ciddi destek de dahil) oportünizmle birleştiren Mandel’e karşı, sonrasında IV. Bir-Sek’in Brezilya’da dağılmasına yol açan tepkiyi temsil ediyordu. Eski taraftarlarından bazıları Lula hükümetine bakan olarak katıldılar.

Morenocu geleneğin içinde bir çoğu büyük fedekarlıklar göstermiş, takdire şayan, özverili işçiler bulunuyor; bazıları da işçi davası  uğruna canını vermiştir; özellikle de Brezilya ve Arjantin’de. Diğer taraftan da  Moreno’nun Mandel oportünüzmine  karşı muhalefeti hoyratça bir tarzda yapıldı. Ve Moreno’nun kendisi de 1980’lerdeki MAS’ı (Sosyalizm Hareketi- LIT’in o zamanlardaki Arjantin seksiyonu, ç.n.) abartmasında görüldüğü gibi, ağır ultra sol (sol komünist ç.n.) hatalar yaptı. Her ne kadar MAS Arjantin’de hatırı sayılır bir güç olmuşsa da, Moreno onun “iktidarı ele geçirme“ becerisini abartmıştı. Ölümünden sonra Moreno’nun veliahtları birçok hata yaptı, bunlardan en önemlisi Stalinizmin yıkılmasıyla ilgilidir. Bunlar bu yıkılış sürecini tek yanlı bir tarzda, “ilerici“ olarak görüyorlar. Bu, uluslarası burjuvazinin Wall Street Journal’ın kapitalizm lehine “kazandık!“ başlığıyla ilan ettiği tutumuyla çelişiyor.

Morenocu hareket bu hataların sonucunda, yok olmaya başlayan Morenocu taban uğruna kendi içinde çok sert bir rekabete girişti. Sonuç ise Morenocu’luğun çeşitli örgüt ve “enternasyonal“ler biçiminde dağılması oldu. Muhalif bir durum ortaya çıktığında lider kadronun alışılagelmiş tutumu, farklı fikirlerin –İşçi Enternasyonal’i Komitesi’nde olduğu gibi (CWI) – ele alınıp sonuna kadar tartışılması yerine SWP’nin (Socialist Workers Party, Britanya’daki Tony Cliff’ci bir parti ç.n) tarzında keyfi ihraçlar ya da “ayrılmaya yönelik diretmeler“ oluyordu.

Erken Başarı

Yine de P-SoL’un kuruculurının çoğu PT’den geldiler ve Troçkist geçmişe sahiptiler. 2006’deki başkanlık seçimlerinde Mandelci gelenekten gelen başkan adayı Heloisa Helena, Lula’nın sözde “geleneksel soluna“ alternatif sol olarak yaklaşık yedi milyon oy aldı. Bu, çok genç bir parti için muhteşem bir başarıydı. PT’nin 1982 yılındaki ilk seçim sonuçlarından daha büyüktü ve Socialismo Revolucionario (SR) ve CWI gibi yeni bir kitle partisinin gerekliliği argümanını sunan bütün güçler için önemli bir doğrulamaydı. SR’in P-SoL’ün kurulmasında öncülüğü buradan kaynaklanıyor. SR, partinin ilk aşamalarında olanaklarını ve bürolarını bu yeni partiye sundu ve partinin ulusal yürütme kurulunda bir temsilcisi vardı. Her şeyden önce bu yeni parti kendi içinde platform ve akım oluşturma hakkını kabul ederek son derece demokratik oluşunu güvence ediyordu.

Yine de parti, Almanya’daki Die Linke gibi sınıf mücadelesinin, özellikle de işletmelerdeki anlaşmazlıkların örneğin 1980’lerde PT ya da Güney Afrika sendika konfederasyonu COSATU örneğinde olduğu gibi keskin bir dönemden ziyade öyle olmadığı bir dönemde doğdu.

Sonuncusu ilk döneminde oldukça sosyalist ve “devrimci“ idi. Bu gerçek P-SoL’da damgasını bırakmıştır: İşçi sınıfının küçük bir partisiydi ve de öyle kalacaktır. Rus Devrimi’nin artçı sancılarında kurulmuş olan yeni kitle partileri işçi sınıfının eski örgütleri olan sosyal dekomrasinin kopmalarıydılar. Eski partilerin aktif olan işçilerinin çoğunluğu onlarla birlikte gittiler. Ama sosyal demokrasi, aktif üyeler bakımından oldukça boş kaldığı durumda bile geride kalan inaktif işçiler tarafından destekleniyordu. Bazı durumlarda, işçilerin belli bir çoğunluğu, sadece tarihsel eringenlik ve yeni bir devrimci partinin gerekliliğiyle ilgili bilinç eksikliği gibi nedenlerden dolayı eski örgütlerine tutunuyorlardı. Bu olgu, Lenin ve Troçki’nin iddia ettikleri gibi yeni komünist partilerinin “birleşik cephe“ tatktiğini hala sosyal demokrasi bayrağı altında bulunan işçilere ulaşmak ve onları eylem içinde etkilemek için kullanmalarını gerekli kılıyordu.

Fakat, komünist partiler şeklindeki yeni formasyonlar devrimci bir dönemde geliştiler, aktif bir tabanları vardı ve işçi sınıfı içerisinde yerleşiktiler. Bu durum şu anda daha çok seçim temelinde bir fenomen olan Almanya’daki Sol Parti için söz konusu değil. İşçi ve gençlerin sadece küçük bir kısmı partiye katılmaya hazırdılar – özellikle Berlin’de ve Doğu Almanya‘da daha da az. Bu bölgelerde partiye büyük bir güvensizlikle bakılıyor. Bunun ardında, Stalinizm’le bağı ve öncelikle Berlin’de ve diğer yerlerde işçi sınıfının yaşam standardına saldırılarda bulunan koalisyon hükümetlerine katılmaları yatıyor. P-SoL ortaya çıkışının ilk dönemlerinde farklıydı. Bir dizi Troçkist örgüt ve bunun gibi işçiler, “bağımsızlar“ ve diğerlerinden oluşan önemli bir katman katılım göstermişti.

Aynı zamanda Lula hükümeti sağa doğru kaydıkça tabanından da büyük bir parçayı devamlı dışarıya atıyordu. PT tarafından desteklenen Berzilya Senatosu‘nun başkanı Renan Calheiros yolsuzluklar yüzünden istifa etmek zorunda kaldı. Bir çok şeyin yanında, ilişkisinden üç yaşında bir çocuğu olan eski bir gazeteciye para sağlamakla itham ediliyor. Brezilya, burjuva partilerinin içinde yuvalanmış yolsuzluklara alışık. Ama Renan’ın bu görevi kötüye kullanma hikayesi “artık çok fazla olan bir skandal“ idi. Kamuoyunun baskısı Lula’yı, Renan’ı makamından uzaklaştırmaya zorladı.

Ancak yolsuzluk iddiaları Lula hükümetinin peşini Mayıs 2005’den beri bırakmıyor. Başlarda bu iddialar ciddi sorunlara yol açıyordu, ancak yolsuzluk Brezilya siyasi hayatına o kadar yerleşmişti ki Brezilya halkı politikacılarından zaten başka birşey beklenemeyeceği düşüncesini kanıksamıştı. Kongre milletvekillerinin yüzde 30’unun hala sürmekte olan ceza davaları var. Gerçekte birçokları mahkeme cezalarından kendini kurtarmak için vekil olmaya çabalıyor. Bir araştırmaya göre yolsuzluk miktarının gayrisafi milli hasılanın yüzde 0,5’ine denk geldiği tahmin ediliyor. PT bir zamanlar yeni bir toplum için sosyalist vizyonuyla “farklı“ olarak görülüyordu. Bugün Avrupa ve başka yerlerde eski sosyal demokrat ve komünist parti şefleriyle aynı şekilde kapitalizmin, ona dahil olan “pork barrel“ (siyasi desteğin satın alınması ç.n) felsefesini kabullenmiştir.

Brezilya burjuvazisi kapitalizmin çıkarlarını savunma görevini yerine getirdiği için Lula hükümetiyle barıştı. Milyonlarca Brezilyalı “ilk defa tüketici oldukları“ (Financial Times) için, kredilerde ve iç talepte bir patlama oldu. Fakat ABD ekonomisinin ayaklarının altındaki toprak kaydığında ve Brezilya malları için devasa bir pazar olan Çin’i etkilediğinde Brezilya‘nın durumunun ne olacağı ise ayrı bir konu. Brezilya ekonomisinin büyüme oranlarının sadece yavaşlaması halinde bile bu, milyonlarca insan için felaket anlamına gelecektir. Bu durum özellikle de Lula hükümetinden günlük yaşam sorunlarında bir nebze de olsa düzelme bekleyen milyonlarca yoksul Brezilyalı için de geçerli. Dünya ekomomisinin toparlanma süreci, tarım ve hizmet sektörlerinin, hatta sanayi sektörünün büyümesiyle oldu. Bu süreçte tüketici harcamaları da arttı. Bu durum asgari ücretin ve yoksullar için sosyal harcamaların bir nebze yükseltilmesi ve 2003’ten beri hacmi ikiye katlanan kredilerin yaygınlaştırılmasıyla desteklendi. [Bu krediler] GSMH’nın aşağı yukarı yüzde 35’ine takabül ediyor. Dünya çapında ekonomik bir küçülmenin ya da bir resesyonun kısa süreli bir ekonomik büyümeden dolayı yeni iş olanağı (düşük ücretli de olsa) umutları artan milyonlar için korkunç sonuçları olabilir.

Hükümet Temmuz 2007’den önceki on iki ay içinde 1.2 milyon yeni istihdam yaratılmış olduğunu iddia ediyor. Bu, toplumun en yoksul tabakalarının ve hatta işçi sınıfının bir kısmının da Lula hükümetinden faydalandığını gösteriyor. Bu nedenle Lula’ya  verilen büyük seçim desteği henüz kaybolmadı.  Burjuvazi Lula’yı “en iyi option“ olarak tolere ediyor ve yoksullar, işçi sınıfının büyük çoğunluğu hükümetten desteğini daha çekmedi. Ancak alt yapı krizini en fazla orta sınıf hissediyor, özellikle de hava yolları şirketleri. Bunlar çoğunlukla hükümete karşı bir duruş sergiliyorlar. Bu yüzden ekonomik, sosyal ve siyasi durum patlamaya oldukça elverişli. P-SoL önemli fakat sınırlı yüzde altılık seçmen tabanını büyütmek için hala Lula’nın ve PT’nin arkasında kararsızca duran işçi sınıfından “önemli rezervleri“ kazanmaya göre konumlandırmalıdır kendisini. Brezilya’yı gelmekte olan fırtınalı ekonomik ve sosyal dalgalar sarsmaya başladığında, söz konusu bu katmanlar bu çapadan kendilerini koparacaklardır. Ama P-SoL bu katmanlara cevap veren politika, starateji ve taktikler uygulamaz ise onların bu partiye geçeceğinin garantisi yoktur.

Koalisyon Tuzağı

İtalya’daki Rifondazione Comunista (PRC)’nın  gelişimi P-SoL ve Brezilya için bir çok dersler ve uyarılar taşıyor. Başlangıçta sadece en mücadeleci ve gelişkin katmanları kendine çekmiş olsa da PRC’nin kuruluşu İtalya işçi sınıfı için ileriye doğru devasa bir adım anlamına geliyordu. PRC, özellikle de Bertinottis’in liderliğindeki Demokratik Sol (DS –eski Komünist Parti’nin çoğunluğu)’nun sağa kaymasına rağmen, DS‘nin tabanını kendine çekemedi. Bunun bir nedeni PRC’nin kararsız duruşu, her şeyden önce de dinamik ve sınıf mücadelesi zeminli politikalara mal olan seçimlere yaptığı vurguydu. Ve kapitalizme karşı uzlaşmaz bir işçi politikası izlemek yerine koalisyon bataklığının içine battı. Hatta, daha “milli blok“ oluşturulmadan önce PRC yerellerde bujuva partileriyle iktidarı paylaşmıştı. Bu, kaçınılmaz olarak yerellerde işçilerin gözünde bunun sorumluluğunu PCR‘nin taşıdığı, emekçilere ve onların sendikalarına saldırılara götüren politikalara yol açtı.

Bundan sonra da Prodi’nin çevresindeki burjuva partileriyle ulusal çapta formel bir koalisyon kurmak çok zor bir adım değildi. Başlarda PRC 1996’daki “zeytinağacı“ hükümetini dışardan destekliyordu. Bakanlık makamının “avantajları“ ve onunla bağlantılı olarak da tehlikeler olmamasına rağmen hükümetin işçi sınıfı ve sendikalara saldırılarılarından dolayı PRC’den de soğumalar oldu. Bu da Berlusconi’ye geri dönüş yolunu açtı. Şimdi ise PRC İtalya’da bir adım daha ileri giderek resmen Prodi hükümetine katıldı ve Brezilya’da Lula’nın yaptığı gibi emeklilik haklarına, eğitime ve İtalya işçi sınıfının daha önceki tüm kazanımlarına saldırılarda bulunuyor. PRC, Meclis Başkanı Bertinotti’nin komutasında kendine özgü bir işçi partisinden “kızıl şeylere“ (çeşitli İtalyan sol partilerden oluşan bir birlik, şimdi “Gökkuşağı Birliği“ denilmekte, ç.n.) katılarak deri değiştiriyor, ki bu sadece başka bir liberal, kapitalist bir partinin oluşturulması için takılmış bir maskedir.

PRC’deki bu süreç daha tamamlanmış değil, fakat P-SoL ve işçi sınıfının diğer yeni örgütleri için, koalisyon politikaları sürdürmeleri halinde oluşabilecek sorunlar konusunda, uyarılar teşkil ediyor. Net politikalara sahip olmazlar ise bu partiler kitle hareketinin gelişmesi için bir çıkış olmaktan çok, ölü doğan oluşumlardan biri olurlar. Fakat, burjuva çevrelerinin, kendilerine uyum sağlaması yönündeki büyük baskıları, özelde işletmelerde, genelde de sosyal hareketlerde sınıf mücadelesinin yükseltilmesi girişimlerine mal olan seçim profilinin, P-SoL yönetiminin üzerinde belli bir etkisi oldu.

Sağa sapma

Bu, seçimler esnasında radikal politikaların aşağıya çekilmesiyle kendini gösterdi, özellikle de başkanlık adayı Heloisa Helena tarafından. Olabildiğince çok oy alma hedefi uğruna bu gerçekleşti. Kürtaj hakkına karşı da ifadelerde bulundu, ancak bu yüzden P-SoL üyelerinin büyük bir bölümüyle çatışma yaşadı. Heloisa Helena’nın pozisyonuna karşı delegelerin çoğunluğu P-SoL’un son kongresinde amansız bir mücadeleye girişti. Ama onun çevresinden, özellikle de Rio Grade Del Sul’den milletvekili Luciana Genro gibi kişiler P-SoL’u  “daha pratik”, yani daha sağ bir parti yönünde değiştirme uğraşındalar. Bunlar PT’den kaçıp daha sonra P-SoL’a geçenlerle birlikte güçlendiler.

Bu güçler hep birlikte P-SoL’u sağa kaydırmakta başarılı oldular, ki bu da yine içinde Socialismo Revolucinario’nun etkili olduğu bir sol muhalefetin oluşturulmasını tetikledi. Bu muhalefet P-SoL’un kongresinde yüzde yirmibeşin biraz altında oy aldı. SR bunu, P-SoL’un içinde en kararlı sol örgütlerden oluşan “Dörtlerin Bloğu” adı altında bir birlik cephesi oluşturarak daha da geliştirmeye çalışıyor. Bu da SR’nin ve hepsi de Troçkist gelenekten gelen diğer grupların bütün Brezilya’da genişleyebilmesinin yolunu açtı.

Bu gelişmeyle ilgili olarak bazı tarihsel paralellikler mevcutur. Komünist Parti, Hitlerin 1933’teki zaferinin ardından ciddi bir direniş örgütlemediği zaman mevcut “Enternasyonaller”in içinde derin bir kriz oluşmuştu. Troçki yeni, “dördüncü” bir enternasyonal’in gerekliliğini dile getirdi. Ordan Troçki’nin son derece önemli diye ifade ettiği “Dörtlerin Bloğu” partileri ortaya çıkmıştı. Bu blok, Marks ve Lenin’in ilkeleri temelinde “yeni bir Enternasyonal” için bir bildiri imzalayan dört partiden oluşuyordu; Almanya’da Sosyalist İşçi Partisi (SAP), Hollanda’da iki parti, Devrimci-Sosyalist Parti (RSP) ve Bağımsız Sosyalist Parti’den (OSP) oluşuyordu.

O zamanki “Dörtlerin Bloğu”, bugünkü P-SoL’daki dörtlerin bloğundan çok daha ileri hedefler belirlemişti, ancak temel sorun aynıydı: Solun işçi sınıfı hareketi içerisindeki gücü nasıl en yüksek seviyeye çıkarılabilirdi? O zamanki blok, Troçkist olmayan partilerin önderlerinin kararsızlıkları nedeniyle, devamlı bir oluşum olarak gelişme göstermedi. Brezilya durumunda, örgütler politik olarak birbirilerine çok daha yakın duruyor ve siyasi netliğe ulaşılması durumunda P-SoL içerisinde birleşik bir güç oluşturulması için büyük bir şans mevcut.

Aynı İtalya’daki PRC’nin ‘erken’deneyimlerinin gösterdiği gibi, P-SoL’da da yeni bir partinin sağa doğru kayması, etkisinin ve üye sayısının otomatik olarak artacağı garantisini vermiyor. Ama P-SoL’daki sol, PCR’deki soldan daha net ve daha çok bir potansiyele sahip. Bunun bu şekilde gelişmesinin nedeni ise, PRC içerisindeki Troçkist örgütlerin temelden yanlış politikalarıydı. Livio Maitan liderliğindeki Bir-Sek’i; Bertonitti’nin liderliğinden ayırabilmek nerdeyse olanaksızdı.  Uzun bir süre aynı “fraksiyonun” parçalarıydılar ve bundan dolayı da IV.Bir-Sek ciddi bir güç kazanamadı. Diğerleri ise ya sol komünist bir pozisyona sahiptiler ya da salt propaganda örgütleriydi; yani çokbilmiş yorumcular tavrındaydılar.

Brezilya’da Dörtlerin Bloğu

P-SoL içirisindeki şuan ki örgütlü sol muhalefet politik olarak çok daha güçlü.  P-SoL’un içindeki Dörtlerin Bloğu örgütlerinin birleşik cephesi, daha çok Brezilya’nın  kuzeyinde Belem’de tabanları olan Alternativa Revolucionária Socialista (Devrimci-Sosyalist Alternarif –ARS)’dan yoldaşları kapsıyor. Diğeri, Sao Paulo’dan bir örgüt, gerek Sao Paulo’da gerekse de Minas Gerais’teki mücadeleler de geçmişi olan işçilerden oluşan CLS (Sosyalist Özgürlük-Kollektif). Minas Gerais, CLS’nin özellikle sosyal hareketler (topraksız köylüler hareketi ve matbaa işçileri) içerisinde önemli bir tabanının olduğu çok önemli bir eyalet.  Başka iki örgüt (Bunlardan bir tanesi Socialismo Revolucionario, CWI’ın Brezilya seksiyonu, ç.n.) blokta yer alıyor. “Dörtlerin Bloğu“nun bir dizi toplantı ve topluma açık faliyetle güçleneceğini ve P-SoL’den diğer başka muhalif grupları da kendine çekeğeni umut ediyoruz.

Aynı zamanda, Marksist-Troçkist Solun biraraya gelmeye başladığı bir süreç devreye girdi. SR’nin son kongresine Dörtlerin Bloğu’ndan örgütlerin temsilcileri katıldı. Bu kongrede SR, bu yoldaşlarla birlikte sayısal olarak güçlü ve daha etkili Marksist bir güç yaratma hedefi belirledi. P-SoL’un şuan işçi sınıfının yeni katmanlarını içine katamadığı için bu hedeflere sadece parti içindeki faliyetlere yoğunlaşılmasıyla ulaşamayacağı açıktır. İşletmeler düzeyindeki mücadele bir o kadar önemli, belki de en önemlisi. P-SoL potansiyelini daha tüketmiş değil. “Lulaizm”in  ve PT’nin çöküşü, başka önemli katmanların umutlarını P-SoL’a taşımasına neden olacaktır. Yeni bir işçi partisinin kurulmasının bir gerekçesi de onun işçi sınıfına ve sola, şimdiye kadar dağınık olan güçlerini bir araya getirme imkanı sunmasıdır.

Bunun gibi yeni partiler işçi sınıfının gelecekteki başarılarını garantileyebilecekleri politikaların detaylandırılıp oluşturulduğu tartışma alanlarıdır. İşleyen Marksist-Troçkist bir omurganın böyle bir parti içindeki varlığı partinin başarısının temel belirleyenlerindendir. Bu olmadan P-SoL’da dahil olmak üzere bu partiler başlangıçta başarılar elde etseler de duraklayıp, hatta inişe geçip politika sahnesinden kaybolurlar. Bu olumsuz durum, öyle görünüyor ki, Marksizmin parti içindeki etkisinden dolayı Brezilya’da olası degil.

Brezilyalı Marksistlerin  görevi; bütün dünyadan Marksistlerin takip ettiği büyüyen P-SoL içindeki gelişmelere müdahil olup, kendini reformizmden ve merkezciliğin (lafta devrimci, pratikte reformist) gölgesinden net bir biçimde ayırt etmek ve P-SoL içindeki solun en iyi güçlerini biraraya toplamaktır. Bu hedefe doğru ilk adım perspektif, taktik, strateji ve örgütlenme açısından net bir anlayışa sahip güçlü bir Troçkist örgüt yaratmaktır. Kapitalizm krize doğru gidiyor. Fakat bu, solun bundan otomatik olarak faydalanacağı anlamına gelmiyor. Bunun yapılabilmesi için yeni işçi partilerinin kurulması gerekiyor. P-SoL’daki gelişmeler, dünyadaki bütün marksistler tarafından başka yerlerdeki benzer durumlardan dersler çıkartılması için heyecanla takip edilip, derinlikli olarak incelenecektir.

 

 

Next post Avrupa Otomobil Sektörü: Yeni Bir Kriz Mayalanıyor